Bizler anlatıcı insançocuklarıyız,
yaşayıcı değil. Anlattık mı ötesi bizi ırgalamaz. Yeter ki bizden çıksın
çıkması gereken, öyleyse alsın alması gereken. Çok basit bir misal verecem; bir
şahsiyet olarak Nurettin Topçu üzerinden verelim misalimizi, biz onu anlattık
mı olay tamamdır, bizim onun ne söylediğini anlayıp anlamamamız, yapıp
yapmamamız kesinlikle önemsizdir, yeter ki herkes bilsin ki biz onun ismini
söylüyoruz, onu övüyoruz, onu anıyoruz. Keza, bir ayet söyledik mi tamamdır, o
ayetin gereğini yapıp yapmadığımız kesinlikle önemsizdir. Önemli olan onu
piyasaya göndermektir, millete duyurmaktır, bak bu adam ayet okuyor
dedirtmektir, gerisi kesinlikle talidir. Yani biz bu memleketin namuslu
çocukları dediğimizi iyi atlara binip göçüp gitmiş iyi insanlarını sadece
dilimizle anarız, milleti aldatmak için. Keza ayeti okuruz, sadece millet
duysun ve ardı sıra söyleyeceklerimize inanıp bizim dediğimiz yola gelsin diye.
Böyle değil diyene hayata bak görürsün derim. Anlattığımız şeyi öyle güzel
anlatırız ki, karşımızdakileri mest ederiz, dilimizden bal damlar sanki
anlatırken, masal gibi anlatırız anlattığımız şeyi ve çok güzel uyuturuz
dinleyicilerimizi. Bi de dilimiz gerçekten alışmışsa anlatmaya ne ala. Mesela;
Hz. Muhammed’i, Türk Milleti’ni, Atatürk’ü öyle ağdalı bir dille anlatırız ki,
karşımızdakiler bizi dinleyemezler bile, kendilerinden geçerler, uyuşurlar ve
akabinde hemen uyurlar. Anlatmayı seven ama yaşamaktan hazzetmeyen
insançocuklarıyız, zira yaşamak zahmetlidir, yorucudur, bedel ister, ne gereği
var. Anlatmak rant kapılarını sonuna kadar açar ama yaşamak kazandıklarını da
kaybettirir. Öyleyse anlatmak varken yaşamak niye, sormadan, sorgulama yapmadan
bunca inanan varken, saflığın ne âlemi var değil mi? Çünkü dinleyici yetiştirdik
bugüne kadar, anlayıcı değil. Nasıl olsa anlayan yok, anlat, bir iki bilgi
kırıntısı sun, ondan sonra gel keyfim gel, oh ne ala memleket, bundan daha iyi
kazanç kapısı mı olur, zahmetsiz, emeksiz, masrafsız, üstelikte peşinden
milyonları sürükleyebilirsin. Mebzul miktarda kulun, kölen olur, sen de hazır
alıcılar yakalamış olursun. Satarsın da satarsın dilediğince, gönlünce
satacağın ne kadar şey varsa. Şimdi eylem zamanı değil de mi, meydanlara iner nutuklar
irad ederiz, kafaları ve gönülleri sarhoş edecek bir iki vaat veririz,
karınları onlarla doyururuz, sonra da otur oturduğun yerde sen anlamsızın
bilsen yeter deriz, böylece keselerimizi, kasalarımızı doldururuz. Dolanlarla
boş bıraktığımız kafalara hükmetmeye devam ederiz. Öyle değil miydi, zalimlerin
çarkları cahillerin boş kafalarıyla dönmüyor muydu? Tabi bizler de tüm bunları
yeriz, sanki akıllıymışız gibi yemediğimizi söyleyemeyiz, kimse kusura
bakmasın, alınmasın, alınsa da umursanmayacağını bilsin. Çünkü baya baya
yiyoruz yani. Görünen köy kılavuza ihtiyaç duymaz. Karşımda duran resmi
tersinden görecek ve öylece yansıtacak kadar namussuz değilim. Gerçekçiyim
demiştim!
İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...89...
Özgür DENİZ - 15.03.2021
Tarih: 15.03.2021
Okunma: 414
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.