Galiba bir filozoftu, ne kadar geriye
giderseniz o kadar ileriyi görebilirsiniz ve yeniden başlamak ve geldiğiniz
yerin neresi olduğunu bilmek için en başa geri dönmelisiniz diyordu. Bizim
başa, en başa dönmekten başka çaremiz yok. Çünkü kendimizin ve olguların
nereden nereye geldiklerini görmek için, hem kendimizin ilk başladığımız ana
hem de olguların asıl kaynağına geri dönmek iktiza ediyor. Misal; İslam’ı
bilmek için Hz. Muhammed’e, Marksizm’i bilmek için Marks’a, Kemalizm’i bilmek
için Mustafa Kemal Atatürk’e, Türk’ü bilmek için Oğuz Kağan’a geri dönmek
zorundayız. Ve bu olguların ve kişiliklerin her birini teşrih masasına yatırmak
zorundayız. Zira hayatlarımızı ve hayatlarımızı doğru çizgi dışında yönlendiren
yanlışları tashih etmemizin başka çıkar yolu yoktur. Bir de her şeyi bilgi
temelinde müzakere etmemiz icap ediyor. Çünkü bilgi olmadan müzakere olmaz.
Müzakerenin olmadığı yerde müsademe vardır, bu da bilgisizliğin neticesidir. Bilakis
yaşadığımız hal üzere ve öğrendiğimiz şekilde yürüyüp gidecez ama hep yanlış
öğrendiklerimizle yanlış yaşamlarımıza devam edip gidecez ve aldanmak mutlak
kaderimiz olacaktır. Şiddeti, tehdidi, kuvveti yaşam yolu bilen cahillerin
elinde kul, köle olacaz. Akla mı tabi olmak istersiniz, kör şiddete mi? Bizler
ne acıdır ki, ağzından kan, intikam, şiddet, tehdit fışkıranların yolunu yol
biliyoruz ve onların kuyruklarına takılıp gidiyoruz. Aklı önder bilmiyoruz. Bu yüzden
de hayatın güzelliklerini kaçırıyoruz, çünkü o güzellikleri bize sunacak
olanlara ihanet ediyoruz. Binaenaleyh, hayatımızı yönlendiren iki önemli olguyu
yani milliyetimiz ve dinimizi ve sair olguları, kişilikleri öğrenmek için ve
nerede olduğumuzun farkına varmak için yeniden başa dönemliyiz, ilk nerede,
nasıl, ne şekilde başlamışsak ve ilk başta kim idiysek bilmek zorundayız. Ki,
kimse kendimizle ve olgularla, kişilerle bizleri aldatamasın, uyutamasın,
sömüremesin. Çünkü bilirsen kolayca kanmazsın. Bilirsen, sana bir şey getirenin
kim olduğunu ve ne getirdiğini, niçin getirdiğini, nasıl getirdiğini, bunun
sonucunda neyi beklediğini sorarsın. İllaki cevap vermek zorunda hissedecektir.
Vermek istemiyorsa da bunu hissettirecektir. İşte o an idrak edeceksin neyin ne
olduğunu. Ya gelenin yüzüne tüküreceksin ya da buyur edip dünyana misafir
edeceksin, dinleyip, anlayacaksın. Bizim dilimiz var ve o dil bize konuşalım
diye verildi. Köpek gibi didişelim diye değil! Üstat Cemil Meriç ne demişti;
hayvanlar hırlaşır, insanlar konuşur. Biz hırlaşanların ve leşi paylaşanların
kulu, kölesi, köpeği değiliz!
SADECE DÜŞÜNÜN...61...
Özgür DENİZ - 25.11.2020
Tarih: 25.11.2020
Okunma: 347
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.