Hiçbir devirde, hiçbir zamanda doğruya
doğru, yanlışa yanlış demiyoruz. Diyemediğimiz durumlar var mıdır? Elbette
vardır ama o durumlar müstesnadır. Misal; şimdi herkesin de bildiği büyük
ahlaksızlıklar ve soygunlar vardır ama onları söylemeye ne yürek ne de dil
gerektir, münhasıran güç gerektir. İşte bu durumlardan söz ediyoruz. Ha onları
da söylersin ama gücün olması gerekir. Ama bizim mevzuya dâhil ettiğimiz yön
şurasıdır; zamanında söyleyebilme gücü olupta yani yanlışa yanlış deme gücü
olupta söylemeyen, demeyen namussuzların durumudur. Olguların gerçek
mahiyetlerini merak etmek diye bir derdimiz zaten yok. Olayları da kendi
çıkarlarımıza ve kendi tarafımızda duranların kazanıp kazanmayacaklarına göre
yorumluyoruz (((mühim olan ise insanın, insanlığımızın, insanlığın
kazanmasıdır))). Ama böyle yapınca bitevi kaybediyoruz. Devre göre yapılan her
şeyde, zevahire odaklanıp olan biten her şeyde bir hikmet arıyoruz. Oysa
olguları olaylaştıranların insan olduklarını bildiğimiz halde yani her bir
olguyu olaylaştıranın bizatihi insan dediğimiz varlık olduğu halde. Böylece
hakikatin ve ulvi değerlerin canına okuyoruz. Kaybeden de kendimiz oluyoruz.
Niçin? Aşağılık bir dünya umuru için. Değer mi? Değmez ama güya değdirmeye
çalışıyoruz beyhude yere. Zamanın, devrin, günlerin, insanların kölesi oluyoruz
bile isteye. Niye böyleyiz? Çünkü insan değiliz, insan gibi görünüyoruz. Bilmem
biri şu kimliğe sahipmişte, işte daha çok yapacağı işler varmışta, eleştirmek
yanlışmışta, yaptığı her türlü pisliği sineye çekmem gerekiyormuş da. Hadi ordan
pezevenk. Kimin pislik yapma hürriyeti varmışta haberimiz yokmuş, o hürriyeti
kim vermiş, kime vermiş, niçin ve nasıl vermiş? Oysa bizim yapmamız gereken şey;
tüm zamanlarda hakikate dokunmak ve karanlığın perdesini hakikat darbeleriyle
yırtıp atmaktır. Yani insan olmaya çalışmaktır. Bilakis nasıl insan olabiliriz?
Hakikatin tutsak olduğu yerde biz nasıl insanız diye ortaya çıkabiliriz ve kimi
inandırabiliriz böylesi büyük bir yalana? Böylesi bir durumda da, en ağır
tenkitleri ilk evvelde yönelteceğimiz yer kendimiziz yani insandır. Başkalarını
değiştirebilme şansımızın, ihtimalimizin, imkânımızın olabildiğince güç
olduğunun farkında olunarak yola çıkılması icap etmez mi? Kendimizi
değiştirmeden başkalarını nasıl değiştirebiliriz? Öyleyse, her zamanda ve her
zeminde, her şartta ve her koşulda olması icap eden en isabetli bir metodu da
düstur edinmemiz iktiza ettiği gün gibi aşikâr değil midir ve önerimizde bundan
başka bir yol, metot olabilir mi? Binaenaleyh, öz-eleştiri her zamanda,
devirde, dönemde elzem olan ve hayati ihtiyacımız olarak orada öylece duran bir
durumdur. Aksi durumda kendimizi hep doğru olarak göreceğiz, yanlışlarımızı
kabule yanaşmayacağız ve her şeyde bir hikmet arayıp duracağız, nihayetinde de
gayr-i insani bir yaşama kendi ellerimizle mahkûm ve layık olacağız. Sonra da
insan görünmekle insan olduğumuzu sanacağız.
İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...4...
Özgür DENİZ - 11.12.2020
Tarih: 11.12.2020
Okunma: 369
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.