DİN...

Özgür DENİZ - 21.04.2021

Din nedir? Çare midir? Neye çare olmuştur? Olduysa nasıl çare olmuştur? Olmadıysa niçin çare olamamıştır? Engel midir? Neye engel olmuştur? Olduysa nasıl engel olmuştur? Olmadıysa ne şekilde engel olmamıştır? Gerçek midir, yalan mıdır? Uyandırıcı mıdır, uyuşturucu, uyutucu mudur? İnsanın vicdanı mıdır yoksa insan için bir afyon mudur? İnsanın haricinde ve haricinden bir şey midir yoksa zaten başından beri dâhilinde olan bir şey midir? Evvelinden beri insanın benliğinde mündemiç miydi yoksa sonradan mı dercedilmiştir insanın içine? İyileştirir mi, hastalandırır mı? Geriletici bir şey midir yoksa ilerletici bir şey mi? Akılla çelişir mi yoksa at başı mı ilerler? Karanlık bir kuyu mudur içine aldığını yutan ve yok eden yoksa aydınlık bir deniz midir içine aldığını yuyup yıkayan, arındıran, özgürleştiren ve yeniden üreten? Kalbin içinde midir yoksa kalbe muhalif midir? İnsan mı var etmiştir yoksa Tanrı tarafından insan için mi var edilmiştir? Bugüne kadar bildiğimiz şey midir yoksa hep yanlış mı bildik? Bu dünya için midir yahut ötelerde bir yerlerde var olduğu söylenen dünya için midir? Tanrı da bir nevi insanın içinde olduğuna göre haddizatında din insanın içinden mi doğmuştur ve böylesi bir durum yine Tanrı tarafından gönderilmiş olmasına halel mi getirir yahut insanın içinden doğmuş olması dinin mevcudiyetine dair bir sorun oluştur mu? Geçelim! Yeryüzünde sayısız din varolmuştur, var olagelmiştir, elan da varlığını idame ettirmektedir. Elbette her dini insanlar temsil etmektedirler ve insanın varlığında kendisini göstermektedir her din. Ve her dinin bir Tanrısı vardır ve her dinin kendince kaideleri bulunmaktadır. Her dinin, insanın önce kalbini tamir etmek sonra da hayatını tanzim etmek için var olduğu söylenir, bilinir. Çünkü insan hayatına dair önerileri, tavsiyeleri tazammun eder her din. Normal şartlarda ve koşullarda din deyince, insanlığın lehine olduğuna inanılır. Çünkü tertemiz bir kaynaktan fışkırır din; vicdan. Dinin odağında insan vardır, her şey insan tarafındandır ve her şey insan içindir. Çünkü din dediğimiz şey insanı savunmuyorsa, kaldırmıyorsa, yüceltmiyorsa, yükseltmiyorsa, onun din olduğundan kuşku duyulur. Öyle ya bendenizin içsel çığlığımı işitmeyen ve isticalen yardımıma koşmayan ve derdime çare bulmayan dinden bana ne? İnsana gelen bir şey insan içindir ve insanın mutluluğu içindir. Bu dünyada insana yardım etmeyen din nerede yardım edecektir? Herhalde kendisine hiçbir ihtiyacımın kalmayacağı öbür dünyada yardım edecek değildir. Maalesef bu dünyada kifayetsiz kalan bir din, hiçbir yerde kâfi gelmeyecektir. Zaten dinin bir anlamı varsa, o da bu dünyanın ve insanın varolduğu yerdir, yerdedir. Öyle ya madem diriler içindir din, diri iken müzahir olmalıdır diri olana, ölünce hangi müzaherette bulunacaktır? Burada faydası yoksa orada hangi faydayı temin edecektir? İnsanın aleyhine olan ne varsa da karşısındadır, öyle olmalıdır, ki benliğimizde kabul görsün, yer etsin, bizde kendisini yaşattırsın. Madem insan içindir, öyleyse insanı yaşatmak içindir ve insanı diriltmek için olmalıdır, diri olmayan nasıl yaşıyor olabilir ki? Çünkü insanın aleyhine olan şeylerin önünde sarsılmaz ve aşılamaz bir barikat olmalıdır ki, insan için var olduğu ve insanı mutlu etmek için ortaya çıktığı belli olsun. Zaten din dediğimiz şey de bir yerde insana emanettir, zira insan eliyle varlığını idame ettirecektir. Öyle ya insan yaşadıkça yaşayacaktır ve yaşayan insanla bir anlam kesbedecektir. Din nasıl insanla doğmuşsa, insanla ölecektir, çendan bireysel bağlamda böyledir. Bilakis, ölülerin dine ihtiyacı olmaz ve ölülerin yarasına da merhem olamaz. Din kimi yerlerde insan eliyle üretilmiştir, kimi dinlerde Tanrı tarafından bir elçiyle insanlığa gönderilmiştir velakin bu dinlerin de otantik halleri tahrip ve tahrif edilerek yine insan eliyle yeniden üretilmişlerdir. İnsanlığın saf iyiliğini, yararını, faydasını düşünen her bir insan haddizatında din için bir elçidir, zaten bunlar da çağlardan çağlara peygamberi ödevin taşıyıcıları ve mümessilleri değil midirler? Peygamber de en nihayetinde bir insan değil midir, kendisi de içinde bir vicdan taşıyan? Asıl dindarlar da, vicdanlarından neşet edip fışkıran güzellikler ekseninde insanlık uğruna kutsal kavga verenler değiller midirler? İnsanlığın dertleriyle dertlenmeyenler nasıl dindar olabilirler ki, öyle değil mi? Dindarlık vicdandan fışkırıyorsa ve insan denilen zulmediyorsa ve din zulmü telin ediyorsa, insan olan nasıl zalim olabilir ki ve zalim olan nasıl dindar olabilir ki o vakit? Ki, her insanın vicdanı da onun peygamberi değil midir bir yerde? Fakat böylesi kaç kişi kalmıştır şu fani dünyada? Nihayetinde bugün yeryüzünde egemen olan tüm dinler üretilmiş dinler kategorisinde değerlendirilebilir, zira kendisine geldiği söylenilen insan eliyle otantik olma hususiyetlerini kaybetmişlerdir. Asli kaynaklarında böyle olmasalar bile, hayatın içersinde bu halleriyle varlıklarını sürdürmektedirler. Böyle oldukları içinde, insanlığın düşmanı olan ne varsa onlara payanda kılınabilmektedirler kolayca. İnsanlar, bu yüzden, Hamanlar, Firavunlar ve Karunlar tarafından dinle aldatılmaktadırlar, susturulmaktadırlar, ezilmektedirler, uyutulmaktadırlar, uyuşturulmaktadırlar, mankurtlaştırılmaktadırlar, kullaştırılıp köleleştirilmektedirler çok kolay bir şekilde, münhasıran dünyalık çıkarları uğruna. Çünkü insanı dirilmekte değil öldürmektedirler, uyandırmakta değil uyuşturmaktadırlar, düşündürmekte değil aklı tutsaklaştırmaktadırlar, kalbi arındırmakta değil kirlendirmektedirler, birleşik güçleriyle bu şebekeler. Dinin gerçeğinin böyle olmadığı söylense de yaşandığı haliyle maalesef böyledir ve bu da bizim dinin aslının tahrip ve tahrif edildiği yani dolaylı yönden yeniden üretildiği düşüncemizi pekiştirmektedir. Bugün dinin gerçeği dediğimiz şeyden bendeniz eser görmüyorum, ya siz görüyor musunuz? Kabul edenler olmuştur, kabul etmeyenler olmuştur dinin üretilmiş halini. Hangi şekilde var olmuş olurlarsa olsunlar hiçbir dinin metazori dikte edilemeyeceği de aşikârdır. Bizatihi Tanrı tarafından da zaten dinde zorlama olmayacağı söylenmiştir. Çünkü inanç benlik torağında yeşeren bir şeyse, hariçten metazori yeşertilemez, o vakit hem din ölü doğar hem de benlik toprağında doğması istenen insanı öldürür, ne hazindir ki öldürmektedir de zira. İnsanın yaşatılmasını isteyen din adına insanlar nasıl öldürebilirdi yoksa? Çünkü ne acıdır ki, tam da böyle olmuştur ve olmaktadır da. Benlik toprağında metazori yeşertilemeye çalışılmıştır her daim din, kendisinde dinin yeşertilemeyeceğine inanılan benlikler de yok edilmeyle karşı karşıya kalmışlardır. Dinlere inananlar müminler sınıfına, inanmayanlar ise kâfirler sınıfına dâhil edilerek, birbirileriyle kıyasıya bir savaşa tutuşmuşlardır. Haddizatında insanlık tarihine baktığımızda din için savaşılıyormuş gibi bir resim varsa da, dünya için savaşıldığı apaçık ortadadır ve dinlerde bu savaşa payanda olacak şekilde yeniden kurgulanmışlar ve dizayn edilmişlerdir. Zira dinin aslıyla insanlığın yönlendirilmesi, çendan kendi aleyhine yönlendirilmesi muhal olurdu. Öyleyse ne yapılmalıydı? Dinin çıkar savaşlarına müzahir olması için o savaşları tensip ve tasvip edecek kıvama getirilmesi iktiza ederdi ve öyle de oldu. Bu yüzden din her devirde egemenlerce çok kolay şekilde kullanıldı ve kullandıkları da hiç sezdirilmedi. Çünkü iki tarafta filhakika inançsız olmamışlardır hiçbir zaman, bilakis inanmışlardır ama Tanrıları ve egemen kılmak istedikleri düzen farklıdır. Bir tarafta tek Tanrıya inananlar olmuştur, diğer tarafta ise kendi ürettikleri tanrılara inananlar olmuştur. Yani haddizatında inananlar ile inanmayanlar arasında değil, bilakis bizatihi inananlar arasında sürgit bir kavga olmuştur. Çünkü iki tarafta inançsız değil tam aksine inançlı taraflardır. Ama birileri insan için, birileri kendileri için kavga ettiklerinden aralarında ki kavga da farklı algılanmıştır. Çünkü otantik din insan içindir ama üretilen din münhasıran birileri içindir. Birisinde insan özgürdür, birisinde kurban. Birisinde insan öznedir, birisinde nesne. Birisinde insan onurludur, birisinde onursuzdur. Birisinde insan şereflidir, birisinde şerefsiz. Birisinde emek kutsaldır, birisinde sömürüsüz olmaz. Birisi ezilenlerin safında yer almıştır, birisi ezenlerin. Mesele de budur zaten. Çünkü insan için olan bir şey insanı yok edemezdi bilakis insanı var ederek varlığını idame ettirebilirdi; insan için olmayan bir şey ise insanı yiyerek, tüketerek, yok ederek var olabilirdi. İşte dinler ve din müntesipleri arasında ki kadim kavganın özeti de budur. Birisinde din özgürleştirici bir olgu iken diğerinde insanı uyuşturan bir afyondan ibarettir. Bu yüzden din tandanslı olgular ve mefhumlar da filhakika tahrif ve tahrip edilerek bizlere ulaşmıştır. Yahut birilerinin algıladığı ve anladığı haliyle bizlere ulaştırılmıştır, elbette farkettirmeden asli bağlamından kopartılarak ve saptırılarak. Zaten bu yüzden farklı din yorumları tezahür etmiş değil midir? Tanrı da öyle dememiş miydi; hak ile batıl apaçık birbirinden ayrılmıştır, bile bile hakkı batıl ile örtüp gizlemeyin diye? Velakin ne acıdır ki, tam tersi olmuştur ve bu da Tanrıya inandıklarını söyleyenlerin elleriyle kotarılmıştır. Çünkü hak ile batılı ancak inancı baz alarak birbirine karıştırabilirdiniz ve bunu da insanlara din adına yedirebilirdiniz. Bugün de vicdanınızın sesini dinlediğinizde yalan ile gerçek apaçık ortada değil midir ama bizler çıkarlarımız yönünde gerçeği yalan ile örtmüyor muyuz ve yalanı gerçek diye sunmuyor muyuz ve dinden çıkış yaptığımızda buna herkesi inandırmıyor muyuz? İşte maalesef ki, hak örtülmüş, gizlenmiş, batıl hak diye, yalan gerçek diye sunulmuştur ve gerçek kâfirler de hakkı batıl ile, gerçeği yalan ile örtüp insanlığın önüne batılı hak, yalanı gerçek diye koyanlardır. Ve insanlar da tam da bu tahrif ve tahrip edilmiş olgular ve mefhumlar vasıtasıyla yönlendirilmekte ve yönetilmektedirler. Kendisi öğrenmeye azmetmeyen insanda, dini inhisarlarına almış ve kendilerini dinin sahibi olarak görmüş olanlarca din kendisine nasıl gösterildiyse öylece inanmıştır. Bu yüzden insanlık yeryüzü tanrılarının masum kurbanları olmaktan kurtulamamışlardır, kurtulamamaktadırlar. Din insanın vicdanından doğmuştur ve vicdanın dışarıda makes bulan müşahhas sesidir. Yani mücerret olanın müşahhaslaşmış halidir. Mutlak ve muhakkak olarak insan için ve insanın faydasını düşünür. Binaenaleyh insanı düşünmeyen ve insanın faydası için var olmayan din insanlık nezdinde tolere edilemez, etmeyenler de dinsiz olarak tavsif edilemezler. Zira insanların karşı duruş sergiledikleri din; vicdandan doğan din değil, hariçten üretilmiş ve insana dayatılmış dindir. Zaten dinin kâfir olarak tanımladıkları da gerçeği örten ve insana düşman olanlardır. Peki, bunu kimler yapmaktadırlar? Bilakis hariçten üretilmiş ve insan yiyerek egemen olmuş ve varlığını insan yemeye bağlı kılmış dini reddedenler değillerdir kâfir olanlar, bilakis dini tamda bu minvalde istimal edenlerdir. İşte yeryüzünde ki tüm savaşlar da inananlarla inanmayanlar arasında vuku bulmuş savaşlar değil, bilakis inananlar arasında vuku bulmuş savaşlardır. Çünkü bir taraf insan yaşasın diyordu, diğer taraf ise bizim için insanlar birer kurbandırlar ve kurban olmalıdırlar diyorlardı. Bu yüzden de amansız ve hiç bitmeyecek, ilanihaye sürecek savaşlar başlıyordu. Yani savaşan dinler değil, zihnimizde ki din tasavvurları idi, dolaysıyla o tasavvurları taşıyan insanlardı. Birisi insanlık için feda olan dindi, diğeri insanı kendisi için feda eden din, reddedilen din de insanlık uğruna kendini feda eden din değil, insanlığı kendi için feda eden dindi yani insanları kulların kulu yapmaya çalışan dindi. Bugünde aynısıdır, yani insan kendisi için olan dine değil, kendisini kendisi için feda eden dine sırtını çevirmekte, yüzünü dönmektedir ve bunda da sonuna kadar haklıdır ve bu durum da onu dinsiz yapmaz. Buradan yola çıkarak bu tavrı dinsizlikle itham edenler münhasıran kendi çıkarları için böyle yapmaktadırlar, yoksa dini savundukları için değil. Çünkü insanlık kaçarsa, tüm çıkarlar uçup gidecektir, dünya saltanatları yerle yeksan olacaktır. Öyle ya dinle elde edilen nimetler nasıl olurda dinle kaybedilebilir ki? Öyleyse insanlık behemehâl elde tutulmalıdır, kaçışı engellenmelidir. Din adına bayraklaştırdığımız sembollerde bu savaşta kuşandığımız ve savaşı din adına yapıyormuşuz gibi görüntü vermeye çalıştığımız kılıçlarımızdır. Oysa hepsi birer hikâyedir, savaş insanla insan arasındadır, gerçekle yalan arasındadır, insanı ezenle ezilen insan arasındadır. Emeğin sahibiyle emeği sömüren arasındadır, içinde ki Tanrısallığın kudretiyle varolanla içindeki Tanrıyı içindeki şeytana öldürtmüş insan arasındadır. Hülasa; içinde ki Tanrının ruhuyla Tanrısallığa ulaşan insanla, içinde ki Tanrısallığı öldürüp, örtüp şeytana dönüşen insanın savaşıdır kadim savaş. Yani din ile yine dinin savaşıdır, din ile dinsizliğin değil; müminler ile kâfirlerin değil kendi dinlerinin müminleri olanların savaşıdır. İşin dibinde, özünde, dünya egemenliği ve dünyalık çıkar savaşıdır. Din ahlak mı aşılamaya çalışır, insan kılmaya mı çalışır yoksa dinsizlikte konumlandırdıklarına dini tolere ettirmeye mi çalışır? Hayır, din, insanı insan kılmaya ve insanı ahlak sahibi yapmaya çalışır yani bir nevi insanı temizlemeye, arındırmaya çalışır. Birileri içlerinde ki tanrıya inanıp, ram olurlarken; birileri de tanrı mevkiinde gördükleri nesneleri tanrı olarak tolere edip, ram olmaktadırlar. Bugün insanlar Tanrı adına öldürülüyormuş gibi gözüküyorsa da, haddizatında Tanrılaştırılmış nesneler uğruna öldürülmektedirler. Bitmeyen kavga; özne olan ve nesneleştirilmeye çalışılan insanla, nesne olan ama özneleşmeye çalışan insanın kavgasıdır. Birileri cennetlik oldukları vehmiyle diğerlerine cenneti tolere edene dek cehennemi layık görüyorlar, birileri de cehennemlik oldukları vehmiyle diğerlerine yaratmış oldukları cehenneme tabi olana dek dünyayı cehenneme çevirmeye yelteniyorlar. Oysa kurtulacak olanlar münhasıran insan olanlar ve insanlık yolunu intihap eylemiş olanlar olacaklardır. Bir filozofun deyimiyle, ölenler insandırlar, diğerleri telef olurlar. Hakikaten de gerçekten insan olanlar ölebilirler ancak, zira gerçekten yaşamış olanlar münhasıran onlardırlar. Yaşamayan nasıl ölsün ki, zaten bir ölü olarak mevcut olmuş daima. Kurtuluşu belirleyecek olan eylemlerdir, zaten herkes içinde ki Tanrıya tabidir, ram olmuştur, geriye belirleyici olarak ortaya konulacak eylemler kalmaktadır. Elbette eyleminin yönünü ve gücünü tayin edecek olanda niyetlerdir ki, niyetler de Tanrıyla ilintinin kurulmasını sağlayan iç sestir, bir nevi Tanrının içimizde ki sesidir dahası vicdanımızdır. O sesin temizliği eylemin temizliğini, eylemin temizliği eylemin yönünü, eylemin yönü de kurtuluşu tevlit edecektir. Yani kurtulan eylemleriyle kurtulacaktır, kof laflarıyla değil. Varolmak bile eylemek değil midir, eylemeyen nasıl varolsun? Çünkü iddialar ispata muhtaçtırlar, sözler iddiaysalar, eylemler ispatları olacaklardır. Bugünkü egemen din, insanın kurtuluşuna çare olacak din değildir. Çünkü bu dinde kurtuluşa dair hiçbir opsiyon bulunmamaktadır, bilakis bu din insanları tutsaklaştırmak için vardır. Siz, bu dinin yani üretilmiş dinin yani devletleştirilmiş dinin yani insana rağmen varlığını idame ettirmeye çalışan dinin, sözde öncülerinin insanlığın yaralarını iyileştirecek bir merhem ürettiklerine şahit oldunuz mu hiç? Bilakis dini tecime vasıtası kılan tacirler olmaktan başka hiçbir şey olamamışlardır ama bu meyanda kendisiyle beslendikleri dinin bile cahili kalmışlardır. Yalanlara meydan okuduklarını ve gerçek işte budur diye meydana çıktıklarına şahit oldunuz mu hiç? Batılla örtülen hakkın tezahür etmesi yönünde tek bir adım attıklarına, tek bir eylem yaptıklarına, tek bir hak sözü haykırdıklarına şahit oldunuz mu hiç? İnsanı savunduklarına ve insanın hayrına, iyiliğine, faydasına olacak bir şey yaptıklarına şahit oldunuz mu hiç? Dinle kendilerine ayrıcalık elde etmekten başka yaptıkları hiçbir şey gördünüz, duydunuz, bildiniz mi hiç? Dinle münhasıran kendilerini kurtarmaktan ve başkalarını cehennemin dibine göndermekten başka yaptıkları hiçbir şeye şahit oldunuz mu? Tanrının var olduğunu söyledikleri halde Tanrı varmış gibi hareket ettiklerine, yaşadıklarına, konuştuklarına şahit oldunuz mu hiç? Ahlaklı hareketlerine, merhametin sesi olduklarına, adaleti aradıklarına şahit oldunuz mu hiç? Çünkü Tanrıyla kendilerini ayrı olarak gördüklerinden, Tanrıyı göklere gönderip yerde istedikleri gibi hareket etmektedirler yani kendilerini dinden muaf görmektedirler ama herkese de dini dikte etmekte hiçbir beis görmemektedirler. Haddizatında münafıkça bir hayat sürmektedirler. Akıllarıyla Tanrıya inanmaktadırlar ama kalpleriyle Tanrıyı inkâr etmektedirler. Oysa insanca eylemlerin ne olacağını akıl söylese de nasıl olacağını kalp söyler. Ama Tanrının egemen olmadığı kalpten de maalesef zalimlikten başak bir şey neşet etmemektedir, bu yüzden de dünya tamusal bir görünüm arzetmektedir. Nihayetinde de ortaya yaşadığımız dünya ve insanlık manzarası çıkmaktadır. Niçin yaşadığımız dünyada din sahibi olduklarını söyleyenler her yönde geridirler, eziktirler, kulların kulu olmaktadırlar, hürriyetten hazzetmezler ve insan hep düşmüştür bunların dünyasında sorduk ve sorguladık mı hiç? Maalesef yaşadığımız çağda Tanrı öldürülmüş, din ilga edilmiştir ama Tanrı yaşıyormuş, din icra ediliyormuş gibi gösterilerek insanlık Tanrı ve din adına acımasızca ezilmekte ve sömürülmektedir. Tabir caizse cehennem dediğimiz karanlık ve alevli ateşle lebalep kuyu içini boşaltmış, içindeki şeytanlar dünyaya akın etmişler ve işgal etmişlerdir dünyayı maalesef ve fasılasız bir insansızlaştırma sürecine tabiyiz bu sebeple. Binaenaleyh, cehennemi bir dünya da yaşamak, istesekte, istemesekte kaderimiz kılınmıştır. Ve bu kaderi biz bozacağız, elbette istersek ve aklımızı, irademizi, ihtiyarımızı, gönlümüzü kullanırsak. Ne Tanrı böyle bir din göndermiştir, ne peygamber böyle bir din getirmiştir, ne de kitapta böyle bir din yazmaktadır ve tabiatıyla ne de vicdan böyle bir dini tasvip ve tensip etmektedir ve dahi nede etmediği içinde kâfir olur. Bugün peygamber gelmiş olsa, kendisinin getirdiğini söylediğimiz bu dini tanıyamazdı maalesef ve bu din benim getirdiğim din değildir derdi emin olun, zaten eminsiniz de çaktırmıyorsunuz, çaktırmadan malı götürmek için. En son tahlilde; mevcut din bir afyondur ve hiçbir derde çare değildir. Şayet çare olduğu bir şey varsa gösterilmelidir, çünkü ispatsız iddia boştur ve tanıksız dava utançla biter. İnsanlığın manzara-i umumiyesi bizim iddiamızın mutlak ve muhakkak hüccetidir. Mevcut din statükoları perçinleyen ve mutlaklaştıran dindir. İnsanın çığlığını yükselten değil, kendi içinde boğan dindir. Vicdanı öldüren, bedeni dirilten dindir. İnsandan özneliğini çalan ve onu nesneleştirip nesnelerin nesnesi kılan bir dindir. Devletin içine girerek devleti tanrılaştıran ve insanı devletin basit, zavallı, aciz bir kulu, kölesi kılan bir dindir. İsyan etmeyen itaat eden bir dindir. Parayla beslenen ve parayı besleyen bir dindir, bu yüzden de insanın amansız ve kadim düşmanı olan kapitalizmin payandası olmuş bir dindir. Oysa din isyanın adıdır, itaati ise reddeder. İnsansızlığın reddi, insanın onayıdır din. Din kendisine hizmet edilen değil, kendisinin bizatihi insana hizmet için varolduğu bir şeydir. Din; iyiliktir, hayırdır, faydadır, güzelliktir, samimiyettir, hülasa; insanlıktır. Peki, bugünkü egemen olan din bunların hangisini sunmaktadır? Din çaredir, peki bugün ki din neye çare olmaktadır? Din uyandırıcı ve uyarıcıdır, peki bugünkü din kimi uyandırmaktadır ve kimi uyarabilmektedir? Peki, gerçekten dindar kimdir, dinsiz kimdir; mümin kimdir, kâfir kimdir? Din özgürleştirendir gerçekte ama bugün tutsaklaştırıcı ve köleleştiricidir. İnsanlığın başkaldırısı dinle olmuştur tarih boyunca ama başkaldıran başlar dinle ezilmiştir daima, peki nasıl bir dindir ki kalkmasını istediği başları ezmiştir, ezmektedir yoksa insanları provoke edip, onları yok etmek için yol mu açmaktadır yani insanları bile isteye öldürmek için aldatmakta mıdır? Peki, gerçekte ve gerçekten din nedir? Vicdanın dışa yansıyan iç sesi midir yoksa sonsuza dek uyuşturan, uyutan bir afyon mudur? Evet, yaşadığımız çağda, yaşadığımız hayatta, yaşadığımız mevcut haliyle din bir afyondur! Hiçbir din, o dinin inanmayanları eliyle tarih sahnesinden çekilmemiştir, bizatihi inananları eliyle etkisini kaybetmiş, zayıflamış ve zaman içinde yaratıcı gücünü yitirmiştir. Tüm düşünce sistemlerinde de aynısı olmuştur.

Tarih: 21.04.2021 Okunma: 389

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

İ. Hakkı Cengiz

23.04.2021 - 11:38

Söyleyecek çok şeyin olduğunu biliyorum. Kalemini durduramadığın anlaşılıyor. Lâkin yazı uzadıkça dikkat de dağılıyor. Dikkatimi toplamak için çok çaba sarf ettim. Bununla beraber yazından çok yararlandım. Can kardeşim, kalemine, emeğine sağlık. Hakikatleri bütün ayrıntılarıyla ortaya koymuşsun. Ne yazık ki hadise budur. Uyanık zihnine sağlık. Kalemin hep keskin olsun. Gönülden selâmlar...

özgür deniz

23.04.2021 - 11:47

tüm kalbimle bilincimle samimiyetimle içtenliğimle benliğimle ciddiyetimle sonsuz teşekkürler ve aynı duygu ve düşüncelerle bilmukabele inşaAllah saygıdeğer paşam saygıdeğer ağabey. gözlerinizin ışığı hiç sönmesin inşaAllah. saygıdeğer paşam bu gibi durumlarda her zaman vorlda indiririm ve paragraflara böler okurum ben. çok uzun yazıları böyle yapıyorum. dünde böyleydi bugünde böyle yarında böyle olacak. gayet güzel oluyor. derin saygılar selamlar.