NEDEN İKTİSAT YAPAMIYORUZ ?
İktisat
kelimesinin TDK’de(Türk Dil Kurumu) ki sözlük anlamı ekonomi ve tutumdur. Ekonomilerin
en temel kaynağı, üretim araçlarını doğru kullanmak ve yönlendirmekse, aynı
disiplin ve tutarlılıkla üretilen ürünlerin yeniden değerlendirme tutumu da o
kadar önemli.
Yeni bir ürün, her bakımdan enerjisi yüksek bir maliyettir. Ham maddeden ilk kez ürün elde edilirken, daha yolun başında çevreye zarar vermeye başlanılıyor.Hammaddenin elde edildiği konumdaki ekosisteme zarar vermesi, hava ve su kirliliği yaratması gibi durumlar bu zararların başında geliyor. Geri dönüşüm, hem ülkelerin hem de dünyanın kaynaklarının tükenmemesi yönünde yapacağımız en verimli üretimdir.
Çevre ve canlı düşmanı, yaşamı tehdit eden fosil enerjiler ve özellikle nükleer santrallerin atıkları hiçbir koşulda yok edilemiyor. Çünkü bu atıklar yönetilemiyor, bertaraf edilemiyor sadece depolanıyor. Fosil kaynaklı yakıtların yanmasıyla oluşan enerji verimli ama bir o kadar da çevreye ve ekolojik dengeye zararlıdır.
Doğalgaz enerji üretimi, özellikle topraklarında doğalgaz çıkan ülkelerde umut verici olmaktadır. Doğal gaz fosil yakıt dediğimiz kömürden daha temiz ama o da yenilenebilir değil. Buna rağmen doğalgaz santrallerinde oluşan metan gazı sızıntısı önlenebilirse, alternatif temiz bir enerji kaynağı olarak seçeneklerin başında yer alır diyebiliriz.Teknolojik gelişmelerin ışığında bilim insanlarının inovasyon ve yaratıcı çalışmalarıyla metan sızıntısı sorununun, çözümü bulunabilir.
Enerji sektörüne yatırım yapmak isteyen iş
adamlarımız şirketlerinde AR-GE çalışmalarını bu yönde geliştirirse, ülkemizde
bulunan doğalgaz rezervlerinin çok büyük anlam ve önemi olur.Yoksa doğalgaz
santrallerinin teknolojilerindeki, bu sorun giderilmezse, atmosferdeki karbon
emisyonunun artmasından dolayı, iklim değişikliğinin hızlanacağı gerçeğini de
göz ardı etmemeliyiz.
Buradan şöyle
sonuç çıkarıyoruz. “Her şeyin bedeli var” sözünden yola çıkarsak, bedelin en az
ödeme tarafında olarak, dünyadaki tüm canlılar için yaşamın sürdürülebilirlik
şansını da artırmış oluruz.Özellikle doğaya bırakılan ve
yok olmayan plastiklerin ve karbon emisyonu fazla olan her üretimin zararları,
geri dönüşümle telafi etme yoluna gidilmesi umut verici bir gelişme olmasına rağmen,
ülkemizde geri dönüşüm mekanizmalarımız ve çevre bilincimiz ne yazık ki
kaplumbağa hızıyla gidiyor.
Toplumsal kültürümüzde tasarruf yapmak var ama
bundan neden vazgeçtik. ?
1. ve 2. Dünya savaşlarından beri dünyada
ki değişimler, tasarruf etme alışkanlıklarımızı da değiştirdi. Örneğin; Eskiden
ailelerin evlerinde tek tencere kaynardı. Gıda üzerine her şey tarıma dayalı ekonomiyle
üretilip yönetiliyordu. Bu yüzden tarımla uğraşan kesim sadece temel
ihtiyaçlarını özellikle hayvancılık ve ziraatla uğraşarak para kazanabiliyordu.
Ortada dönen para çok azdı. Buna karşın katma değeri yüksek endüstriyel ürünler
pahalıydı.
Türkiye’nin ilk ekonomik sorunlarının
tartışıldığı ve kurtuluş savaşıyla kazanılan zaferden sonra prensip olarak,
siyasi ve ekonomik bağımsızlığı öngören ve 17 ŞUBAT -4 MART 1923 de, 1135
delegeyle yapılan İzmir İktisat kongresinde alınan kararlar, Türkiye’nin önünü
açarak bugünkü endüstri ve özel sektörü desteklemiş ve gelişmesine yol
açmıştır.
Bu kararları kısaca özetlersek;
Hammaddesi yurt içinde yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dalları kurulması gerekmektedir.
El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir.
Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektörler tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır.
Özel teşebbüslere kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır.
Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir.
Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır.
Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır.
Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır.
İş erbabına amele değil, işçi denmelidir.
Sendika hakkı tanınmalıdır.
Kurtuluş savaşından zaferle çıkıldıktan sonra ekonomik olarak güçsüzlüğümüz olmasına rağmen, toplumun ahlaki ve değer yargıları henüz bozulmadığı için, çalışmak üretmek ve tasarruf bilinci fazlaydı.Teknoloji geliştikçe insanların refah düzeyleri artıkça,alışkanlıkları ve tasarruf bilinci kaybolarak insanlar bilinçli bir şekilde tüketime yönlendirildi. Bunu sessiz kuşağın (1925-1945) içine hapsettiği tasarruf alışkanlıklarımızın duygu düşünce ve eylemlerin patlama noktasında, sosyal bir evrime mi uğradı diye de s sorgulayabiliriz.
21. YY.ın mottosu (sloganı) bu! Madem para
kazanıyorsun sen de harcayacaksın. Peki; bu mottoya uymayan ülkeler kimler diye baktığımızda, tasarruf oranlarının en yüksek olduğu ülkeler
listesinde Çin başı çekerken, bu ülkeyi Lüksemburg, İsviçre ve İsveç takip ediyor.
Neden bu mottoya
uymak istemiyorlar? Çünkü Dünya’nın kaynakları tükeniyor.
Alman halkının büyük çoğunluğu ise,
tasarrufun bir erdem olduğuna inanıyor. Almanlar da gelirinin yüzde 10’unu
tasarrufa ayırıyor. İsveçliler gelirlerinin yüzde 16.16’sını tasarruf
için ayırıyorlar. Japon halkı için israf ve gereksiz harcamalar kötü birer
davranış olarak görülüyor.Toplum olarak 1922 ‘den 2020 yılına kadar savaş görmedik
ama bu zaman Aralığında 5 kuşak oluştu.
1925-1945: Sessiz Kuşak (Silent Generation) :
Şu an ki dedelerimiz ninelerimiz. Toplumsal
olaylara karşı sessiz kalmanın ve görüşlerinin açıkça konuşmamalarının
öğretildiği bir kuşak. İkinci Dünya Savaşı ve Büyük Buhran’ı görmüşlerdir.
Uyumlu, kanaatkâr ve otoriteye saygılıdırlar. Mevcut düzeni değiştirmek veya
karşı çıkmak yerine uyum sağlamayı tercih etmişlerdir. Bu kuşaktaki kadınların %88’inin
iş gücü olarak görülmediğini de belirtelim. Savaş ve
yokluk görmelerinden dolayı; başarı, güç, daha iyi bir gelecek gibi hırsları
vardır.
1946-1964: Bebek Patlaması (Baby
Boomer) :
İkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra tüm dünyada bebek doğum oranlarında büyük bir patlama
yaşandı, “Bebek Patlaması” ismi de buradan geliyor. Bu nesil hala hayatın
birçok alanında söz sahibi durumda. Kuralcı, çalışkan ve başarı
odaklıdır. Önceki nesillere göre çok daha rahat
ortamda büyüdükleri için, dünyayı değiştirme ve toplumsal gelişmelerde söz
hakkı bulma şansları olmuştur. Aynı anda anne baba ve çocuklarına
bakmak zorunda kalmışlardır.İş sadakatleri yüksektir, çalışmak için
yaşamışlardır. Siyasi görüşleri gençliklerinde genellikle sol
eğilimdeyken, yaşlandıkça sağ eğilimli görüşlere yakınlaşmışlardır.
1964-1979: X Kuşağı:
Çeşitliliğe açık bir nesildir. Şüpheci, rekabetçi, otoriteye karşı kısmen saygılı
bir kuşaktır. Farklı ırk ve dinlerden insanlarla, önceki kuşaklara
nazaran daha iyi anlaşırlar. Bankalara en çok
borcu olan kuşaktır. Kadınların erkeklerden daha eğitimli olduğu ilk kuşaktır.
Aile fertleriyle büyümekten ziyade, arkadaşlarıyla birlikte büyümüşlerdir kuşağı
güzel bir nesildir, duygulu ve anlayışlı insanlardan oluşur.
1980-1995:
Y Kuşağı (Millennials):
Hem sokakta
oynayarak hem de sanal alemde sosyalleşebilmiş, hayatın bu iki farklı alanına
tam anlamıyla hakim olan belki de tek kuşak olduklarını söyleyebiliriz.
Sorgulayıcı,
tatminsiz ve girişimci ruhlu
bir kuşaktır. Otoriteye karşı saldırgandır. Kendini
LGBT olarak tanımlayan insanların oranı da en çok bu kuşakta görülmektedir.
2016 itibariyle dünyada en çok nüfusa sahip olan nesil, Y
Kuşağı olmuştur. Kendini bir dini inanca ait hissetmeyenlerin oranı en çok bu
kuşakta görülür Akranlarının görüşü, kendilerinden yaşça büyük insanların
görüşünden daha önemlidir.
1996-2020: Z Kuşağı
Teknolojinin
içine doğan bu kuşağın, çok genç olmaları nedeniyle (bazıları hala çocuk) ön
görülemeyen bir yapıda oldukları söylenilebilir Y kuşağı kadar olmasa da
otoriteye karşı saldırgan hatta umursamazdır. Yaratıcı, tüketici ve
geleneksellikten uzak bir kuşaktır. Kuşaklara göre daha cesur,
daha girişimci bir yapıları vardır. Çok
kültürlü bir dünyada yetiştikleri için; ırk, din, mezhep gibi nedenlerden
dolayı insanları ayrıştırmaları beklenmiyor.
Peki,
bu kuşaklar arası farkları ve özellikleri neden yazdım?
Çünkü; her kuşağın çok güzel özellikleri avantajları dezavantajları
var. Dinler arası diyalog diyoruz, kültürler arası diyalog diyerek gençlerimizi
Avrupa Birliği değişim programlarına gönderiyoruz. Dünya miraslarını korumak
için UNESCO ‘nun çalışmalarını önemsiyoruz da niçin kuşaklar arası diyaloğu
sağlayamıyoruz? Bence bu da sağlanmalı!
Sessiz kuşağın; Başarı hikâyelerinden, gelecek için
tasarruf ve sorumluluklarından,
Baby Boomers kuşağın; Dünyayı değiştirmede ve toplumsal gelişmelerde
fikirlerinden, çok çalışma ve iş sadakatinden,
· X kuşağının;
Şüpheci, rekabetçi, otoriteye karşı kısmen saygılı ve uyumlu olmalarından,
çeşitliliğe (demokrasiye) açık
olmalarından,
·
Y kuşağının; Sorgulayıcı ve girişimci ruhundan, akran
iletişim becerilerinden, dijital kullanım becerilerinden, keşfetmek
istedikleri tecrübeler için maddi kaynak sağlayan araçların kazanılması,
üretilmesi yönünde ,
·
Z kuşağının; Yaratıcı, tüketici ve geleneksellikten
uzak bakış açısından, cesur ve girişimci yapılarından, teknoloji bağımlılıklarından, dil, din, ırk, mezhep cinsiyet gibi ayrımcılıkların
sayılmadığı, geniş dünya görüşüne sahip olmalarından, NEDEN YARARLANMAYALIM!
Kuşaklar arası diyaloğumuzu neden
kurmayalım! Bunun için, kanaat önderlerine, bilim insanlarına, iş adamlarına eğitimcilere,
toplumun her kesiminden, toplum için, vatan için gönüllülere ihtiyacımız
olacağı kesin.
23.08.2020
Lütfiye Kader
Emk Uzm Fen bilimleri Öğretmeni