İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...101...

Özgür DENİZ - 27.03.2021

İnsançocukları her çağda maalesef kısır kavgaların kurbanları olmuşlardır, ki, bu düzlemde kavga vermeleri de kendilerine zımnen dikte edilmiştir egemenler tarafından, onlar da büyük bir iştahla bunu yapmışlardır. Ki, kavgayı da zaten halk meydanlarında önce egemenler başlatmışlardır. Kıvılcıma benzin döküp, halkları kavgaya tutuşturup, kendileri yangından mal kaçırmaya gitmişlerdir. Halk ise ne acıdır ki hala uyanamamıştır ve kavgalarla ömür çürütmektedir ahmakça. Öyle ya kafanın, yüreğin ve dilin olmadığı yerde yumruklar konuşacaktır. Hep dilden bahsedilir ama ne hikmetse kullanan çıkmaz. Çünkü insançocukları kısır kavgalarda boğuşurlarken onlar kendi egemenliklerini pekiştirmişler ve egemenliklerinin tadını çıkarmışlardır kendilerince. Oysa daha büyük sorunlara eğilmeleri iktiza ederdi, kendi üzerlerinde dönen tezgâhı ihsas edip o tezgâhı parçalamaları ve insanca bir yaşama kavuşmaları için. Çünkü insançocukları, ilk evvelde şeylerin mahreçlerini, nasıl varolduklarını, niçin varolduklarını ve bunlarla nasıl temas kuracaklarını düşünüp, bu düşün istikametinde sonuçlara ulaşıp, ulaştıkları sonuçlardan elde edecekleri çıkarımları kendi hayatları için kullanabilirlerdi ama yapmadılar, yapamadılar, yaptırılmadı. Çünkü kendilerini tanımadan, bilmeden, kendileri olmadan yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Bunun yolu da mezkûr şeyleri yapmalarından geçiyordu. Her insançocuğunun ağırlık merkezi, merkez üssü önce kendileri olmalıydı. Ondan sonra toplum olmalıydı, ondan sonra da dünya olmalıydı ve buradan sağlam bir fikre ulaşıp, bu fikir temelinde kendilerinden başlayıp, her şeyi değiştirebilmeliydiler. Ama cerbeze yapmak daha çok tercih edildi ve gürültü koparmak, o gürültü arasından parsayı toplamak kâr görüldü. İnsançocuklarının bir an önce dünya bataklığından çıkıp kendileriyle yüzleşmeleri iktiza etmektedir, sonra da kendilerinin dışında kalan dünya ile hesaplaşmaları gerekir. Bilakis, kısır kavgaların kaotik ortamında, egemenlerin zımnen yönlendirdikleri yolda birbirlerini yerler, tükenip giderler tükenen güçleriyle birlikte.

 

NOT: 


Okumak, okumak, okumak zorundasın ey insançocuğu! Dinlemek, bilmek, anlamak zorundasın. İnanmaktan önce anlamayı tercih etmelisin. Daha az anlayıpta daha çok inanırsan çakılır kalırsın. Hayata tek pencereden, tek gözle, dar bir beyinle bakmamalısın. Tek kulakla dinlememelisin. Kalbinin kapaklarını, zihninin pencerelerini açmak zorundasın. Basit bir misal vereceğim, kötü bir şey yapmıyorum, ki zaten dikte de yok, münhasıran öneri var, tercih var, karar var yani her şey size bağlı.  Mutlaka ama mutlaka her gazeteye bakın gazete okuyorsanız. Sözcü de okuyun, Akitte. Her habere bakın. Akit TV ye de bakın, Halk TV ye de. Ben toplumun kendilerince uç gördükleri yerleri örnek veriyorum. Ama yüreğinizle bakın, aklınızla bakın, vicdanınızla dinleyin. Mesela; A partisinin genel başkanının çok büyük bir çoğunluğun huzurundaki kongre konuşmasını da dinleyin, C partisinin genel başkanının küçük bir gurubun karşısında yaptığı Bursa konuşmasını da dinleyin. İkisi de birkaç günlük bir organizasyon. Mutlaka dinleyin. Kelime kelime dinleyin hatta. Aklınızla, yüreğinizle dinleyin. Yapın bunu güzelinsanlar. Ne kaybedersiniz? Bilakis kazanan siz olursunuz. Bunu yapmazsanız rezil, sefil, izzetsiz, onursuz bir şekilde yaşamaya da katlanmak zorundasınız. Çünkü hayat bir tercihtir hatta kendin bir tercihsin. Eyvallah.

Tarih: 27.03.2021 Okunma: 440

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

İ. Hakkı Cengiz

30.03.2021 - 12:32

Kafanın olmadığı yerde yumruk vardır tabii. Bu uyarıyı, Elhamdülillah Müslüman''ım diyenlerin ülkesinde yapıyorsunuz. O Müslümanlar ki Kutsal Kitapları ısrarla düşünün, aklınızı kullanın diye uyarır. Hangi Müslümanlık, hangi Müslümanlar! Selâmlar, kardeşim.

Özgür Deniz

30.03.2021 - 16:30

“Savaş ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir” der Aliya İzzetbegoviç. Maalesef biz düşmanların yanlışlarından kendi yanlışlarımıza pay çıkarıp kendimizi temizlemeye çalışan insanlarız. Hep yanlış yaparız ama bak o da yanlış yapmıştı deriz. O yanlış yapmış ama biz doğru yapalım demeyiz. Bir de biteviye geçmişe saplanıp kalmışızdır, mütemadiyen geçmişi temcit pilavı gibi getirip getirip sofraya koyarız. Yarını hiç düşünmeyiz ve bugünden yarın için hiçbir şey yapmayız. Oysa geçmiş geçmiştir. Ne şimdiki insan dünkü insandır, ne de bugün düne benzer. Ve ne de bugünün şartları düşün şartlarıyla aynıdır. Ki, bendeniz için mühim olan kesinlikle bugündür ve yarındır, dün dünde kalmıştır ve mütemadiyen tahattur edip durmak bana hiçbir şey kazandırmayacaktır. Bilakis enerjimden kaybettirecektir. Ve ne gariptir ki, insanları da geçmişle korkutmayı ve kendimize boyun eğdirmeyi çok severiz. Zira geçmişi bitevi göz önünde tutarsak, istediğimiz gibi hareket etme hürriyetine kavuşuruz diye düşünürüz. Tamam geçmişi elbette bilmek ve anlamak iktiza eder ama ona takılıp kalmakta körleşmeyi tevlit eder. Öyleyse geçmişi bildiğimiz kadar bugünü de anlamalıyız ve geçmişteki yanlışları bugünün yanlışlarını tolere etmek için sebep olarak görmemeliyiz. Her devirde doğrudan yana olmalıyız ve ok gibi doğru durmalıyız. Zamana ve zemine göre eğrilmeyi tercih etmemeliyiz. Ki, biz hayatımızı başkalarının yanlışlarını anlatarak heba edemeyiz. Kendimizi düzeltmek için efor sarfetmeliyiz. Nurettin Topçu ne demişti; “yaşandığı haliyle Müslümanlık ne acıdır ki, Şark’ın eceli olmuştur. Ahlak buraları terketmiş, ilim buralarda kapıdan kovulmuştur. Allah’a uzanan yollar kapanmıştır. Şark bir an evvel her işini bırakıp, insanlık dönemine girmelidir.” Şimdi biz tüm bunları bırakıp el alemin pisliklerini anlatmakla ve içimizde ki beyinsizlerin yanlışlarını tensip etmekle mi ömür geçirecez? Keza yine bir alim diyordu ki; “Müslümanlar İslamı mahcup ve mağdur etmişlerdir.” Hakeza Muhammed İkbal de demiyor muydu; “İslam’ın kurtulması için Müslümanların İslam olmadıklarını söylemeleri gerekiyor.” Şimdi tüm bunlardan sonra kendimizi yok sayıp bitevi dışarıya odaklanmak ne kadar isabetlidir ve doğrudur? Hem düşmanı telin etmekte çok mahiriz hem de düşmana benzemekte. Madem düşman melundur, niçin ona benzemek için haddinden fazla çaba gösteriyoruz? Burada amansız bir dilemma yok mudur? Oysa bir şey kötü ise ve sen de ona kötü diyorsan, niçin gidipte aynı kötülüğe bulanıyorsun? O zaman mürai olmaz mısın? Derin ve uzun hikaye, binaenaleyh yer dar, zaman az, güç düşük. Vesselam.