Şimdi devlet dediğimiz bir aygıt var mıdır? Düşünelim,
anlayalım, hissedelim ve nihayetinde, varılan yargıya göre sessiz ya da sesli
eylemimizi ortaya koyalım. Doğru ya da yanlış, vardığımız yargıya göre
konumlandıralım kendimizi. Olguyu, tüm boyutlarıyla irdelemeden, anlamadan,
idrak etmeden ve hissetmeden asla doğru bir sonuca mülaki olamayız. Olguyu, teşrih
masasına yatırıp, sağlıklı bir şekilde analiz edemezsek, o olgudan sadır olan
yahut o olgunun kaynaklık teşkil ettiği olayı sağlıklı bir şekilde tetkik
edemeyiz. Binaenaleyh, bir olguyu tüm teferruatlarıyla tafsilatlı olarak ve dip
derinliğine değin iyice anlamak ve kavramak sonsuzcasına önemlidir. Bilmenin
hiçbir işe yaramadığını defaatle vurguladık. Sonucu tayin edecek olan her zaman
eylemdir. Eylem ise, anlamanın ve hissetmenin meyvesidir. Eylemimiz olmadığı
zaman, hayatımızın her anını fasılasız nutuk atarak geçirilelim istersek, beş
para etmez. Nutuk attığımız için saygın olamayız ama eylem ortaya koyduğumuz
zaman kimseden saygınlık beklemeye de gerek yoktur, zaten saygınızdır. Mezkûr
aygıt var değil mi? Müşahhas bir olgu olarak olmasa da mücerret bir olgu olarak
karşımızda duruyor ve adına devlet deniyor ama yine de muayyen kurumlar
tavassutu ile müşahhas bir hal alıyor. Biz mevcut duruma göre fikir beyan
edeceğiz. Bir devlet olmalı mı, olmamalı mı, devlet iyi bir şey midir, kötü bir
şey mi, devletsiz yaşmak kabil midir yoksa devlet kader midir üzerinde
konuşmayacağız. Varsa ve kendisine devlet deniyorsa, nasıl bir devlet olmalıdır
onu konuşacağız. Olmamalıysa, niçin ve nasılını başka bir zamana bırakacağız.
Devletin nereden doğduğu, nasıl ve niçin doğduğu, kimler eliyle ve kimler için
doğduğu ise çok başka zamanların konusudur. Devlet, ilk evvelde, yeryüzündeki
mutlak otorite demektir naçizane telakkime göre ve realite bağlamında. Gerek
bireysel, gerekse toplumsal hayatı tanzim eden, çekip çeviren, yasaları dizayn
eden, üzerinde başka güç tanımayan, silahlı güçleri tavassutu ile her güce diz
çöktüren, herkese boyun eğdiren, ödüllendiren yahut tecziye eden, alan ya da
veren, yaşatan ya da öldüren, mülkü inhisarında tutan ve istediği gibi pay eden
bir otoriteden bahsediyoruz. Devlet kimindir, kimin olmalıdır, nasıl
yönetilmelidir yahut yöneten kendisiyse nasıl yönetmelidir, devletin düşüncesi
olur mu, münhasıran birilerine mi aittir yoksa herkesin midir? En basit haliyle
izah edecek olursak, devlet, kuvvetle muhtemeldir ki, birilerinin inhisarlarına
geçirdikleri herkese ait olan mülkü, o birileri adına koruma görevini deruhte
etmek için tezahür etmiş ama herkesinmiş gibi lanse edilmiş bir aygıt gibi
sanki. Çünkü müşahhas eylemler böylesi bir neticeye varmamıza vesile oluyorlar.
Zira devlet, tarih süreci içerisinde, her daim, o birileri arasına paylaşılan
güç olarak kendini göstermiştir. O birileri arasında dönüp duran ve pay edilen
bir mülk hüviyetine malik olmuştur, bu özelliğiyle de bugüne kadar varolagelmiştir.
O birileri devlete malik olmuşlar ama herkes o birilerinin malik olup istediği
gibi istimal ettiği devlet adına canlarından feragat etmişlerdir. Filhakika,
adalet, devlet nezdinde kadim bir sorun olmuştur bu sebeple. Bugünde aynı şey
olmaktadır. Bunu tolere etmeli, beynimize kazımalı ve ona göre eylemimizi tayin
etmeliyiz. Olguyu kavramadan, nasıl bir olay ortaya koyacağımızı bilemeyiz.
Olguyu idrak etmek, olayı anlamak ve bir olay ortaya koymak için büyük öneme
maliktir. Eğer, devlet, münhasıran birilerine aitse izleyeceği yol bellidir,
yok herkese aitse yine izleyeceği yol bellidir ve izlediği yoldan da devletin
mahiyeti hakkında bilgi sahibi olmak kolaydır. Devlet, şayet, münhasıran o
birilerine ait bir şey ise, daima o birilerinin çıkarlarını gözetmek,
rantlarını korumak, o birilerine güç sunmak zorunda kalacaktır. Yok, eğer
herkese ait ise de, herkesin çıkarlarını korumak, herkesin çıkarlarını tehdit
eden ve tehlikeye atan güç odaklarının önünde herkes adına barikat olmak,
herkesin itibarlı yaşaması için zenginliklerden herkesin eşit istifade etmeleri
adına olanca heybetiyle kendini ortaya koymak ve gücünü göstermek zorundadır.
Devletin kılıcı, devlet adına devletin yasalarını tatbik eden güç odaklarının
kılıçlarından keskindir ve adaletle kesmelidir. Devlet demek, adalet demektir.
Adalet ölürse, devlette ölür. Kalplerde ölen devletin, var olması, var olduğunu
sanması aymazlıktan başka bir şey değildir. Devletlerin ölümü insanların
ölümüne benzemez elbette, insanlar bir anda ölürler ama devletler tedricen
ölürler ve ölüm anları geldiğinde yapacak hiçbir şey yoktur. İnsanların ölümü
dar bir çevreyi ilgilendirirken, devletlerin ölümüyle birlikte yekpare bir
insanlıkta ölür. Devletin gücünden münhasıran birileri yararlanıp ta, birileri
o güçten yararlananlar için yaralanmak zorunda mıdırlar ve böylesi bir durum
muvacehesinde varolan devleti herkesin tolere etmesi kabil-i mümkün müdür? İşte
sorunun mahreci birazda burasıdır. Devlet dediğimiz aygıt, tarih süreci
içerisinde iyi bir imtihan verememiştir maateessüf. Daima kötülüklerin kaynağı,
zulümlerin mahreci, adaletsizliklerin babası olarak tecessüm etmiştir
zihinlerde ve kalplerde. Binaenaleyh, insanlık toprağında da kargaşa, terör,
bozgunculuk, isyan hiçbir vakit nihayete ermemiştir, erdirilememiştir. Hatta ne
acıdır ki, tüm bu olaylar devletin gücüne güç katmış ve devletin kutsanmasına
yol açmıştır. Kutsanan devlette, insanlarını bir köle ve kul olarak görmüş,
onlar üzerinde gücünü dilediğince istimal etmiştir. Velakin nice devletler,
tarih sahnesinden, münhasıran bu sebeplerle çekilip gitmişlerdir. Çünkü devleti
yaşatan adalettir. Tabir caizse, adalet, devletin dinidir. Adaleti yok olmuş
devlet dinsiz bir devlettir. Bir kere devletin varlığı, insanların varlığına
merbuttur. İnsan yoksa devletin hiçbir anlamı da, kıymeti de yoktur. Zira
insanların, terleri, yaşları, kanları, emekleri ile devlet bir anlam kesbeder. Öyleyse
insan yaşamalıdır ki, devlette yaşayabilsin. Ama yaşayan devlette yine
dönüşümlü olarak herkesi yaşatabilsin, münhasıran birilerini değil. Münhasıran
birilerini yaşatan devlet zaman içerisinde herkesi karşısına alacaktır ve
yaşama alanı daralacaktır. Çünkü hakkı yenen insanlar, hele de hakkının devlet
tavassutu ile yendiğini sezen insanlar bundan rahatsız olacaklardır. Rahatsız
olanlar rahat durmazlar ve rahatta vermezler. Bunu en iyi şekilde, devletler
bilirler. Bu yüzden devlet, elinde bulundurduğu adalet kılıcını doğru ve etkili
olarak istimal etmelidir, acımamalıdır, birilerinin faydasını değil herkesin
yararını gözetmelidir. Haddizatında devletleri yaşatan da birazda hatta daha
fazlasıyla da, o birileri değil, birilerinden olmayan herkestir. Binaenaleyh,
devlet o birilerine değil, birileri dışında olan herkese kulak vermeli, onların
itibarını ve rahatını daha çok düşünmelidir. Devlet, kendini yaşatanı yaşatmak
için seferber etmelidir tüm gücünü. Kendini yaşatanlar, devletten umutlarını
keserlerse, devletin yaşattığı birilerinin gücü devleti yaşatmaya kifayet
etmez, zaten o birileri de yaşamayacak olan devletin yanında durmazlar. Bunu da
en iyi devletler bilirler. Devleti ayakta tutan, birilerinin parası değil,
birilerinden olmayan herkesin dualarıdır. Keza devleti yok edecek olan da yine
o birilerinin paraları değil, birilerinden olmayan herkesin dualarıdır. Bu
yüzden devlet bin düşünüp bir karar vermeli ama o kararı da çok isabetli
vermeli ve yaralanmamalıdır. Yaralı aslanın hükmü yoktur. Devlet, herkesin
olduğunu, herkes için varolduğunu ve herkesi mutlu etmesi gerektiğini asla ve
kata unutmamalıdır. Bunu unutan devletin kendisi de unutulmaya mahkûmdur.
Devlet demek, tüm ırklar, tüm dinler, tüm renkler, tüm kokular demektir biraz
da ve tüm bu farklılıkları bir araya getirip, bunlardan bir armoni oluşturup,
bunları adaletle bir arada tutmak demektir ama her birinin varlığını da
koruyarak. Çünkü küçücük bir kıvılcım ateşe dönüşebilir ve büyük yangınlara
sebebiyet verebilir, binaenaleyh kıvılcım ateşe evrilmeden adaletle söndürmek
gerektir, ateş yangına dönüştükten sonra hiçbir çaba ve çare fayda etmez. Tüm
bu izahlardan sonra, hayat diye bir şey var değil mi ve o hayatı yaşayan
insanlar var değil mi? Hayatın çok zor olduğu ve insanlarında yaşamakta
haddinden fazla zorlandıkları gerçek değil mi? İnsana, yaşaması için, ev gerek,
araba gerek, yiyecek, içecek, giyecek gerek, eğlenmek gerek değil mi? Bunları
elde etmek için de o kahrolasıca para gerek değil mi? İnsanlar bir toprak
üzerinde, bir devlet çatısı altında yaşıyorlar değil mi? O devlet vergiyi
insanları tefrik etmeden herkesten topluyor değil mi? Kimisi az, kimisi çok
veriyor olabilir ama böyle olduğu için çok verenle az veren arasında eşitsizlik
yapamaz ve eşitsizlik yapmasına haklı gerekçeler üretemez değil mi? Birileri
devlete egemen olduğu için devlet gücünden dilediğince istifade edipte,
birileri münhasıran yönetilen oldukları için devlet gücünden mahrum
kalabilirler mi? Birileri güçlü diye, güçten mahrum olanlara üstün olabilirler
mi? Böyle bir şeyin olması sözkonusu bile olamaz, olursa olacak olan da
bellidir. Şimdi küçücük bir azınlık, bu topraklarda, bu devletin çatısı
altında, bu devletin gücünü istimal ederek dilediklerince dem sürerlerken,
büyük bir çoğunluk sefalet içinde yaşamaya, mezellet ve meskenete mahkûm
kalmaya seza mıdırlar? Ne münasebet, böylesi bir şeyi düşünmek bile ahlaksızlıktır,
soysuzluktur. Çünkü devlet münhasıran birilerin değil, herkesin babasıdır ve
herkese bihakkın babalık yapmalıdır. Şayet birilerine babalık yapacaksa, her
şeyi de o birilerinden beklemelidir, tüm fedakârlıkları ve feragat edilecek
canları. Oysa tüm fedakârlıkları yapanda, canlarından feragat eden de,
vergisini kuruşu kuruşuna ödeyen de, askerliğini yapan da o birilerinin dışında
kalan herkestir. Devletin itibarı, herkesin itibarlı yaşamasına merbuttur.
İnsanlarının itibarı olmayan devletin ne itibarı vardır ne de o devlet muteber
bir devlettir. Devlet israf edemez, devlet bol keseden harcayamaz. Böyle
yapıpta kendini acze düşüremez ve insanlarının yaşamlarından feragat etmelerini
isteyemez. Feragat etmesi ve insanlarını en güzel şekilde yaşatması gereken bizatihi
devletin kendisidir. Birilerinin canı varsa, herkesin de canı vardır. Birilerinin
ihtiyacı varsa, herkesin de ihtiyacı vardır. Birilerinin evladı onların
kuzularıysa, herkesin evladı da kendi kuzusudur. Kimsenin kimseden daha fazla ihtiyacı
olamaz. Kimse kimseden üstün değildir ve daha eşit değildir. Çünkü herkesin tek
bir tane midesi vardır, bin tane değil. Birileri kaymaklı bal yerken, birileri
çöplükten ekmek topluyorsa, orada insanlıktan söz edilemez. Birileri demi
devran sürüyorsa, insanların neler çektiklerinden bihaberse, hiç acı görmediği
için çekilen acıların neler olduğuna körse, kendisi yoksulluğu yaşamadığı için
yaşanılan yoksulluğu hissetmiyorsa, işte orada iflah olmayan bir zulüm vardır. Birilerinin
çocukları ne isterlerse önlerine konuyorsa ama herkesin çocukları
istediklerinde yokluğun yaşattığı ıstırapla ancak azar işitiyorlarsa ebeveynlerinden
orada sevgiden, sevinçten, mutluluktan söz edilemez. Herkesin çocuğu sevgiyle
yaşamak zorundadır. Herkesin çocuğu gelecekte uğruna canından feragat edeceği
devletinden her türlü imkânı kendisi içinde sunmasını istemeye hak sahibidir. Devlette
sunmak zorundadır. Sunmamak için bahane üretemez. Devlet, bahane üretmek yeri
değildir, behemehâl istekleri, beklentileri karşılamak yeridir. Devlet
birilerinin israfını tolere etmek ve o israfın bedelini başkalarına ödetmek
yeri değildir. Devlet, demir yumruğunu herkesin tepesine eşit indirmek
zorundadır. Birileri devletin ipek eldiveni ile karşılanıyor, birileri de demir
yumruğunu yemek zorunda kalıyorsa, orada iyi giden ve iyi olan hiçbir şey
yoktur. Yaşam herkes içindir ve bu yaşamda herkesin bir tek midesi vardır. İyi
ve güzel yaşamakta, herkesin anasının ak sütü gibi helalidir. Ama böylesi bir
yaşamda, yaşadığımız dünyada devletin elindedir. Devlette burada adaletini
konuşturmalıdır, gücünü kullanmaya tevessül etmemelidir. Öyleyse böylesi bir
hayat muvacehesinde hayatı bilen devletin o hayatı yaşayan insanlarına karşı
babalık yapması ve babalığını da adaletle bihakkın yapması ortak vicdanın muktezasıdır
ve ortak güzelliğin supabıdır. Hayat ne kadar acımasız ve zordur bunu herkes
görmekte, bilmekte, yaşamakta ve hissetmektedir. Tabi ki devlette bilmektedir.
Öyleyse böylesi bir hayat muvacehesinde devletin yapacağı olmazsa olmaz bir şey
vardır; herkesin evine en az 5000 TL girmesini sağlamaktır. Çünkü 5000 TL
girmeyen evde insan onuruna seza bir yaşam yoktur ve olması da muhal ender
muhaldir. Ve bizim zenginliklerimiz buna kifayet eder yemine derim. Yeter ki
soysuzca çarçur edilmesin. Herkesin terinin, yaşının, kanının, emeğinin,
vergisinin, canının üzerinde müesses olan devletin behemehâl yapması icap eden
vazifesidir bu. Bunu yapmıyorsa varlığından söz etmek nasıl kabil olacaktır?
Binaenaleyh, isticalen, hiçbir bahane üretmeden, laga luga yapmadan, evirip
çevirmeden, amasız ve fakatsız olarak bu sağlanmalıdır, yasaya, kanuna ihtiyaç
varsa bunun için, isticalen tanzim edilmeli ve yürürlüğe sokulmalıdır. Çünkü
her bir insan tekinin onurlu yaşamaya hakkı vardır. Bu dünyaya sefalet
denizinde yüzmeye ve acılar içinde boğulmaya doğmamıştır hiçbir insan teki. Bu
görev ve sorumlulukta devletin uhdesindedir ve devlet üzerine düşen görev ve
sorumluluğu bihakkın ifa etmelidir. Zira bilinmelidir ki; sorumluluk ağırdır,
ölümün ağırlığı bile o ağırlığın yanında hafif kalır. Söyleyecek şey çok ama
söz ağırlığını kaybetmesin.
ASGARİ ÜCRET...
Özgür DENİZ - 05.12.2020
Tarih: 05.12.2020
Okunma: 434
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.