ASGARİ ÜCRET...

Özgür DENİZ - 05.12.2020

Şimdi devlet dediğimiz bir aygıt var mıdır? Düşünelim, anlayalım, hissedelim ve nihayetinde, varılan yargıya göre sessiz ya da sesli eylemimizi ortaya koyalım. Doğru ya da yanlış, vardığımız yargıya göre konumlandıralım kendimizi. Olguyu, tüm boyutlarıyla irdelemeden, anlamadan, idrak etmeden ve hissetmeden asla doğru bir sonuca mülaki olamayız. Olguyu, teşrih masasına yatırıp, sağlıklı bir şekilde analiz edemezsek, o olgudan sadır olan yahut o olgunun kaynaklık teşkil ettiği olayı sağlıklı bir şekilde tetkik edemeyiz. Binaenaleyh, bir olguyu tüm teferruatlarıyla tafsilatlı olarak ve dip derinliğine değin iyice anlamak ve kavramak sonsuzcasına önemlidir. Bilmenin hiçbir işe yaramadığını defaatle vurguladık. Sonucu tayin edecek olan her zaman eylemdir. Eylem ise, anlamanın ve hissetmenin meyvesidir. Eylemimiz olmadığı zaman, hayatımızın her anını fasılasız nutuk atarak geçirilelim istersek, beş para etmez. Nutuk attığımız için saygın olamayız ama eylem ortaya koyduğumuz zaman kimseden saygınlık beklemeye de gerek yoktur, zaten saygınızdır. Mezkûr aygıt var değil mi? Müşahhas bir olgu olarak olmasa da mücerret bir olgu olarak karşımızda duruyor ve adına devlet deniyor ama yine de muayyen kurumlar tavassutu ile müşahhas bir hal alıyor. Biz mevcut duruma göre fikir beyan edeceğiz. Bir devlet olmalı mı, olmamalı mı, devlet iyi bir şey midir, kötü bir şey mi, devletsiz yaşmak kabil midir yoksa devlet kader midir üzerinde konuşmayacağız. Varsa ve kendisine devlet deniyorsa, nasıl bir devlet olmalıdır onu konuşacağız. Olmamalıysa, niçin ve nasılını başka bir zamana bırakacağız. Devletin nereden doğduğu, nasıl ve niçin doğduğu, kimler eliyle ve kimler için doğduğu ise çok başka zamanların konusudur. Devlet, ilk evvelde, yeryüzündeki mutlak otorite demektir naçizane telakkime göre ve realite bağlamında. Gerek bireysel, gerekse toplumsal hayatı tanzim eden, çekip çeviren, yasaları dizayn eden, üzerinde başka güç tanımayan, silahlı güçleri tavassutu ile her güce diz çöktüren, herkese boyun eğdiren, ödüllendiren yahut tecziye eden, alan ya da veren, yaşatan ya da öldüren, mülkü inhisarında tutan ve istediği gibi pay eden bir otoriteden bahsediyoruz. Devlet kimindir, kimin olmalıdır, nasıl yönetilmelidir yahut yöneten kendisiyse nasıl yönetmelidir, devletin düşüncesi olur mu, münhasıran birilerine mi aittir yoksa herkesin midir? En basit haliyle izah edecek olursak, devlet, kuvvetle muhtemeldir ki, birilerinin inhisarlarına geçirdikleri herkese ait olan mülkü, o birileri adına koruma görevini deruhte etmek için tezahür etmiş ama herkesinmiş gibi lanse edilmiş bir aygıt gibi sanki. Çünkü müşahhas eylemler böylesi bir neticeye varmamıza vesile oluyorlar. Zira devlet, tarih süreci içerisinde, her daim, o birileri arasına paylaşılan güç olarak kendini göstermiştir. O birileri arasında dönüp duran ve pay edilen bir mülk hüviyetine malik olmuştur, bu özelliğiyle de bugüne kadar varolagelmiştir. O birileri devlete malik olmuşlar ama herkes o birilerinin malik olup istediği gibi istimal ettiği devlet adına canlarından feragat etmişlerdir. Filhakika, adalet, devlet nezdinde kadim bir sorun olmuştur bu sebeple. Bugünde aynı şey olmaktadır. Bunu tolere etmeli, beynimize kazımalı ve ona göre eylemimizi tayin etmeliyiz. Olguyu kavramadan, nasıl bir olay ortaya koyacağımızı bilemeyiz. Olguyu idrak etmek, olayı anlamak ve bir olay ortaya koymak için büyük öneme maliktir. Eğer, devlet, münhasıran birilerine aitse izleyeceği yol bellidir, yok herkese aitse yine izleyeceği yol bellidir ve izlediği yoldan da devletin mahiyeti hakkında bilgi sahibi olmak kolaydır. Devlet, şayet, münhasıran o birilerine ait bir şey ise, daima o birilerinin çıkarlarını gözetmek, rantlarını korumak, o birilerine güç sunmak zorunda kalacaktır. Yok, eğer herkese ait ise de, herkesin çıkarlarını korumak, herkesin çıkarlarını tehdit eden ve tehlikeye atan güç odaklarının önünde herkes adına barikat olmak, herkesin itibarlı yaşaması için zenginliklerden herkesin eşit istifade etmeleri adına olanca heybetiyle kendini ortaya koymak ve gücünü göstermek zorundadır. Devletin kılıcı, devlet adına devletin yasalarını tatbik eden güç odaklarının kılıçlarından keskindir ve adaletle kesmelidir. Devlet demek, adalet demektir. Adalet ölürse, devlette ölür. Kalplerde ölen devletin, var olması, var olduğunu sanması aymazlıktan başka bir şey değildir. Devletlerin ölümü insanların ölümüne benzemez elbette, insanlar bir anda ölürler ama devletler tedricen ölürler ve ölüm anları geldiğinde yapacak hiçbir şey yoktur. İnsanların ölümü dar bir çevreyi ilgilendirirken, devletlerin ölümüyle birlikte yekpare bir insanlıkta ölür. Devletin gücünden münhasıran birileri yararlanıp ta, birileri o güçten yararlananlar için yaralanmak zorunda mıdırlar ve böylesi bir durum muvacehesinde varolan devleti herkesin tolere etmesi kabil-i mümkün müdür? İşte sorunun mahreci birazda burasıdır. Devlet dediğimiz aygıt, tarih süreci içerisinde iyi bir imtihan verememiştir maateessüf. Daima kötülüklerin kaynağı, zulümlerin mahreci, adaletsizliklerin babası olarak tecessüm etmiştir zihinlerde ve kalplerde. Binaenaleyh, insanlık toprağında da kargaşa, terör, bozgunculuk, isyan hiçbir vakit nihayete ermemiştir, erdirilememiştir. Hatta ne acıdır ki, tüm bu olaylar devletin gücüne güç katmış ve devletin kutsanmasına yol açmıştır. Kutsanan devlette, insanlarını bir köle ve kul olarak görmüş, onlar üzerinde gücünü dilediğince istimal etmiştir. Velakin nice devletler, tarih sahnesinden, münhasıran bu sebeplerle çekilip gitmişlerdir. Çünkü devleti yaşatan adalettir. Tabir caizse, adalet, devletin dinidir. Adaleti yok olmuş devlet dinsiz bir devlettir. Bir kere devletin varlığı, insanların varlığına merbuttur. İnsan yoksa devletin hiçbir anlamı da, kıymeti de yoktur. Zira insanların, terleri, yaşları, kanları, emekleri ile devlet bir anlam kesbeder. Öyleyse insan yaşamalıdır ki, devlette yaşayabilsin. Ama yaşayan devlette yine dönüşümlü olarak herkesi yaşatabilsin, münhasıran birilerini değil. Münhasıran birilerini yaşatan devlet zaman içerisinde herkesi karşısına alacaktır ve yaşama alanı daralacaktır. Çünkü hakkı yenen insanlar, hele de hakkının devlet tavassutu ile yendiğini sezen insanlar bundan rahatsız olacaklardır. Rahatsız olanlar rahat durmazlar ve rahatta vermezler. Bunu en iyi şekilde, devletler bilirler. Bu yüzden devlet, elinde bulundurduğu adalet kılıcını doğru ve etkili olarak istimal etmelidir, acımamalıdır, birilerinin faydasını değil herkesin yararını gözetmelidir. Haddizatında devletleri yaşatan da birazda hatta daha fazlasıyla da, o birileri değil, birilerinden olmayan herkestir. Binaenaleyh, devlet o birilerine değil, birileri dışında olan herkese kulak vermeli, onların itibarını ve rahatını daha çok düşünmelidir. Devlet, kendini yaşatanı yaşatmak için seferber etmelidir tüm gücünü. Kendini yaşatanlar, devletten umutlarını keserlerse, devletin yaşattığı birilerinin gücü devleti yaşatmaya kifayet etmez, zaten o birileri de yaşamayacak olan devletin yanında durmazlar. Bunu da en iyi devletler bilirler. Devleti ayakta tutan, birilerinin parası değil, birilerinden olmayan herkesin dualarıdır. Keza devleti yok edecek olan da yine o birilerinin paraları değil, birilerinden olmayan herkesin dualarıdır. Bu yüzden devlet bin düşünüp bir karar vermeli ama o kararı da çok isabetli vermeli ve yaralanmamalıdır. Yaralı aslanın hükmü yoktur. Devlet, herkesin olduğunu, herkes için varolduğunu ve herkesi mutlu etmesi gerektiğini asla ve kata unutmamalıdır. Bunu unutan devletin kendisi de unutulmaya mahkûmdur. Devlet demek, tüm ırklar, tüm dinler, tüm renkler, tüm kokular demektir biraz da ve tüm bu farklılıkları bir araya getirip, bunlardan bir armoni oluşturup, bunları adaletle bir arada tutmak demektir ama her birinin varlığını da koruyarak. Çünkü küçücük bir kıvılcım ateşe dönüşebilir ve büyük yangınlara sebebiyet verebilir, binaenaleyh kıvılcım ateşe evrilmeden adaletle söndürmek gerektir, ateş yangına dönüştükten sonra hiçbir çaba ve çare fayda etmez. Tüm bu izahlardan sonra, hayat diye bir şey var değil mi ve o hayatı yaşayan insanlar var değil mi? Hayatın çok zor olduğu ve insanlarında yaşamakta haddinden fazla zorlandıkları gerçek değil mi? İnsana, yaşaması için, ev gerek, araba gerek, yiyecek, içecek, giyecek gerek, eğlenmek gerek değil mi? Bunları elde etmek için de o kahrolasıca para gerek değil mi? İnsanlar bir toprak üzerinde, bir devlet çatısı altında yaşıyorlar değil mi? O devlet vergiyi insanları tefrik etmeden herkesten topluyor değil mi? Kimisi az, kimisi çok veriyor olabilir ama böyle olduğu için çok verenle az veren arasında eşitsizlik yapamaz ve eşitsizlik yapmasına haklı gerekçeler üretemez değil mi? Birileri devlete egemen olduğu için devlet gücünden dilediğince istifade edipte, birileri münhasıran yönetilen oldukları için devlet gücünden mahrum kalabilirler mi? Birileri güçlü diye, güçten mahrum olanlara üstün olabilirler mi? Böyle bir şeyin olması sözkonusu bile olamaz, olursa olacak olan da bellidir. Şimdi küçücük bir azınlık, bu topraklarda, bu devletin çatısı altında, bu devletin gücünü istimal ederek dilediklerince dem sürerlerken, büyük bir çoğunluk sefalet içinde yaşamaya, mezellet ve meskenete mahkûm kalmaya seza mıdırlar? Ne münasebet, böylesi bir şeyi düşünmek bile ahlaksızlıktır, soysuzluktur. Çünkü devlet münhasıran birilerin değil, herkesin babasıdır ve herkese bihakkın babalık yapmalıdır. Şayet birilerine babalık yapacaksa, her şeyi de o birilerinden beklemelidir, tüm fedakârlıkları ve feragat edilecek canları. Oysa tüm fedakârlıkları yapanda, canlarından feragat eden de, vergisini kuruşu kuruşuna ödeyen de, askerliğini yapan da o birilerinin dışında kalan herkestir. Devletin itibarı, herkesin itibarlı yaşamasına merbuttur. İnsanlarının itibarı olmayan devletin ne itibarı vardır ne de o devlet muteber bir devlettir. Devlet israf edemez, devlet bol keseden harcayamaz. Böyle yapıpta kendini acze düşüremez ve insanlarının yaşamlarından feragat etmelerini isteyemez. Feragat etmesi ve insanlarını en güzel şekilde yaşatması gereken bizatihi devletin kendisidir. Birilerinin canı varsa, herkesin de canı vardır. Birilerinin ihtiyacı varsa, herkesin de ihtiyacı vardır. Birilerinin evladı onların kuzularıysa, herkesin evladı da kendi kuzusudur. Kimsenin kimseden daha fazla ihtiyacı olamaz. Kimse kimseden üstün değildir ve daha eşit değildir. Çünkü herkesin tek bir tane midesi vardır, bin tane değil. Birileri kaymaklı bal yerken, birileri çöplükten ekmek topluyorsa, orada insanlıktan söz edilemez. Birileri demi devran sürüyorsa, insanların neler çektiklerinden bihaberse, hiç acı görmediği için çekilen acıların neler olduğuna körse, kendisi yoksulluğu yaşamadığı için yaşanılan yoksulluğu hissetmiyorsa, işte orada iflah olmayan bir zulüm vardır. Birilerinin çocukları ne isterlerse önlerine konuyorsa ama herkesin çocukları istediklerinde yokluğun yaşattığı ıstırapla ancak azar işitiyorlarsa ebeveynlerinden orada sevgiden, sevinçten, mutluluktan söz edilemez. Herkesin çocuğu sevgiyle yaşamak zorundadır. Herkesin çocuğu gelecekte uğruna canından feragat edeceği devletinden her türlü imkânı kendisi içinde sunmasını istemeye hak sahibidir. Devlette sunmak zorundadır. Sunmamak için bahane üretemez. Devlet, bahane üretmek yeri değildir, behemehâl istekleri, beklentileri karşılamak yeridir. Devlet birilerinin israfını tolere etmek ve o israfın bedelini başkalarına ödetmek yeri değildir. Devlet, demir yumruğunu herkesin tepesine eşit indirmek zorundadır. Birileri devletin ipek eldiveni ile karşılanıyor, birileri de demir yumruğunu yemek zorunda kalıyorsa, orada iyi giden ve iyi olan hiçbir şey yoktur. Yaşam herkes içindir ve bu yaşamda herkesin bir tek midesi vardır. İyi ve güzel yaşamakta, herkesin anasının ak sütü gibi helalidir. Ama böylesi bir yaşamda, yaşadığımız dünyada devletin elindedir. Devlette burada adaletini konuşturmalıdır, gücünü kullanmaya tevessül etmemelidir. Öyleyse böylesi bir hayat muvacehesinde hayatı bilen devletin o hayatı yaşayan insanlarına karşı babalık yapması ve babalığını da adaletle bihakkın yapması ortak vicdanın muktezasıdır ve ortak güzelliğin supabıdır. Hayat ne kadar acımasız ve zordur bunu herkes görmekte, bilmekte, yaşamakta ve hissetmektedir. Tabi ki devlette bilmektedir. Öyleyse böylesi bir hayat muvacehesinde devletin yapacağı olmazsa olmaz bir şey vardır; herkesin evine en az 5000 TL girmesini sağlamaktır. Çünkü 5000 TL girmeyen evde insan onuruna seza bir yaşam yoktur ve olması da muhal ender muhaldir. Ve bizim zenginliklerimiz buna kifayet eder yemine derim. Yeter ki soysuzca çarçur edilmesin. Herkesin terinin, yaşının, kanının, emeğinin, vergisinin, canının üzerinde müesses olan devletin behemehâl yapması icap eden vazifesidir bu. Bunu yapmıyorsa varlığından söz etmek nasıl kabil olacaktır? Binaenaleyh, isticalen, hiçbir bahane üretmeden, laga luga yapmadan, evirip çevirmeden, amasız ve fakatsız olarak bu sağlanmalıdır, yasaya, kanuna ihtiyaç varsa bunun için, isticalen tanzim edilmeli ve yürürlüğe sokulmalıdır. Çünkü her bir insan tekinin onurlu yaşamaya hakkı vardır. Bu dünyaya sefalet denizinde yüzmeye ve acılar içinde boğulmaya doğmamıştır hiçbir insan teki. Bu görev ve sorumlulukta devletin uhdesindedir ve devlet üzerine düşen görev ve sorumluluğu bihakkın ifa etmelidir. Zira bilinmelidir ki; sorumluluk ağırdır, ölümün ağırlığı bile o ağırlığın yanında hafif kalır. Söyleyecek şey çok ama söz ağırlığını kaybetmesin.

Tarih: 05.12.2020 Okunma: 434

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?