İŞSİZLİK, DİJİTAL DÜNYA, AKILLI-SOSYAL MEDYA, DEVLETLERİN SONU MU?

İsmail Hakkı CENGİZ - 27.01.2021

Bu makale, bundan önce kaleme aldığım, birbirinin devamı olan dört yazının birleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Bir bütün hâlinde yayımlamanın faydalı olacağını düşündüm. Söz konusu yazılara küçük bazı ilaveler yapılmıştır.

1.    İŞSİZLİK ve DÖVİZ GİRİŞİ Konusundaki Bildiklerinizi Unutun!

İnternetin iyice yaygınlaşıp, nihayet, ceplerimize girdiği son on yıl içinde bambaşka bir “âlem”e, bambaşka bir “boyut”a geçtik!

Bu yeni âlemde, bütün kavramlar yeniden anlam kazanıyor.

Meselâ, “işsiz” demek, eli-kolu bağlı oturan, hiçbir geliri olmayan kişi anlamına gelmeyebilir.

Bakın, hepinizin yakından tanıdığı, muhtemelen defalarca alışveriş ettiği Trendyol adlı alışveriş sitesinin kurucusu Demet Mutlu ne diyor: “2020'de büyük çoğunluğu KOBİ olan 98 bin işletmemiz ve 1,1 milyon bireysel satıcımız, platformumuz üzerinden, 347 milyon adet ürün satışı gerçekleştirdi. Satıcılarımız, Trendyol'dan gelen siparişleri karşılamak için 360 bin kişiyi istihdam ediyor. Bununla birlikte platformumuzda gerçekleşen satışlar; ürün imalatı, kargo dağıtımı, paketleme, müşteri hizmetleri ve dijital pazarlama gibi birçok sektörü harekete geçiriyor.” (https://www.genelhaberler.com/haber/oku/36000)

Bu, “1.1 milyon bireysel satıcı”lar kim?

Hepsi kayıtlı, vergi numarası ve levhası olan satıcılar… Nitekim, Mutlu, “ekonomiyi kayıt altına alma konusunda da katkı sağlıyoruz”, diyor.

İnce dikkat, bu 1,1 milyon kişiye sadece bir tek alışveriş sitesi istihdam imkânı sağlıyor. Bunun gibi düzinelerce “dijital alışveriş sitesi” var. O vakit, şunu iddia edebiliriz: Bu siteler, düzinelerce milyon kişiye istihdam yaratıyorlar.

Acaba, onun için mi, “eski dünya” anlayışımızda “işsiz” sayılan milyonlarca insanın sesi çıkmıyor? Dijital dünyada “iş” yaptıkları, para kazandıkları için mi?

Öte yandan, yine bu “dijital âlem”de, meselâ, “ülkeye döviz girişi” demek, sadece “klasik ihracat”, “yurt dışındaki işçi” ve “turizm” kaynaklı döviz girişinden ibaret olmayabilir.

Amazon.com(.tr), alibaba.com(.tr) gibi alışveriş platformlarında, hem “istihdam yaratma” hem de döviz giriş-çıkışı önemli boyutlarda olabilir.

5 Ocak tarih ve “2021 Başında Vatandaşın ve Ülkenin -tuhaf- Ekonomik Durumu” başlıklı yazımızda hayretle bahsettiğimiz döviz mevduatındaki artışın bir kısmı buradan kaynaklanıyor olabilir.

2.    2010-2015 Arasında Yeni Bir DÜNYA Kuruldu

Dijital bir dünya!

Kim kurdu?

Tek kelimeyle,

TEK-NOLOJİ!

Yalnız bu tek kelimenin içinde; bilgi birikimi, gelişme, değişim, tarih, strateji, üst-ün akıl, politika, hegemonya arzusu, iktisat-ticaret, zamanın ruhu, iki lafın birinde kullanmayı pek sevdiğiniz “süreç” var.

Ben 1958 doğumluyum, babam 1933… On yıldan fazla oluyor, bir sohbetimiz esnasında, “baba, dedim, bu dünya benin doğduğum dünya değil, senin doğduğun dünya hiç değil”.

Aklıma, Necip Fazıl Üstadın, “Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir” mısraı geliyor. Acaba, yazarlar ve biz “gönüllü dijital” yazarlar da “ati”yi kurcalayan çilingirler miyiz?

Nitekim bugünkü dünyanın, benim doğduğum dünya ile uzaktan-yakından alâkası olmadığı gibi, artık, bugünün dünyası on sene öncesinin dünyası da değil!

Nasıl kuruldu?

Cep telefonuna karşı sonuna kadar direndim. Evlerde, işyerlerinde sabit, sokaklarda-caddelerde ankesörlü telefonlar varken gereksiz buldum. Fakat 2010’da, sabit telefonlar kalkınca cep telefonu almak zorunda kaldım.

Ben, cep telefonunu daha yeni cebime koymuşken, “akıllı telefonlar” çıkmış. Ona da direndim. Çevremdekiler, 2013-14’lerde “WhatsApp”tan bahsederken, ben, bön bön bakıyordum. Lâkin ona da 2015  Aralık sonlarında teslim oldum. Benim de “akıllı telefon” sahibi olmamla, “Dijital Dünya” kuruldu. Elbette ben dünyanın merkezi değilim. Ancak benim gibi, direnen milyonların da direnci kırılınca iş bitti.

ŞİMDİ…

Farkında olsak da olmasak da bu dünya kurulmuş vaziyette… Dirensek de karşı çıksak da dövünsek de bağırsak, tepinsek de bunu engelleyemeyiz.

En iyisi, en doğrusu bu yeni dünyaya uyum sağlamak, en az hasarı almak! Mümkünse ki çok mümkün, bu dünyadan yararlanmak, bunu fırsata çevirmek!

Dijital dünyayı kurdular; küçültüp küçültüp avucumuzun içine koydular.

Devletler arasındaki fizikî sınırlarda tel örgüler çekilirken hatta duvarlar yükseltilirken, avucumuzun içindeki dünyada, hiçbir sınır, hiçbir engel kalmadı.

Artık tamamen farklı bir dünyada yaşıyoruz. “Tek Devlet” gibi bişey: Dijital Dünya Devleti!

Peki, bu dijital dünya iyi mi, kötü mü, yararlı mı, zararlı mı, “fırsat” mı, “karmaşa” mı?

Bir önceki yazımızda bunun çok büyük bir yararından bahsettik: Ülkenin ve dünyanın her yerinden, 24 saat, kapı komşunuzdan dünyanın öteki ucundaki herhangi bir kişiyle iletişim kurabilir, ticaret yapabilir hale geldiniz. Dijital dünyanın ticaret ayağı, Türk insanına yaramış, Türkler için fırsat olmuş.

Tabii bu yeni dünyanın en önemli ayaklarından biri sosyal medya: Facebook, Twitter, WhatsApp, YouTube, İnstagram. Buralarda ne vaziyetteyiz?

Buralar da fırsat mı yaratıyor?

Yararlı mı yoksa zararlı mı?

Bütün sosyal medya ortamlarının çok büyük fırsatlar yarattığı inkâr edilemez.

Hele ilk göz ağrımız Facebook... Pek çok yeni ve harika insanla tanışmak, yıllardır izini kaybettiğimiz dost ve yakınlarımızı bulmak, ülkeden ve dünyadan haberler almak... Ürünlerimizi pazarlamak... Gruplarımızı, çalışmalarımızı dünyaya tanıtmak... Benim gibi, kimsenin tanımadığı “gönüllü dijital” bir yazara yüzlerce okuyucu kazandırmak! Bunlar hayal ötesi imkân ve fırsatlar!

Lâkin bunun bir bedeli yok mu?

Var tabii... Hem de ağır bir bedeli var: O dünyada kaybolmak!

Nasıl yani?

Bunu, soruların en önemlisini sorarak açmalıyız:

3.    KİM KİMİN AVUCUNUN İÇİNDE?

Parkta, yanlarında 2-3 yaşındaki çocukları olduğu halde, cep telefonlarında kendi âlemlerine gömülmüş olarak yürüyen çiftlere,

Direksiyonda mesaj yazmaya uğraşan sürücülere,

Sabah işine yetişmek için koşuştururken, hatta ışıklarda karşıya geçerken akıllı telefonundan gözünü alamayanlara,

Okulda, ders-eğitim esnasında akıllı telefonunu karıştıran öğrenci hatta öğretmenlere,

Evde, komşuda bir araya geldiğimiz dost ve yakınlarımızdan bazılarının, bilhassa gençlerin, muhabbete katılmak yerine, cebiyle sohbeti tercih ettiklerine rastlamış olmalısınız!

Örnekler sayfalar boyu uzatılabilir…

Belli ki akıllı telefon, bulunduğumuz anın hakikatiyle bağlarımızı kopartıyor. Bir noktadan sonra biz ona değil, o bize hâkim olmaya başlıyor.

Bu, bağımlılık hatta esaret altına girmektir.

Esareti altına, hem de “gönüllü olarak” girdiğimiz bir “güç”;

Bizi; dilimizi, kültürümüzü, örf ve âdetlerimizi yozlaştırabilir,

Yalan haberlerle ruh halimizi bozabilir, kışkırtabilir,

İstediği yere çekebilir, hiç hayalimizden geçmeyen yerlere, Misal, kutuplaşmaya, düşmanlaşmaya, ailenin, dostların ve nihayet toplumun bölünmesine kadar götürebilir!

Akıllı telefona, bu aşırı, sağlıksız ve tehlikeli ilginin büyük bölümünün, “sosyal medya” dediğimiz ortamlardan kaynaklandığını biliyorsunuz.

Bunu mutlaka fark etmeli, sorgulamalı ve durdurmalıyız!

Peki, ne yapmalı? Nasıl yapmalı? Ne kadarla sınırlayabilirsek “makûl” olur?

Sadece, “Facebook”un bulunduğu döneme ait bir kitapta, Amerikalı yazar, “Facebook’a giriş süresini 20 dakikayla sınırlandırın” diye öneriyordu.

Ölçüyü buradan alarak günümüze uyarlamaya çalışacağım.

Yukarıda saydığım gibi, bugün, çok fazla sosyal medya ortamı var. Tabii ki 20 dakika yetmez. Öyleyse, bir saatle sınırlandırılmalı, diyorum. Bir de video ortamı, Youtube var. Yarım saat de onu katarsak bir buçuk saat eder.

Whatsap, Facebook, İnstagram, Twitter’la meşguliyetimiz, toplam bir saati aşıyorsa,

Gece, yatmadan en az 2 saat evvel interneti kapatmıyor, sabah, daha kahvaltı etmeden, kalkar kalkmaz interneti açıyorsak,

Sabahtan akşama kadar, şangır-şungur bildirimler bizi taciz ediyorsa akıllı telefon bizi avucunun içine almış demektir.

Onun avucundan çıkmak, “akıllı telefonu” kendi avucumuzun içine almak, ondan daha akıllı olduğumuzu göstermek bizim elimizde…

Elimizde!

Şöyle de düşünebiliriz:

Telefon akıllı, ben de akıllıyım.

Telefona ben hâkimsem ondan daha akıllıyım. Telefon bana hâkimse o benden daha akıllı!

 

4.    DİJİTAL DEVLET, MİLLÎ DEVLETİ Ortadan Kaldıracak mı?

“Dijital Devlet” deyince aklımıza iki ayrı büyüklükte devlet gelmeli:

Birincisi, dünyadaki 195 devletten her biri… Örnek olarak, Türkiye Cumhuriyeti (TC) gelmeli… Cumhuriyetimiz elbette hem Anayasadaki ifadesiyle hem de “tekil” yapısıyla “millî” bir devlet.

TC, dünyadaki diğer devletler gibi, teknolojinin gelişmesi ve bir bakıma, dayatmasıyla, aynı zamanda, “dijital” bir devlet haline geldi. Düşünün ki resmen, “elektronik devlet”imiz, e-devlet var.

E-devlet, dijital devletin en başat göstergesi… Onun yanı sıra, iktisadî, siyasî, askerî, sağlık, eğitim …vs. bütün işlemlerimiz dijital hâle gelmiş vaziyette.

Devleti bu dijital hâle, bizzat devlet, kendisi getirdi. Bu hem kaçınılmazdı hem de olması gereken, doğru bir işlemdi.

Şimdi, soru şu: Dijital devlet, millî devleti nasıl etkiliyor, gelecekte nasıl etkileyecek?

Bu konuda, yaklaşık olarak 10 yıllık bir tecrübemiz var. Dijital devletin, millî devlete bir zararı yok gibi… Birbiriyle uyum halinde gibiler. Hatta vatandaşın işlemlerini süratle yapması, hizmetlere anında ulaşması dolayısıyla devlete olan bağ ve güvenini daha da kuvvetlendirebilecek bir etki yarattığını düşünüyorum.

“Dijital Devlet” deyince aklımıza gelecek ikincisi ve daha büyük olanı, “Dijital Dünya Devleti”!

“2010-2015 Arasında Yeni Bir DÜNYA Kuruldu” başlıklı yazımızda bunun ayrıntılarını anlatmıştım.

Bilgisayarlarımız, tabletlerimiz, bilhassa, cebimizdeki “akıllı telefon”larla, 24 saat, o “dijital dünya devleti”nin içindeyiz!

Sınır yok, engel yok!

İstediğimiz zaman ve anında Pekin’deyiz, Berlin’deyiz, Kaliforniya’dayız, Nairobi’deyiz, Sidney’deyiz!

Geçenlerde, Kaliforniya’daki bir Türk doktor, “Türkiye’deki aşı çalışmalarının iyi gittiği”ni annesine bildirmiş. Annesiyle görüşen eşim de bana söyledi. O esnada, İzmir’le Kaliforniya’nın, birbirine, kapı komşusu kadar yakın olduğunu hissettim.

Haberleşme, alışveriş, siyasî, iktisadî, kültürel ve hatta duygusal etkileşim çok hızlı, çok kolay…

Peki, fizikî sınırları ortadan kaldıran bu “dijital dünya”, “millî devlet”i nasıl etkiler?

Bu etkinin menfi olduğunu değerlendiriyorum. Dijital dünyanın Millî devleti zayıflattığı kanaatindeyim.

Dijital dünyada gezmeniz için lisan bilmeniz gerekmiyor. Google, her dili sizin için çeviriveriyor. Aynı zamanda, başka diller öğrenmeyi de kolaylaştırıyor. Öte yandan, İngilizceyi iyi bilenler, Türkçeyi İYİ bilmediklerinden olacak, konuşmalarının içine çok fazla İngilizce kelime katıyorlar. Üstelik hiç de yaygın olmayan kelimeler. Bunu çok tehlikeli buluyorum.

Dijital dünya, en başta dilimi, Türkçemi, bütün örf ve âdetlemizi, yemek kültürümüzü yozlaştıracak diye ciddi olarak kaygılanıyorum.

Türkçe giderse Türk de gider, millet de gider, devlet de gider.

Ana dilimiz, TÜRKÇEMİZ üzerine titremeliyiz.

Türkçemizi koruyabilirsek bütün manevî değerlerimizi, dolayısıyla, millî varlığımızı ve devletimizi de koruyabiliriz.

Dijital dünya kaçınılmazdır. Buna direnmek hem anlamsız hem faydasız. Bundan korkmamıza da gerek yok.  Ama dikkatli, tedbirli ve şuurlu olmalıyız!

Benim için devlet, millet, millî devlet, her şeyden önce ve en önce Türkçedir.

Türkçe Türkçe Türkçe!

Tarih: 27.01.2021 Okunma: 863

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

Lütfiye Kader

28.01.2021 - 00:15

Biyolojide seleksiyonun (seçilim) getirdiği adaptasyon diye bir olgu var. Dijital Dünya teknolojik bir evrimleşme sürecinin sonucu. Önemli olan Dünya''da buna ayak uydurabilenlerin kalıp, uyduramayanları yutması denilebilir. Bu yutuşun kolay olmaması için, sizin de dediğiniz gibi, ülkelerin kimliklerini korumalarıdır. En önemlisi de dil bayrağımızı, kültürümüzü korumaktır. Katma değeri yüksek teknolojileri üretmek bulmaktır.Bu da bilimle fenle olur. Söylediklerinize sadece küçük bir ekleme yaptım İsmail bey. Aynen katılıyorum. Kaleminize yüreğinize emeğinize sağlık.

İ. Hakkı Cengiz

28.01.2021 - 10:33

İlginiz ve değerli katkınız için çok teşekkür ederim, Lütfiye Hanım. Katkınız ve hassasiyetinizle bana moral ve güç veriyorsunuz. Sizin gibi bir avuç aydın istikbale ümitle bakmamı sağlıyor. Var olun. Saygı ve selâmlarımla...