Tüm bu duruşlar maalesef tarihten
tevarüs etmiş duruşlardır. Ve bizler o mirasa sımsıkı sarılıyoruz, çünkü tarih
boyunca faydası olduğunu ihsas etmişiz mezkûr duruşun ve bizde aynı şekilde
durmak ve faydalanmak istiyoruz. Ata dini, tarih boyunca kazanç kapısı olmuştur
ve en çok kazandıran ticaret metaı olmuştur. Zira dinin özü korkutuyor bizleri.
Yemin ediyorum, dinin özü, gerçek anlamda din tarafında durduğunu söyleyenleri
feci şekilde korkutuyor, ürkütüyor. Bu yüzden de hayatlarında dinden emare
görülmüyor. Münhasıran dinin adı dillerde pelesenk olmuş ama dinin özü
karanlıklarda, hurafe yığınlarının içinde, batılın dehlizlerinde kaybolup
gitmiş. Filmlerde, dizilerde din anlatıyoruz güya ama elbette afyonlamak için
ama hayatlarımızda gerçek dini bırakın, dizilerde anlattığımız din bile yok. Zaten
bu yüzdendir ki, gerçek dinden bir parça ortaya koyduğunuzda çılgına dönülüyor.
Çünkü dinin özü ortaya çıktığında asıl ziyana uğrayacak olanların kendileri
olduklarını çok iyi biliyorlar. Yani dünyayı kaybedeceklerini ama ahireti
kazanacaklarını (((tabi onu da dini namusluca yaşarlarsa kazanabilirler)))
biliyorlar ama ne acıdır ki ahireti kazanmak istemiyorlar, velakin herkese de
ahiret satıyorlar. Yani sen benim anlattığım dini yaşa, bana yol aç, ahireti
kazan diyorlar ama ne hikmetse kendileri bir türlü o bitevi bahsettikleri
ahireti kazanmak istemiyorlar. İsteseler belli olur çünkü. Ama dünya güzel,
şirin, tatlı, hoş değil mi? Şimdi ahiretin sırası mı? Onu kazanmak için daha
çoook zaman var, hele bir elden ayaktan kesilelim, düşelim, kendi
yalnızlığımıza kalalım, o zaman yaşarız değil mi? Diriyken, dinçken, kavi iken
ahirette neymiş, karşımızda capcanlı, görkemli, bol meyveli dünya durup durur. Yaşlandığımızda
bize görkemli bir hayat yaşatacak maddeyi bir kazanalım hele şimdi, gerisini
sonra düşünürüz. Gerçekten garip şeyler bunlar! Binaenaleyh, dini isterken
samimi olamıyorlar, münhasıran istermiş gibi duruyorlar. Hani galiba Mevlana
mıydı, diyordu ya; dinin özünü aldık, kabuğunu köpeklere attık diye. Maalesef
tarih boyunca dinin kabuğu ile iştigal ettik durduk, özü nedir, din ne diyor
diye hiç merak edipte sormadık. Ki, dini bahane edip sormayı, sorgulamayı
yasakladık biz ne hazindir ki? Hatta düşünmeyi yasakladık. Düşünebiliyor musunuz?
Dizide deniyor ki; kitap yakmakla olmaz iş, önemli olan öze inip o fikri özde
çürütmektir, özde çürütmedikçe yine intişar eder. Ama gerçek hayata
bakıyorsunuz zerre alakası yok. Niye? Dizilerle uyutabilir miyiz, sanki gerçek
hayatta da öyleymiş gibi hissettirebilir miyiz diye? Özü soru olan din, kendisine
geldiği, hitap ettiği insanlara sormayı, sorgulamayı yasak ediyordu ne acayiptir
ki. Ahhh! Din neler çektin insan denilen mahlûkun elinden ve dilinden, garip
gelmiştin garip gideceksin. Getiren Peygamber gelse tanıyamaz şimdi seni…
NOT:
Miras kalan her şey bir emanettir ve emanete sadakat ve sahiplik
asalettir. Binaenaleyh; o mirasa sahip çıkmak onurunu her vakit üzerimizde ağır
bir sorumlulukmuş gibi taşıyacağız. Zira
biliyoruz ki, sorumluluk yükü çok ağırdır, ta ki ölümden bile. Göstermeyiz belki
göstermemiz gerekenleri ama kalbimiz daim yaşatacaktır. Çünkü samimiyet
gösterişi sevmez.