Bizde de en az 30 yıldır meşhur olan ve ne anlama geldiği pek anlaşılmayan bir ifade: “Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği”. Tabiri meşhur eden ve dünyaya yayan Çek Romancı Milan Kundera! Onun en meşhur romanının ismi… Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, 1984’te yazılmış; sinemaya da uyarlanmış. Bizde, bazen özgün haliyle, çoğu zaman da değiştirilerek sık sık kullanılıyor. Misâl, “Demirel’e çakmanın dayanılmaz hafifliği… Cumhuriyet’i karalamanın dayanılmaz cazibesi”… vs. gibi.
Bendeniz de daha ilk meşhur olduğu günlerden beri bu ifadeyi duyar, değiştirerek kullanır ama özgün haline bir “anlam” veremezdim. Can Yayınlarından, 2015’te çıkan, Fatih Özgüven’in çevirdiği eseri yeni okudum.
Kitabın arka kapağındaki tanıtımda, “varolmanın tatlı hafifliği” tabiri geçiyor. Tabii ki böyle bir kullanım çok daha açık ve anlaşılır.
Eserde, birkaç yerde kitabın başlığına gönderme yapılmış. En kapsamlı ve bariz kullanım 136’ncı sayfada… Birlikte okuyalım: “Yaşamımızdaki sarsıcı şeyleri dile getirmek istediğimizde, ağırlık belirten eğretilemelere (sanırım, mecaz demek, İHC) başvurmak eğilimindeyizdir. Bir şeyin bizim için büyük bir yük olduğunu söyleriz. Ya taşırız bu yükü ya da beceremez, okkanın altına gideriz, bu yükle didişir, kazanır ya da kaybederiz. Ya Sabina – sahi ne olmuştu ona? Hiç. İçinden terk etmek geldiği için bir erkeği terk etmişti. Erkek onun peşinden mi gelmişti? Hayır. Sabina’nın dramı ağırlığın değil hafifliğin dramıydı. Onun payına düşen yük değil, varolmanın dayanılmaz hafifliğiydi.”
“Hafifliğin dramı” ne demek?
Hele, varolmanın hafifliği, “neden dayanılmaz” oluyor?
Eserde, bu suallerin cevabını açık ve doyurucu bir biçimde bulamıyoruz. Youtube’da filmini buldum, seyrettim. Cevaplar orada da yoktu.
Haddizatında, kitabın adı insana, tam tersi çağrışımlar yaptırıyor!
Çünkü gerçekte, dayanılmaz olan hafifliği değil “varolmanın ağırlıği”dır. En yakınlarından başlayarak, çevrene, evrene ağırlığınla yük olmandır! Buna fizikî ağırlığı da katabilirsiniz. En başta insanın kendisine dayanılmaz gelen ağırlığı!
“Hafiflik” ise iki biçimde karşımıza çıkar: İlki, karakter olarak hafiflik, “hafif meşreplik”… Evet, bu tür kişilere katlanmak güççedir. Fakat bunlardan uzak durmakla mesele çözülebilir.
Diğeri ise, Arif Nihat Asya’nın YOL şiirindeki;
“Yolcu kıyar mı basmağa,
Laleye, güle, zambağa,
Öyle hafifle toprağa,
Gölge bırakmadan yürü” nakaratında ifadesini bulan hafifliktir. Ki bu “hafiflik” dayanılmaz değil, tam tersine ferahlık veren bir hafifliktir. Hem hafifleyen kişiye hem de bütün çevresine, bütün âleme!
Toprağa gölge bırakmayacak kadar hafiflemek!
Kimsenin sizden bir şikâyeti olmadığı gibi; sizin de hiç kimseden ve hiçbir şeyden bir beklentinizin olmaması, arzunuzun kalmaması…
Böylesine hafifleyen insanlar hayranlık uyandırıcı hatta büyüleyicidirler.
Böyle bir hafiflik ise, “varolmanın büyüleyici hafifliği” tabiriyle tanımlanabilir.
Hayatlarında böyle bir hafifliğe ulaşanlar “uçmak”tadırlar!
x x x
TAVSİYE
https://www.youtube.com/watch?v=2IORC2RZR3I
YOL, Arif Nihat Asya