Kur’an’ı Kerim’i Türkçe mealinden üç defa okudum, İncil’i üç defa okudum, Tevrat’ı bir defa okudum, Zebur’u (Mezmurları) bir defa okudum, Nutuk’u bir defa okudum, Said Nursi’nin Risalelerinin kahir ekseriyetini, Karl Marx’ı, Nikolay Çernişevski’yi, Arthur Schopenhauer’u, Friedrich Nietzsche’yi, Jean Paul Sartre’ı, Albert Camus’u, Pierre-Joseph Proudhon’u, Mihail Bakunin’i, Dünya Klasiklerinin kahir ekseriyetini, Ali Şeriati’yi, Cemil Meriç’i, Nurettin Topçu’yu, Muhammed İkbal’i, Seyid Kutup’u ve daha yerli-yabancı nicelerini handiyse hatmettim. Böylesi bir şey bendeniz için küçücük dünyamla ilgili soylu uğraşlardı. Çünkü kendi uzamımdan başlayarak bir şeyleri değiştirmenin gerekliliğine inanıyordum. Hayat bir varoluş kavgasıydı ve bu kavgayı behemehâl başarıyla vermeliydim. Çünkü bu hayata yalnız düşmüş ve bu hayatta yalnız biriydim, hayat koşusunu behemehâl tek başıma ikmal etmek zorundaydım. Zira hiçbir elbise bana uymuyordu ve zorla da giymek bana göre değildi, öyleyse bir türlü ne kabullenebiliyordum ne de kabullenileniliyordum. Tutunmak kabil olmuyordu hiçbir yerde, hiçbir şekilde bir türlü. Meselenin yorumlamaktan ibaret olmadığını, behemehâl değiştirmek olduğunu olanca bilincimle fark ve ihsas ediyordum. Bilmenin ve münhasıran cerbeze yapmanın hiçbir işe yaramadığını, mutlaka anlamak, hissetmek ve yapmak gerektiğini düşünüyordum. Her düşün insanı saygıdeğerdi bendeniz için ve saygımda hiçbir zaman kusur etmedim. Zaten düşün dünyası bir okyanustu, bendeniz de küçük bir kayıkla o engin okyanusta seyr-ü sefer eden bir izciydim, oltamı istediğim gibi, istediğim yere atıyordum, ne çıkarsa bahtıma kabulümdü. Bildikçe bilmeyendim! Hiçbir zaman okuduklarımın kopyacısı ve intihalcisi olmadım. Elbette insan dediğin akıl (düşünce) ve kalp (duygu) sahibidir ve dış dünyadan etkilenir velakin her zaman nev-i şahsıma münhasır düşün dünyam olmuştur, ne söylediysem, ne yazdıysam hep özgün olmasına gayret etmişimdir ve başarmışımdır da. Çünkü okuduklarımın taklitçisi olamazdım. Bendenizin de mutlaka söyleyecek bir şeylerim olması iktiza ederdi. Bilakis söylenmiş şeyleri yeniden söylemenin, tekrar etmenin hiçbir mantığı ve manası olamazdı. Ne iş yaptıysam en üst düzeyde yapma gayreti içinde oldum. Muhatabım olan insanları insanlığa seza şekilde yetiştirme çabası içinde oldum ve yetiştirdiğim hiçbir insandan insanlığa kötülük sadır olmayacağına tüm kalbimle, bilincimle, içtenliğimle, samimiyetimle inanıyorum. Hiçbir zaman yaptığım işle dünya işlerini ve düşünüş tarzımı karıştırmadım. Çünkü yaptığım iş nesnellik temelinde yapılmalıydı ve bu bir insanlık hakkıydı ama dünya işlerim ve düşünce tarzım ise öznel bir durumdu. Özel hayatımda istediğim gibi hareket edebilirdim ama genele matuf hayatımda genelin hakkını ve hukukunu gözetmek zorunluluğum vardı. Tabi bu bir kanuni zorunluluk değildi, insanlık bağlamında bir zorunluluktu yani vicdani bir zorunluluktu. Çünkü kimsenin normal şartlarda alma hakları olduğu şeyleri onlara vermemezlik edip, kendi özelime ait olan şeyleri vermem kabil değildi, insanlığa da yakışmazdı. Zaten kendi inançlarımı başkalarına dikte etmem de bendenize yakışan bir davranış olamazdı. Hele bunu bir de genele ait olan arçalar tavassutu ile yapmam ağır bir saygısızlık ve nezaketsizlik olurdu en hafif tabiriyle. Zira tabir caizse mevcudiyeti özgürlük olmuş olan bir insan olarak böylesi bir şeyi kati surette tasvip ve tensip edemezdim. Tüm okumalarımı tertil, tedebbür, taakkul ile yaptım. Bitevi analitik ve senkronize düşünme yöntemlerine göre hareket ettim. Yaşadığım hayatın her anını gereken zamanlarda teşrih masasına yatırmakta tereddüt etmedim. Hiçbir zaman okuduklarımın mutlak onaylayıcısı ve doğrulayıcısı olmadım. Okuduğum kitapları da, insanları da sorgulamaktan imtina etmedim. Şüphe her zaman için tek gerçek oldu bendeniz için. Sorusuz, sorgusuz tek bir saatim olmadı yaşadığım hayat süresince. Çünkü sorgulanmayan hayatın yaşanmaya değmeyecek kadar değersiz bir hayat olduğuna inandım. Her daim kendi aklımla düşünmeye cesaret ettim. Aklımı hiçbir vakit ne ipoteğe ne de kiraya vermedim ve dahi ne de emanet ettim birilerine, ne kadar da almaya çabalasalar da. Çünkü akıl dediğin Tanrısal bir değerdi ve hiçbir kimseye ne ipoteğe ve kiraya verilebilir ne de emanet edilebilirdi birilerine. Elbette böyle olunca kula kulluğun kapısını da spontane kapatmış oluyordunuz, ne kadar da açmak ve açılan kapıdan içeriye metazori olarak sokmak isteseler de faydası yoktu. Çünkü yaşam felsefeniz buna geçit vermiyordu. Bir şey elde etmek için mi yaptım tüm bunları? Böyle bir şey züldür bendeniz için. Böylesi bir yaşam sıradan bir alışkanlıktan ciddiyetli bir hayat tarzına dönüşmüş yöntemdi bendeniz için. Çünkü nasıl başlamışsanız öyle gidiyor hayat ve geri dönüşü de kabil olmuyor maalesef. Kabil olsaydı döner miydim? Gerçekten net bir şey söyleyebilmem olanaksız. Çünkü böylesi bir hayatın, böyle bir ülke de hiçbir kıymet-i harbiyesinin olmadığını iliklerime dek duyumsamışım, biliyorum. Şimdi böyle bir hayat yaşamışsınız, ömrünüzü handiyse düşünmeye, okumaya, araştırmaya ve yazmaya hasretmişsiniz. Peki, zerre miskal değeri var mı? Düşünceniz sorulur mu? Düşüncenizi özgürce ifade etme imkânı bulabiliyor musunuz? Yanlışa yanlış, doğruya doğru diyebiliyor musunuz? Gerçek ne ise ortaya koyabiliyor musunuz? Yalanları ifşa edebiliyor musunuz? Eleştiri hürriyetiniz var mı? Sevginizi özgürce haykırabiliyor musunuz? Vs. vs. vs… Mutlak ve muhakkak olarak, tüm kalbimle, bilincimle, içtenliğimle ve samimiyetimle ifade edebilirim ki; kesinlikle ve kesinlikle böyle bir şey yok, olması da kabil değil. Zaten böyle bir hayatınız varsa, başından hain ve terörist olduğunuz kabul görmüştür ve hayatınız boyunca alnınızda bu damgayla yaşamak zorundasınızdır. Bir değeri olsun, değer verilsin diye mi söylüyorum bunu? Asla ve kata. Münhasıran derinlerde ki bir gerçeği ve hal-i pür melalimizi izhar etmek için söylüyorum. Zira değer görmek isteyen ve zorla değer alacak birisi olmadım hiçbir zaman, badema da böylesi bir şey olmaz, olamaz, olmayacak. Çünkü böylesi bir şey tiksindirici bir yöntemdir. Zira bu kadar haysiyetsiz, aşağılık bir karakterde değilim. Bugün böylesi bir hayatınız olmuş olsa da, şayet bir partinin köpeği değilseniz, bir şeyhin müridi olmamışsanız, bir mafya lideri değilseniz hiçbir değeriniz, kıymetiniz yoktur maalesef. Söyleyin lütfen, bu ülkede değeri olan tek bir namuslu insan gördünüz mü? İstediğiniz kadar bağırın, çağırın, haykırın, sağır kulakların duyması muhal ender muhaldir. İşte bu yüzden diyorum ki, keşke böylesi bir hayat yaşayacağıma, bir partinin etkin elemanlarının kuyruğunda sinek gibi dolaşmış olsaydım, bir kompradorun kapısında bekçilik yapsaydım, bir şeyhin mutlak itaatkâr müridi olsaydım, bir mafya liderinin sağ kolu olsaydım daha farklı bir hayatım olurdu belki, itibar edilen, kendisine itaat edilen, sözü dinlenilen, hakları çalınamayan, üzerinde baskı kurulamayan, istediği gibi soyan, tüm yalanlarına inanılan, her söylediği doğru ittihaz edilen, her gittiği yerde önünde eğilinen, her kapının açıldığı, suçlu olsam bile suçsuz sayılacağım biri olurdum. Çendan çektiğim acıların hiçbirini çekmez, hayat yolunda bu kadar yalnız yürümeye mahkûm olmazdım. Hayır, hayır şekva ettiğimden değildir bu sözlerim. Bilakis hayatımdan sonsuzcasına memnunum ve mutluyum. Münhasıran örtülü gerçeklerin üzerinden örtüyü kaldırıyorum. Olguyu izhar ve izah etmeye tevessül ediyorum. Derin gerçeklerden bahsediyorum. Ahlaksızca şikâyetlerde bulunmamak ve yaşadığımız dünya da mahkûm olduğumuz hayatta hiçbir suçumun olmadığını ilan etmek için. Ve dahi hiçbir suça ortak olmadığımı bağıra bağıra haykırmak için. Ne acıdır ki; bu topraklarda, okuyan, düşünen ve namuslu her insan her daim kaybetmiştir ve badema da kaybetmeye, suçlu olmaya, ezilmeye, sömürülmeye, köle olmaya mahkûmdur. Ömrümün tek gerçeğidir bu! Ömrümün doğruladığını, hiçbir fani yalanlayamaz, cesareti varsa ve yüreği yetiyorsa buyursun yalanlasın. Sonra da biz millet ve ülke olarak niye bu haldeyiz ve niçin âlem için terakki dünyası olan bu dünya bizim için tedenni dünyası oluyor diye sorar dururuz. Bizim hikâyemizin özeti budur. Hazin, hüzünlü ve acı değil mi?
NOT: Yılmaz
ÖZDİL’in, Soner YALÇIN’ın, Mustafa ÖZTÜRK’ün, İbrahim KİRAS’ın, İbrahim
KAHVECİ’nin, Necati DOĞRU’nun, Ahmet TAKAN’ın, Hüsnü MAHALLİ’nin son İKİ AYLIK
köşe yazılarını mutlaka ama mutlaka okuyun derim naçizane. Okuduysanız diyecek
bir şey yok, okumadıysanız farklı bir pencereden dünya nasıl görünüyor bir
görmeniz önemlidir bendenize göre ama elbette kendiniz için. Mühim olan
onaylamak ya da reddetmek değildir. Farklı pencerelerden de hayata bakmayı
denemektir. Analitik ve senkronize düşünme metotlarıyla ölçüp, biçip, tartıp en
doğru analizi yapıp, sağlıklı bir yargıya varmaktır. Bizleri düşünmek
kurtaracaktır. Tüm bunları sadece ama sadece kendiniz için yapın. Başkalarını
unutun. Çünkü size başkalarının değil, sadece kendinizin faydası olur,
olacaktır.
NOT: Bu arada
Yılmaz ÖZDİL’in MUSTAFA KEMAL ve SON CÜRET kitaplarını mutlaka okumanızı salık
veririm naçizane saygıdeğer güzelinsanlar, saygıdeğer vatan evlatları.
MUTLAKA İZLE: https://odatv4.com/doktora-yapan-gencin-isyani-21112059.html
NOT: Bir ilimizde
750 milyon dolar nasıl, niçin, ne adına çöpe gitti sor. Ha miktar bu değildir
farklıdır ne fark eder. İsterse 10 milyon dolar olsun önemsiz mi olur? Hesap sormazsan
izzetsizce ve şerefsizce yaşamaya layık ve mahkûm olursun.
EMROLUNDUĞUN
GİBİ DOSDOĞRU OL!