ANLAMAK...

Özgür DENİZ - 18.04.2021

Anthony Çehov’un çok derin anlam ihtiva eden bir sözü var; “en tehlikeli insan tipi; az anlayan çok inanandır.” Maalesef bizler insançocukları olarak anlamayı pek sevmiyoruz yahut beceremiyoruz. Çünkü anlamak düzeyine erişmek gerçekten sonsuz zorlu bir süreç işidir. Ama mutlak olarakta zor değildir elbette, samimi ve ciddi bir emek ister ve bu emeği sarfetmekten imtina etmemek iktiza eder. İşte biz bu emeği sarfetmek noktasında samimiyetsiz ve ciddiyetsiz davranıyoruz. Hani bir filozof diyordu ya; “bilmek başka, anlamak çok daha başkadır” diye işte o misal. Mesela; biz dini sadece biliyoruz ama anlamış değiliz hatta ideolojilerimiz hususunda da aynıyız. Bu yüzden fikirlerimizin münhasıran basit birer tacirleriyiz, yaşayıcıları değil. Dinlerimiz, ideolojilerimiz, kimliklerimiz, mezheplerimiz dünyalık emellerimize mülaki olmamız için tecime aracı olmaktan başka hiçbir işlev görmüyor bu yüzden. Hatta biz insançocukları anlamaktan nefret ediyoruz, nihayetinde bu nefretimizi anlayana da tevcih ediyoruz. Çünkü anlayan muvacehesinde kendimizi kifayetsiz olarak görüyoruz. Yani cehaletimiz görünür hale geliyor ve bu durum canımızı feci acıtıyor, binaenaleyh anlayanı düşman gibi görüyoruz. Zira anladığımız vakit hiçbir şeyin inandığımız gibi olmadığını göreceğimizi, doğru bildiklerimizin yanlış çıkacağını fark edeceğimizi, bizi sevdiklerini sandıklarımızın sevmediklerini hissedeceğimizi, bizi uyandırdıklarını düşündüklerimizin uyuttuklarını sezeceğimizi çok iyi biliyoruz ve böylesi bir sonuçla karşılaşacağımız için anlamaktan korkuyoruz. Düşünsenize bir ömür inandığınız insanın sizi gerçekte hep aldatmış olduğu gibi bir durumun aşikar olduğunu, nasıl hissedersiniz? Dahası karakterimizin sarih bir şekilde tezahür edeceğinden, anlamaktan korkuyoruz ve kaçıyoruz. Mevcut durumumuzla yaşamak bizi mutlu ediyor. Keza, doğruyu göreceğimizden ve gördüğümüz doğrunun bizi mesul kılacağından, mesul olduğumuzu yapmadığımız vakitte vicdan azabı çekeceğimizden dolayı anlamaktan korkuyoruz yahut anlayabilecek çaptan yoksunuz. Zaten anlamadığımız için çok kolay bir şekilde insanlık onuruna ters hareketler yapabiliyoruz ya. Bu yüzden de anlamadan inanmayı tercih ediyoruz. İnanmak bizi rahatlatıyor, sorumluluktan kurtarıyor ve mutlu kılıyor. Çünkü anlamadan inanmak bizi mesuliyetten azade kılarmış gibi düşünüyoruz. Bu da bizi nice olguları tecime aracı olarak kullanan tacirlere dönüştürüyor. Çünkü anlamayan insanlar daha kolay uyuşturulur ve sömürülür. Üstelik anlamadığımız zaman daha huzurlu oluyoruz, hiçbir şey umurumuzda olmuyor, böylece günah işlesek bile rahatsız olmuyoruz. Anlamakta ne kadar zavallı isek inanmakta bir o kadar mahiriz. Bugün inanmadan önce anlamayı deneseydik, kutsal yahut geneli ihata eden olgularla bizleri aldatanlar bu kadar kolay revaçta olabilirler miydi? Önünü ardını, sağını, solunu tetkik etmeden, hiçbir olguyu teşrih masasına yatırmadan önümüze ne konursa inanıyoruz ama o şeyleri anlamayı hiç denemiyoruz. Bu yüzden de başkalarının ağzına bakıyoruz her şeyde ve başka ağızlardan çıkanlara hemen inanıyoruz. Çok az bildiğimiz ya da hiç bilmediğimiz bir şeye nasıl da büyük bir iştahla inanmaya teşne oluveriyoruz. Ne olguları, ne olayları, ne formları, ne de normları anlamış değiliz, münhasıran var olduklarını ve nasıl bir şey olduklarını biliyoruz. Oysa bazı şeyler vardır ki; hayat memat mesabesindedir ve toplumu birbirine zamklarken, insanları ayakta tutar ve onlara kim olduklarını hatırlatır. Tamam belki uygulama sahasında pek etkisi olmayabilir ve münhasıran tekrardan ibaretmiş gibi algılanabilir o şeyler, dahası toplumda o şeylerin öz mahiyeti minvalinde hareket etmiyor olabilir ama o şeyin varlığı varlığın idamesinde önemli bir işlev görür. Ve biz bıradaki ince noktayı ıskalıyoruz maalesef. Hatta varlığımızı daim ve kaim kılacak nice hayati şeyleri ıskalıyoruz da haberimiz yok. İşte bunu hayat memat adına varolan yekpare olgular bağlamında yapıyoruz. Olguları da biliyor olmaktan başka hiçbir şeyimiz yok, anlamıyoruz mesela. Geneli mündemiç bir şeyi sanki özeli mündemiçmiş gibi göstererek algı operasyonu yapıyoruz ve toplumu zımnen tahrik ederek onu yok etmeye yelteniyoruz yahut çiğniyoruz ama çiğnediğimiz sanılmasın istiyoruz. Çünkü çok basit insanlarız, zavallıyız, sefiliz. Burada haddizatında kesin ve kör inançlı olmanın yanında köhnemiş ve toplumumuzla ruh ve kafa boyutunda hiçbir merburiyetinin olmadığı kadim takıntıların da tesiri vardır. Oysa bazı şeylerin değişime ve dönüşüme katkı bazında tesirsiz kaldığı halde varlığın idamesinin sigortası olmak düzeyinde kalması bile toplumların var olmasına katkı sağlar. Ama maalesef bugün bunu anlayacak düzeyde kafalar değiliz yahut böylesi kafalardan yoksunuz. Uzun yıllar mahrum kalındığına inanılan şeylere ulaşmak uğruna her şeyi yok etmekten haz almaktayız maalesef. Çok derin şeyler, sıkıntılı şeyler ama önemsenmesi gereken şeyler. Anlamakta direnmek, maalesef bizleri ölücanlara dönüştürüyor. Göz göre göre ölüyoruz. Bedenen ölüyor olmak başka, ruhen ölmek başkadır. Biz maalesef ruhen ölüyoruz. Merhameti ölmüş bir dünyada canlı kalan ne olabilir ki? Anlayan kafaların sayıldığı bir dünyada neyin anlamı olabilir ki ve anlamlı ne yapılabilir ki? Mesela; merhameti ölmüş bir dünyada adalet beklemek ne kadar rasyoneldir? Bu yüzden de acı çeken insanları görmek, anlamak ve onlar için çareler üretmek nasıl kabil olabilir ki? İnsanlık onuruna yakışır kavga bile anlayanların işidir. Oysa insan kavgasıdır, kavgası kadardır. Bugün kavgası olan ve insanlık onuruna yakışır bir yaşam için kavga veren kaç kişi vardır? Hiçbir olgu ortak kavgamıza handikap teşkil etmemelidir. Aç çocuktan, sokakta yatan çocuktan, çocukluk nedir bilmemiş çocuktan kim sorumludur? Kader midir yoksa böylesi şeyler? Haksızlığa direnmek ve haksıza haksız demek kimin ödevidir? Niçin haksızlığı desteklediğimiz vakit kendimizin de haksız olacağımızı anlamıyoruz? Sonra birileri yüzünden bir şeylerden büyük kopuşlar yaşandığı zaman, ama biz öyle değiliz ve birileri yüzünden niçin kopuluyor ki diyebilir misiniz? Oysa bizlerde zamanında onların yanındaydık gerçeği yok edilebilir mi?

Tarih: 18.04.2021 Okunma: 324

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?