SADECE DÜŞÜNÜN...61...

Özgür DENİZ - 25.11.2020

Galiba bir filozoftu, ne kadar geriye giderseniz o kadar ileriyi görebilirsiniz ve yeniden başlamak ve geldiğiniz yerin neresi olduğunu bilmek için en başa geri dönmelisiniz diyordu. Bizim başa, en başa dönmekten başka çaremiz yok. Çünkü kendimizin ve olguların nereden nereye geldiklerini görmek için, hem kendimizin ilk başladığımız ana hem de olguların asıl kaynağına geri dönmek iktiza ediyor. Misal; İslam’ı bilmek için Hz. Muhammed’e, Marksizm’i bilmek için Marks’a, Kemalizm’i bilmek için Mustafa Kemal Atatürk’e, Türk’ü bilmek için Oğuz Kağan’a geri dönmek zorundayız. Ve bu olguların ve kişiliklerin her birini teşrih masasına yatırmak zorundayız. Zira hayatlarımızı ve hayatlarımızı doğru çizgi dışında yönlendiren yanlışları tashih etmemizin başka çıkar yolu yoktur. Bir de her şeyi bilgi temelinde müzakere etmemiz icap ediyor. Çünkü bilgi olmadan müzakere olmaz. Müzakerenin olmadığı yerde müsademe vardır, bu da bilgisizliğin neticesidir. Bilakis yaşadığımız hal üzere ve öğrendiğimiz şekilde yürüyüp gidecez ama hep yanlış öğrendiklerimizle yanlış yaşamlarımıza devam edip gidecez ve aldanmak mutlak kaderimiz olacaktır. Şiddeti, tehdidi, kuvveti yaşam yolu bilen cahillerin elinde kul, köle olacaz. Akla mı tabi olmak istersiniz, kör şiddete mi? Bizler ne acıdır ki, ağzından kan, intikam, şiddet, tehdit fışkıranların yolunu yol biliyoruz ve onların kuyruklarına takılıp gidiyoruz. Aklı önder bilmiyoruz. Bu yüzden de hayatın güzelliklerini kaçırıyoruz, çünkü o güzellikleri bize sunacak olanlara ihanet ediyoruz. Binaenaleyh, hayatımızı yönlendiren iki önemli olguyu yani milliyetimiz ve dinimizi ve sair olguları, kişilikleri öğrenmek için ve nerede olduğumuzun farkına varmak için yeniden başa dönemliyiz, ilk nerede, nasıl, ne şekilde başlamışsak ve ilk başta kim idiysek bilmek zorundayız. Ki, kimse kendimizle ve olgularla, kişilerle bizleri aldatamasın, uyutamasın, sömüremesin. Çünkü bilirsen kolayca kanmazsın. Bilirsen, sana bir şey getirenin kim olduğunu ve ne getirdiğini, niçin getirdiğini, nasıl getirdiğini, bunun sonucunda neyi beklediğini sorarsın. İllaki cevap vermek zorunda hissedecektir. Vermek istemiyorsa da bunu hissettirecektir. İşte o an idrak edeceksin neyin ne olduğunu. Ya gelenin yüzüne tüküreceksin ya da buyur edip dünyana misafir edeceksin, dinleyip, anlayacaksın. Bizim dilimiz var ve o dil bize konuşalım diye verildi. Köpek gibi didişelim diye değil! Üstat Cemil Meriç ne demişti; hayvanlar hırlaşır, insanlar konuşur. Biz hırlaşanların ve leşi paylaşanların kulu, kölesi, köpeği değiliz!

Tarih: 25.11.2020 Okunma: 347

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?