İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...71...

Özgür DENİZ - 23.02.2021

Söyler misiniz lütfen? İslam’a en büyük zararı İslamcıyım diyenlerden başka kim vermiştir? Türk Milletine en büyük zararı Milliyetçiyim diyenlerden başka kim vermiş olabilir? Cumhuriyet’e en büyük zararı Cumhuriyetçi oldukları iddiasında olanlardan başka kim vermiştir? Sosyalizm’e en büyük zararı Solcuyum diyenlerden başka kim vermiş olabilir? Keza diğerleri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. İnsan nasıl ne ederse kendi kendisine eder, aynı şeyi fikir sahibi olduklarını sananlarda savundukları değerlere yapmışlardır maalesef. Ki, zaten bir fikre en büyük zararı o fikri en iyi savunduğunu iddia edenlerden başkası veremez de. Kendimizi Müslüman kimliğinde konumlandırıp, konuşlandırıp, oradan bir bakalım şöyle ve kısacık bir analiz yapalım olmaz mı ve fikre nasıl zararlı ya da yararlı olunuyormuş algılamaya, anlamaya gayret edelim inşaAllah. “Samimiyetim itibarımdır” sözü inandığı davanın şehidi olan Malcolm X’e aittir. Bildiği kadarıyla samimi, dürüst ve namuslu yaşamıştır. Zaten Peygamber de onu demiyor mu; “bildiğinle amel eyle.” Fikrinde samimi olanlar hangi fikirden olurlarsa olsunlar tehlikelidirler bu âlemde. Çünkü o alışıla gelmiş kalıpları bozan, uyum sağlanmış düzeni sarsan, yanlış inançları ifşa eden biridir. Bu yüzden de statükonun muteber ve muti tiplerince tehdit ve tehlike olarak algılanırlar fikirlerini namusluca bildiği kadarıyla olsa da yaşamak derdinde olanlar. Ya pasifize edilirler ya da itlaf. Zira ranta uzanan yolların kapanmasına neden olmaktadırlar. Bu türler belki dünyayı değiştirmeyi beceremezler ama dünya da onları kendi düzenine uydurmayı başaramamıştır. Hani Karl Marks diyor ya; “önemli olan dünyayı yorumlamak değildir, onu değiştirmektir.” İşte hangi fikirden olurlarsa olsunlar fikirlerinde samimi olanlar bunu yapmaya çalıştıkları için mutlaka bir şekilde ekarte edilmeye çalışılırlar. Kalanlar da fikirlerine en büyük zararı verenler olmuşlardır zaten. Ama dünya düzeninin efendileri yenmek için öldürmek gerektiğini sanmışlar velakin bendenizin de her daim ifade ettiğim gibi “öldürmenin yenmek olmadığını” anlamamışlardır. Zaten onlardan böylesi bir derinliği idrak etmeleri de beklenemezdi. İnsanı büyük yapan inandığıdır ve bir hayattır ki ancak inandığı uğruna ondan feragat edilebilir. Amma velakin insan eğer kendini inandığından daha büyük görüyorsa ve inandıklarını kendi hayatı için feda etmeye yelteniyorsa ve o inandıkları tavassutu ile dünyaya ulaşmaya yol arıyorsa işte böylesi bir şey insanı küçültür ve hiçleştirir, inanıldığı söylenen fikri de, davayı da yerle yeksan eyler. Herkese ve her şeye rağmen ben bilirim, ben yaparım, ben yanılmam, inandığımı da yücelten benim dediğin yerde inandığından büyük durursun ama büyük durmak büyük olmak değildir anlamazsın. Yükseldikçe alçalırsın fakat farkında bile olmazsın, farkında olduğun zaman da bir şey ifade etmez olur. Ben, ben, ben diye haykırdığın bir yerde, istersen Allah’ın dostuyum deyip dur bir şey değişmez, göklerde uçsan da ummadığın anda çakılır kalırsın yerin karanlığına. Bugün her yerde ben sesini işitiyorum. Ben dedikçe günaha batanları, hayâsızca suç işleyenleri görüyorum. Biz dedikçe de tehlikeli görülüp yok edilmek istenenleri görüyorum. İnanıyoruz diyenlere inandıklarının hakikatini haykırıp işte hakikatli hayat budur, inanıyoruz dediğinizin emrettiği hayat budur dediğinizde bunu diyenlere terörist ve hain damgasının vurulduğuna şahit oluyorum. Yapılan her türlü pisliğin inanıldığı söylenen fikirle örtülmeye çalışıldığını görüyorum. Büyük bir yolun en hızlı ve kestirmeden yürünmeye çalışıldığını görüyorum. Bir filozofun dediği gibi olur daima; “bir fikre en büyük zararı, o fikri en kötü şekilde savunanlar verirler, vermişlerdir hep.” Müslüman oldukları iddiasında olanların bugün yapabilecekleri tek şey, Muhammed İkbal’in ifadesiyle; “ bari Müslüman değiliz deyin İslam kurtulsun.” Sözüne itibar edip muktezasını ifa etmektir. Gayrısı laf-ı güzaftır. Şimdi kendi kendime bir şey sorsam ve desem ki; ben insanlığa matuf ne yaptım ki insanlıktan ne bekleyebilirim, ben bigünah mıyım ki günahsız bir dünya umabilirim, ben suçsuz muyum ki suçlardan ve suçlulardan şikayetçi olabilirim? “Her suç topluma yöneltilmiş bir soru değil midir?” Der bir filozof. Niçin konuşmaktan başka hiçbir şey yapmadığım halde, her olumsuzlukta şeytanı suçluyorum? Zira bu bir alışkanlık olmuş bizim için ve zamanla da hayat telakkimiz olmuş ve en büyük savunma yöntemi olarak görmüşüz bu durumu. Hani inanıyorum ya İslam diye bir dine. O dinin benden istediğini ne vakit bihakkın ifa ettim de, o dine uymayanlardan şikâyetçi oluyorum? Bizim vazifemiz; “emrolunduğumuz gibi dosdoğru olmak” değil miydi? Oldum mu? “Biz yolumuzda sebat ettikçe onlar bize zarar veremezdi” değil mi ve bunu inandığımız din söylüyordu değil mi? Peki biz bizden olmayanlara ne vakit adil olduk? Kendimize bile adil olamadık ki başkalarına adil olalım değil mi? Yaşamadığımız dinimizi, niçin yaşamıyorlar diye dinin dışında duranlara kızdık. Bizim vazifemiz; behemehâl dinin emrinde sabit olmak değil miydi? Karşımızda düşman var diye dinimizden taviz mi vermemiz gerekiyordu yoksa düşmanın dahi kalbine hükmedebilmek için din nasıl istiyorsa öyle davranmamız mı gerekiyordu ve düşman niye böyle yapıyorsun diye sorduğunda dinimizin emri mi demeliydik? Filmlerde bunu diyoruz ama, peki niye? Tabi peşimize düşmüş olanları sürü gibi görüyoruz ve bu şekilde istendik yönde konuşlandırıyoruz, dünya nimetlerine kolayca konmak için. Biz görevimizi yaptık mı ki, görevini yapan şeytanı itham ediyoruz? Bu riyakârlık değil midir? Düşman bize kahpelik yaptı diye bize de kahpelik yapma hakkı doğar mı? Peki, bizim dini tebliğ etmek gibi bir ödevimiz varsa, bu ödevi kahpelik ederek ifa edebilir miyiz? Din dışında kalmış olanı dinin içine davet etmek için nasıl bir tarz-ı hareket ortaya koymamız iktiza eder? Yoksa dini temsil ve tebliğ etmek gibi bir ödevimiz yokta, dünyadan yana bir şeyler elde edeceğiz diye varmış gibi mi davranıyoruz? Yani biz nasıl yaşarsak yaşayalım, isterse nefsimiz dizginlerimizi eline almış olsun, isterse şeytanın esiri olmuş olalım, sen yine de dinin içine girmek zorundasın mı diyecez karşımızda ki insana? İnsanları kendi ellerimizle düşmana teslim edipte, sonra kendi ellerimizle düşmanların yuvalarına soktuklarımızın düşmanlıklarından şikayet etmek ve onlar yüzünden ifsad olan insanlığa garez duymak nasıl bir kişilik sorunudur acaba? Kul hakkını gönül rahatlığıyla yiyorum, beytülmalı kendi malım gibi görüp gönlümce tasarrufta bulunuyorum, yetim hakkına el uzatıyorum, gönül rahatlığıyla bela okuyorum, insanları tahkir ve tezyif edebiliyorum, haya etmeden aldatıyorum, suçsuz insanları suçlu görüp hayatlarını cehenneme çeviriyorum ve dönüp ona yanlış anlama olmuş seni bilmeden yakmışım diyorum ve tüm bunlardan sonra alem-i insanlığı ihata eden kötülüklerden şekva ediyoruz. Din dışında kalanlar için niçin dinin içine girmiyorlar diye sahtekârca sorup duruyoruz. Ellerimizi vicdanlarımıza koyup sormalıyız, dine en büyük zararı kim veriyor ve insanlığın hali pür melalinden yana gerçek suçlu kim? Hakikat budur, bundan başka bir şey değildir. Oysa fikirler her ne iseler, oldukları gibi savunulsalar ve karşıt fikirlerle onurluca müsademeye girişseler ve insanlar da böylesi yüce bir kavgaya tanıklık etseler daha güzel olmaz mı ve fikirleri daha kolay kabullenip, kabullendikleri fikirleri sağlam bir şekilde savunmazlar mı? Fikirlerimizi kuvvet sahibi olunca savunacağımızı sanıyoruz. Peygamber öyle bir şey mi yaptı? Kuvvet sahibi oluncaya kadar fikrimizi çiğneyebiliriz, her istediğimizi istediğimiz gibi yapabiliriz, yalanları hakikat gibi söyleyip insanları fikrimize dâhil edebiliriz ama kuvvete erişince düzeliriz ve düzeltiriz mi dedi? Siz âlemi kör milleti sersem mi sanırsınız? Kimse kusura bakmasın, ne bir fikrimiz var, ne fikrimizi savunabiliyoruz, ne de millete kabullendirebilecek kadar fikrimizi biliyoruz. Avamı cahil biliyoruz ama en büyük cahiller bizler kendilerini eğitimli sananlarız. Eğitimli olduğumuz içinde akıllıyız sanıyoruz, oysa aptalın da, cahilin de, namussuzun da önde gideniyiz.  Gerçekler acı değil mi? Elbette acı, acı olacak ki sarsacak, uyandıracak, aklımızı başımıza getirecek. Yoksa herkesi aldatabildiğimizi, aldatabileceğimizi sanıyoruz. Sanki herkes önüne ne konursa yiyor, yiyecek. Öyle bir dünya yok ama var sanıyoruz alıkça, bönce. Gittiğimiz yol yol değil, tuttuğumuz iş iş değil. Bir an önce kendimize gelmeli ve gerçeklere göre yaşama yoluna girmeliyiz. Ötesi felaket çünkü!

Tarih: 23.02.2021 Okunma: 367

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?