Din nedir? Çare midir? Neye çare olmuştur? Olduysa nasıl çare
olmuştur? Olmadıysa niçin çare olamamıştır? Engel midir? Neye engel olmuştur?
Olduysa nasıl engel olmuştur? Olmadıysa ne şekilde engel olmamıştır? Gerçek
midir, yalan mıdır? Uyandırıcı mıdır, uyuşturucu, uyutucu mudur? İnsanın
vicdanı mıdır yoksa insan için bir afyon mudur? İnsanın haricinde ve haricinden
bir şey midir yoksa zaten başından beri dâhilinde olan bir şey midir?
Evvelinden beri insanın benliğinde mündemiç miydi yoksa sonradan mı dercedilmiştir
insanın içine? İyileştirir mi, hastalandırır mı? Geriletici bir şey midir yoksa
ilerletici bir şey mi? Akılla çelişir mi yoksa at başı mı ilerler? Karanlık bir
kuyu mudur içine aldığını yutan ve yok eden yoksa aydınlık bir deniz midir
içine aldığını yuyup yıkayan, arındıran, özgürleştiren ve yeniden üreten?
Kalbin içinde midir yoksa kalbe muhalif midir? İnsan mı var etmiştir yoksa
Tanrı tarafından insan için mi var edilmiştir? Bugüne kadar bildiğimiz şey
midir yoksa hep yanlış mı bildik? Bu dünya için midir yahut ötelerde bir
yerlerde var olduğu söylenen dünya için midir? Tanrı da bir nevi insanın içinde
olduğuna göre haddizatında din insanın içinden mi doğmuştur ve böylesi bir
durum yine Tanrı tarafından gönderilmiş olmasına halel mi getirir yahut insanın
içinden doğmuş olması dinin mevcudiyetine dair bir sorun oluştur mu? Geçelim!
Yeryüzünde sayısız din varolmuştur, var olagelmiştir, elan da varlığını idame
ettirmektedir. Elbette her dini insanlar temsil etmektedirler ve insanın
varlığında kendisini göstermektedir her din. Ve her dinin bir Tanrısı vardır ve
her dinin kendince kaideleri bulunmaktadır. Her dinin, insanın önce kalbini
tamir etmek sonra da hayatını tanzim etmek için var olduğu söylenir, bilinir.
Çünkü insan hayatına dair önerileri, tavsiyeleri tazammun eder her din. Normal
şartlarda ve koşullarda din deyince, insanlığın lehine olduğuna inanılır. Çünkü
tertemiz bir kaynaktan fışkırır din; vicdan. Dinin odağında insan vardır, her
şey insan tarafındandır ve her şey insan içindir. Çünkü din dediğimiz şey
insanı savunmuyorsa, kaldırmıyorsa, yüceltmiyorsa, yükseltmiyorsa, onun din
olduğundan kuşku duyulur. Öyle ya bendenizin içsel çığlığımı işitmeyen ve
isticalen yardımıma koşmayan ve derdime çare bulmayan dinden bana ne? İnsana
gelen bir şey insan içindir ve insanın mutluluğu içindir. Bu dünyada insana
yardım etmeyen din nerede yardım edecektir? Herhalde kendisine hiçbir
ihtiyacımın kalmayacağı öbür dünyada yardım edecek değildir. Maalesef bu
dünyada kifayetsiz kalan bir din, hiçbir yerde kâfi gelmeyecektir. Zaten dinin
bir anlamı varsa, o da bu dünyanın ve insanın varolduğu yerdir, yerdedir. Öyle
ya madem diriler içindir din, diri iken müzahir olmalıdır diri olana, ölünce
hangi müzaherette bulunacaktır? Burada faydası yoksa orada hangi faydayı temin
edecektir? İnsanın aleyhine olan ne varsa da karşısındadır, öyle olmalıdır, ki
benliğimizde kabul görsün, yer etsin, bizde kendisini yaşattırsın. Madem insan
içindir, öyleyse insanı yaşatmak içindir ve insanı diriltmek için olmalıdır,
diri olmayan nasıl yaşıyor olabilir ki? Çünkü insanın aleyhine olan şeylerin
önünde sarsılmaz ve aşılamaz bir barikat olmalıdır ki, insan için var olduğu ve
insanı mutlu etmek için ortaya çıktığı belli olsun. Zaten din dediğimiz şey de
bir yerde insana emanettir, zira insan eliyle varlığını idame ettirecektir.
Öyle ya insan yaşadıkça yaşayacaktır ve yaşayan insanla bir anlam
kesbedecektir. Din nasıl insanla doğmuşsa, insanla ölecektir, çendan bireysel
bağlamda böyledir. Bilakis, ölülerin dine ihtiyacı olmaz ve ölülerin yarasına
da merhem olamaz. Din kimi yerlerde insan eliyle üretilmiştir, kimi dinlerde
Tanrı tarafından bir elçiyle insanlığa gönderilmiştir velakin bu dinlerin de
otantik halleri tahrip ve tahrif edilerek yine insan eliyle yeniden
üretilmişlerdir. İnsanlığın saf iyiliğini, yararını, faydasını düşünen her bir
insan haddizatında din için bir elçidir, zaten bunlar da çağlardan çağlara
peygamberi ödevin taşıyıcıları ve mümessilleri değil midirler? Peygamber de en
nihayetinde bir insan değil midir, kendisi de içinde bir vicdan taşıyan? Asıl
dindarlar da, vicdanlarından neşet edip fışkıran güzellikler ekseninde insanlık
uğruna kutsal kavga verenler değiller midirler? İnsanlığın dertleriyle
dertlenmeyenler nasıl dindar olabilirler ki, öyle değil mi? Dindarlık vicdandan
fışkırıyorsa ve insan denilen zulmediyorsa ve din zulmü telin ediyorsa, insan
olan nasıl zalim olabilir ki ve zalim olan nasıl dindar olabilir ki o vakit?
Ki, her insanın vicdanı da onun peygamberi değil midir bir yerde? Fakat böylesi
kaç kişi kalmıştır şu fani dünyada? Nihayetinde bugün yeryüzünde egemen olan
tüm dinler üretilmiş dinler kategorisinde değerlendirilebilir, zira kendisine
geldiği söylenilen insan eliyle otantik olma hususiyetlerini kaybetmişlerdir.
Asli kaynaklarında böyle olmasalar bile, hayatın içersinde bu halleriyle
varlıklarını sürdürmektedirler. Böyle oldukları içinde, insanlığın düşmanı olan
ne varsa onlara payanda kılınabilmektedirler kolayca. İnsanlar, bu yüzden,
Hamanlar, Firavunlar ve Karunlar tarafından dinle aldatılmaktadırlar,
susturulmaktadırlar, ezilmektedirler, uyutulmaktadırlar, uyuşturulmaktadırlar,
mankurtlaştırılmaktadırlar, kullaştırılıp köleleştirilmektedirler çok kolay bir
şekilde, münhasıran dünyalık çıkarları uğruna. Çünkü insanı dirilmekte değil
öldürmektedirler, uyandırmakta değil uyuşturmaktadırlar, düşündürmekte değil
aklı tutsaklaştırmaktadırlar, kalbi arındırmakta değil kirlendirmektedirler,
birleşik güçleriyle bu şebekeler. Dinin gerçeğinin böyle olmadığı söylense de
yaşandığı haliyle maalesef böyledir ve bu da bizim dinin aslının tahrip ve
tahrif edildiği yani dolaylı yönden yeniden üretildiği düşüncemizi
pekiştirmektedir. Bugün dinin gerçeği dediğimiz şeyden bendeniz eser
görmüyorum, ya siz görüyor musunuz? Kabul edenler olmuştur, kabul etmeyenler
olmuştur dinin üretilmiş halini. Hangi şekilde var olmuş olurlarsa olsunlar
hiçbir dinin metazori dikte edilemeyeceği de aşikârdır. Bizatihi Tanrı
tarafından da zaten dinde zorlama olmayacağı söylenmiştir. Çünkü inanç benlik
torağında yeşeren bir şeyse, hariçten metazori yeşertilemez, o vakit hem din
ölü doğar hem de benlik toprağında doğması istenen insanı öldürür, ne hazindir
ki öldürmektedir de zira. İnsanın yaşatılmasını isteyen din adına insanlar
nasıl öldürebilirdi yoksa? Çünkü ne acıdır ki, tam da böyle olmuştur ve
olmaktadır da. Benlik toprağında metazori yeşertilemeye çalışılmıştır her daim
din, kendisinde dinin yeşertilemeyeceğine inanılan benlikler de yok edilmeyle
karşı karşıya kalmışlardır. Dinlere inananlar müminler sınıfına, inanmayanlar
ise kâfirler sınıfına dâhil edilerek, birbirileriyle kıyasıya bir savaşa
tutuşmuşlardır. Haddizatında insanlık tarihine baktığımızda din için
savaşılıyormuş gibi bir resim varsa da, dünya için savaşıldığı apaçık ortadadır
ve dinlerde bu savaşa payanda olacak şekilde yeniden kurgulanmışlar ve dizayn
edilmişlerdir. Zira dinin aslıyla insanlığın yönlendirilmesi, çendan kendi
aleyhine yönlendirilmesi muhal olurdu. Öyleyse ne yapılmalıydı? Dinin çıkar
savaşlarına müzahir olması için o savaşları tensip ve tasvip edecek kıvama getirilmesi
iktiza ederdi ve öyle de oldu. Bu yüzden din her devirde egemenlerce çok kolay
şekilde kullanıldı ve kullandıkları da hiç sezdirilmedi. Çünkü iki tarafta
filhakika inançsız olmamışlardır hiçbir zaman, bilakis inanmışlardır ama
Tanrıları ve egemen kılmak istedikleri düzen farklıdır. Bir tarafta tek Tanrıya
inananlar olmuştur, diğer tarafta ise kendi ürettikleri tanrılara inananlar
olmuştur. Yani haddizatında inananlar ile inanmayanlar arasında değil, bilakis
bizatihi inananlar arasında sürgit bir kavga olmuştur. Çünkü iki tarafta
inançsız değil tam aksine inançlı taraflardır. Ama birileri insan için,
birileri kendileri için kavga ettiklerinden aralarında ki kavga da farklı
algılanmıştır. Çünkü otantik din insan içindir ama üretilen din münhasıran birileri
içindir. Birisinde insan özgürdür, birisinde kurban. Birisinde insan öznedir,
birisinde nesne. Birisinde insan onurludur, birisinde onursuzdur. Birisinde
insan şereflidir, birisinde şerefsiz. Birisinde emek kutsaldır, birisinde
sömürüsüz olmaz. Birisi ezilenlerin safında yer almıştır, birisi ezenlerin.
Mesele de budur zaten. Çünkü insan için olan bir şey insanı yok edemezdi
bilakis insanı var ederek varlığını idame ettirebilirdi; insan için olmayan bir
şey ise insanı yiyerek, tüketerek, yok ederek var olabilirdi. İşte dinler ve
din müntesipleri arasında ki kadim kavganın özeti de budur. Birisinde din
özgürleştirici bir olgu iken diğerinde insanı uyuşturan bir afyondan ibarettir.
Bu yüzden din tandanslı olgular ve mefhumlar da filhakika tahrif ve tahrip
edilerek bizlere ulaşmıştır. Yahut birilerinin algıladığı ve anladığı haliyle
bizlere ulaştırılmıştır, elbette farkettirmeden asli bağlamından kopartılarak
ve saptırılarak. Zaten bu yüzden farklı din yorumları tezahür etmiş değil
midir? Tanrı da öyle dememiş miydi; hak ile batıl apaçık birbirinden
ayrılmıştır, bile bile hakkı batıl ile örtüp gizlemeyin diye? Velakin ne acıdır
ki, tam tersi olmuştur ve bu da Tanrıya inandıklarını söyleyenlerin elleriyle
kotarılmıştır. Çünkü hak ile batılı ancak inancı baz alarak birbirine
karıştırabilirdiniz ve bunu da insanlara din adına yedirebilirdiniz. Bugün de
vicdanınızın sesini dinlediğinizde yalan ile gerçek apaçık ortada değil midir
ama bizler çıkarlarımız yönünde gerçeği yalan ile örtmüyor muyuz ve yalanı
gerçek diye sunmuyor muyuz ve dinden çıkış yaptığımızda buna herkesi
inandırmıyor muyuz? İşte maalesef ki, hak örtülmüş, gizlenmiş, batıl hak diye,
yalan gerçek diye sunulmuştur ve gerçek kâfirler de hakkı batıl ile, gerçeği
yalan ile örtüp insanlığın önüne batılı hak, yalanı gerçek diye koyanlardır. Ve
insanlar da tam da bu tahrif ve tahrip edilmiş olgular ve mefhumlar vasıtasıyla
yönlendirilmekte ve yönetilmektedirler. Kendisi öğrenmeye azmetmeyen insanda,
dini inhisarlarına almış ve kendilerini dinin sahibi olarak görmüş olanlarca
din kendisine nasıl gösterildiyse öylece inanmıştır. Bu yüzden insanlık yeryüzü
tanrılarının masum kurbanları olmaktan kurtulamamışlardır,
kurtulamamaktadırlar. Din insanın vicdanından doğmuştur ve vicdanın dışarıda
makes bulan müşahhas sesidir. Yani mücerret olanın müşahhaslaşmış halidir.
Mutlak ve muhakkak olarak insan için ve insanın faydasını düşünür. Binaenaleyh
insanı düşünmeyen ve insanın faydası için var olmayan din insanlık nezdinde
tolere edilemez, etmeyenler de dinsiz olarak tavsif edilemezler. Zira
insanların karşı duruş sergiledikleri din; vicdandan doğan din değil, hariçten
üretilmiş ve insana dayatılmış dindir. Zaten dinin kâfir olarak tanımladıkları
da gerçeği örten ve insana düşman olanlardır. Peki, bunu kimler yapmaktadırlar?
Bilakis hariçten üretilmiş ve insan yiyerek egemen olmuş ve varlığını insan
yemeye bağlı kılmış dini reddedenler değillerdir kâfir olanlar, bilakis dini
tamda bu minvalde istimal edenlerdir. İşte yeryüzünde ki tüm savaşlar da
inananlarla inanmayanlar arasında vuku bulmuş savaşlar değil, bilakis inananlar
arasında vuku bulmuş savaşlardır. Çünkü bir taraf insan yaşasın diyordu, diğer
taraf ise bizim için insanlar birer kurbandırlar ve kurban olmalıdırlar
diyorlardı. Bu yüzden de amansız ve hiç bitmeyecek, ilanihaye sürecek savaşlar
başlıyordu. Yani savaşan dinler değil, zihnimizde ki din tasavvurları idi,
dolaysıyla o tasavvurları taşıyan insanlardı. Birisi insanlık için feda olan
dindi, diğeri insanı kendisi için feda eden din, reddedilen din de insanlık
uğruna kendini feda eden din değil, insanlığı kendi için feda eden dindi yani
insanları kulların kulu yapmaya çalışan dindi. Bugünde aynısıdır, yani insan
kendisi için olan dine değil, kendisini kendisi için feda eden dine sırtını
çevirmekte, yüzünü dönmektedir ve bunda da sonuna kadar haklıdır ve bu durum da
onu dinsiz yapmaz. Buradan yola çıkarak bu tavrı dinsizlikle itham edenler
münhasıran kendi çıkarları için böyle yapmaktadırlar, yoksa dini savundukları
için değil. Çünkü insanlık kaçarsa, tüm çıkarlar uçup gidecektir, dünya
saltanatları yerle yeksan olacaktır. Öyle ya dinle elde edilen nimetler nasıl
olurda dinle kaybedilebilir ki? Öyleyse insanlık behemehâl elde tutulmalıdır,
kaçışı engellenmelidir. Din adına bayraklaştırdığımız sembollerde bu savaşta
kuşandığımız ve savaşı din adına yapıyormuşuz gibi görüntü vermeye çalıştığımız
kılıçlarımızdır. Oysa hepsi birer hikâyedir, savaş insanla insan arasındadır,
gerçekle yalan arasındadır, insanı ezenle ezilen insan arasındadır. Emeğin
sahibiyle emeği sömüren arasındadır, içinde ki Tanrısallığın kudretiyle
varolanla içindeki Tanrıyı içindeki şeytana öldürtmüş insan arasındadır.
Hülasa; içinde ki Tanrının ruhuyla Tanrısallığa ulaşan insanla, içinde ki
Tanrısallığı öldürüp, örtüp şeytana dönüşen insanın savaşıdır kadim savaş. Yani
din ile yine dinin savaşıdır, din ile dinsizliğin değil; müminler ile
kâfirlerin değil kendi dinlerinin müminleri olanların savaşıdır. İşin dibinde,
özünde, dünya egemenliği ve dünyalık çıkar savaşıdır. Din ahlak mı aşılamaya
çalışır, insan kılmaya mı çalışır yoksa dinsizlikte konumlandırdıklarına dini
tolere ettirmeye mi çalışır? Hayır, din, insanı insan kılmaya ve insanı ahlak
sahibi yapmaya çalışır yani bir nevi insanı temizlemeye, arındırmaya çalışır.
Birileri içlerinde ki tanrıya inanıp, ram olurlarken; birileri de tanrı
mevkiinde gördükleri nesneleri tanrı olarak tolere edip, ram olmaktadırlar.
Bugün insanlar Tanrı adına öldürülüyormuş gibi gözüküyorsa da, haddizatında
Tanrılaştırılmış nesneler uğruna öldürülmektedirler. Bitmeyen kavga; özne olan
ve nesneleştirilmeye çalışılan insanla, nesne olan ama özneleşmeye çalışan
insanın kavgasıdır. Birileri cennetlik oldukları vehmiyle diğerlerine cenneti
tolere edene dek cehennemi layık görüyorlar, birileri de cehennemlik oldukları
vehmiyle diğerlerine yaratmış oldukları cehenneme tabi olana dek dünyayı
cehenneme çevirmeye yelteniyorlar. Oysa kurtulacak olanlar münhasıran insan
olanlar ve insanlık yolunu intihap eylemiş olanlar olacaklardır. Bir filozofun
deyimiyle, ölenler insandırlar, diğerleri telef olurlar. Hakikaten de gerçekten
insan olanlar ölebilirler ancak, zira gerçekten yaşamış olanlar münhasıran
onlardırlar. Yaşamayan nasıl ölsün ki, zaten bir ölü olarak mevcut olmuş daima.
Kurtuluşu belirleyecek olan eylemlerdir, zaten herkes içinde ki Tanrıya
tabidir, ram olmuştur, geriye belirleyici olarak ortaya konulacak eylemler
kalmaktadır. Elbette eyleminin yönünü ve gücünü tayin edecek olanda niyetlerdir
ki, niyetler de Tanrıyla ilintinin kurulmasını sağlayan iç sestir, bir nevi
Tanrının içimizde ki sesidir dahası vicdanımızdır. O sesin temizliği eylemin
temizliğini, eylemin temizliği eylemin yönünü, eylemin yönü de kurtuluşu tevlit
edecektir. Yani kurtulan eylemleriyle kurtulacaktır, kof laflarıyla değil.
Varolmak bile eylemek değil midir, eylemeyen nasıl varolsun? Çünkü iddialar
ispata muhtaçtırlar, sözler iddiaysalar, eylemler ispatları olacaklardır.
Bugünkü egemen din, insanın kurtuluşuna çare olacak din değildir. Çünkü bu
dinde kurtuluşa dair hiçbir opsiyon bulunmamaktadır, bilakis bu din insanları
tutsaklaştırmak için vardır. Siz, bu dinin yani üretilmiş dinin yani
devletleştirilmiş dinin yani insana rağmen varlığını idame ettirmeye çalışan
dinin, sözde öncülerinin insanlığın yaralarını iyileştirecek bir merhem
ürettiklerine şahit oldunuz mu hiç? Bilakis dini tecime vasıtası kılan tacirler
olmaktan başka hiçbir şey olamamışlardır ama bu meyanda kendisiyle
beslendikleri dinin bile cahili kalmışlardır. Yalanlara meydan okuduklarını ve
gerçek işte budur diye meydana çıktıklarına şahit oldunuz mu hiç? Batılla
örtülen hakkın tezahür etmesi yönünde tek bir adım attıklarına, tek bir eylem
yaptıklarına, tek bir hak sözü haykırdıklarına şahit oldunuz mu hiç? İnsanı
savunduklarına ve insanın hayrına, iyiliğine, faydasına olacak bir şey yaptıklarına
şahit oldunuz mu hiç? Dinle kendilerine ayrıcalık elde etmekten başka
yaptıkları hiçbir şey gördünüz, duydunuz, bildiniz mi hiç? Dinle münhasıran
kendilerini kurtarmaktan ve başkalarını cehennemin dibine göndermekten başka
yaptıkları hiçbir şeye şahit oldunuz mu? Tanrının var olduğunu söyledikleri
halde Tanrı varmış gibi hareket ettiklerine, yaşadıklarına, konuştuklarına
şahit oldunuz mu hiç? Ahlaklı hareketlerine, merhametin sesi olduklarına,
adaleti aradıklarına şahit oldunuz mu hiç? Çünkü Tanrıyla kendilerini ayrı
olarak gördüklerinden, Tanrıyı göklere gönderip yerde istedikleri gibi hareket
etmektedirler yani kendilerini dinden muaf görmektedirler ama herkese de dini
dikte etmekte hiçbir beis görmemektedirler. Haddizatında münafıkça bir hayat
sürmektedirler. Akıllarıyla Tanrıya inanmaktadırlar ama kalpleriyle Tanrıyı
inkâr etmektedirler. Oysa insanca eylemlerin ne olacağını akıl söylese de nasıl
olacağını kalp söyler. Ama Tanrının egemen olmadığı kalpten de maalesef
zalimlikten başak bir şey neşet etmemektedir, bu yüzden de dünya tamusal bir
görünüm arzetmektedir. Nihayetinde de ortaya yaşadığımız dünya ve insanlık
manzarası çıkmaktadır. Niçin yaşadığımız dünyada din sahibi olduklarını
söyleyenler her yönde geridirler, eziktirler, kulların kulu olmaktadırlar,
hürriyetten hazzetmezler ve insan hep düşmüştür bunların dünyasında sorduk ve
sorguladık mı hiç? Maalesef yaşadığımız çağda Tanrı öldürülmüş, din ilga
edilmiştir ama Tanrı yaşıyormuş, din icra ediliyormuş gibi gösterilerek
insanlık Tanrı ve din adına acımasızca ezilmekte ve sömürülmektedir. Tabir
caizse cehennem dediğimiz karanlık ve alevli ateşle lebalep kuyu içini
boşaltmış, içindeki şeytanlar dünyaya akın etmişler ve işgal etmişlerdir
dünyayı maalesef ve fasılasız bir insansızlaştırma sürecine tabiyiz bu sebeple.
Binaenaleyh, cehennemi bir dünya da yaşamak, istesekte, istemesekte kaderimiz
kılınmıştır. Ve bu kaderi biz bozacağız, elbette istersek ve aklımızı,
irademizi, ihtiyarımızı, gönlümüzü kullanırsak. Ne Tanrı böyle bir din
göndermiştir, ne peygamber böyle bir din getirmiştir, ne de kitapta böyle bir
din yazmaktadır ve tabiatıyla ne de vicdan böyle bir dini tasvip ve tensip
etmektedir ve dahi nede etmediği içinde kâfir olur. Bugün peygamber gelmiş
olsa, kendisinin getirdiğini söylediğimiz bu dini tanıyamazdı maalesef ve bu
din benim getirdiğim din değildir derdi emin olun, zaten eminsiniz de
çaktırmıyorsunuz, çaktırmadan malı götürmek için. En son tahlilde; mevcut din
bir afyondur ve hiçbir derde çare değildir. Şayet çare olduğu bir şey varsa gösterilmelidir,
çünkü ispatsız iddia boştur ve tanıksız dava utançla biter. İnsanlığın
manzara-i umumiyesi bizim iddiamızın mutlak ve muhakkak hüccetidir. Mevcut din
statükoları perçinleyen ve mutlaklaştıran dindir. İnsanın çığlığını yükselten
değil, kendi içinde boğan dindir. Vicdanı öldüren, bedeni dirilten dindir.
İnsandan özneliğini çalan ve onu nesneleştirip nesnelerin nesnesi kılan bir
dindir. Devletin içine girerek devleti tanrılaştıran ve insanı devletin basit,
zavallı, aciz bir kulu, kölesi kılan bir dindir. İsyan etmeyen itaat eden bir
dindir. Parayla beslenen ve parayı besleyen bir dindir, bu yüzden de insanın
amansız ve kadim düşmanı olan kapitalizmin payandası olmuş bir dindir. Oysa din
isyanın adıdır, itaati ise reddeder. İnsansızlığın reddi, insanın onayıdır din.
Din kendisine hizmet edilen değil, kendisinin bizatihi insana hizmet için
varolduğu bir şeydir. Din; iyiliktir, hayırdır, faydadır, güzelliktir,
samimiyettir, hülasa; insanlıktır. Peki, bugünkü egemen olan din bunların
hangisini sunmaktadır? Din çaredir, peki bugün ki din neye çare olmaktadır? Din
uyandırıcı ve uyarıcıdır, peki bugünkü din kimi uyandırmaktadır ve kimi
uyarabilmektedir? Peki, gerçekten dindar kimdir, dinsiz kimdir; mümin kimdir,
kâfir kimdir? Din özgürleştirendir gerçekte ama bugün tutsaklaştırıcı ve
köleleştiricidir. İnsanlığın başkaldırısı dinle olmuştur tarih boyunca ama
başkaldıran başlar dinle ezilmiştir daima, peki nasıl bir dindir ki kalkmasını
istediği başları ezmiştir, ezmektedir yoksa insanları provoke edip, onları yok
etmek için yol mu açmaktadır yani insanları bile isteye öldürmek için
aldatmakta mıdır? Peki, gerçekte ve gerçekten din nedir? Vicdanın dışa yansıyan
iç sesi midir yoksa sonsuza dek uyuşturan, uyutan bir afyon mudur? Evet,
yaşadığımız çağda, yaşadığımız hayatta, yaşadığımız mevcut haliyle din bir
afyondur! Hiçbir din, o dinin inanmayanları eliyle tarih sahnesinden
çekilmemiştir, bizatihi inananları eliyle etkisini kaybetmiş, zayıflamış ve
zaman içinde yaratıcı gücünü yitirmiştir. Tüm düşünce sistemlerinde de aynısı
olmuştur.
DİN...
Özgür DENİZ - 21.04.2021
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.
İ. Hakkı Cengiz
23.04.2021 - 11:38
Söyleyecek çok şeyin olduğunu biliyorum. Kalemini durduramadığın anlaşılıyor. Lâkin yazı uzadıkça dikkat de dağılıyor. Dikkatimi toplamak için çok çaba sarf ettim. Bununla beraber yazından çok yararlandım. Can kardeşim, kalemine, emeğine sağlık. Hakikatleri bütün ayrıntılarıyla ortaya koymuşsun. Ne yazık ki hadise budur. Uyanık zihnine sağlık. Kalemin hep keskin olsun. Gönülden selâmlar...
özgür deniz
23.04.2021 - 11:47
tüm kalbimle bilincimle samimiyetimle içtenliğimle benliğimle ciddiyetimle sonsuz teşekkürler ve aynı duygu ve düşüncelerle bilmukabele inşaAllah saygıdeğer paşam saygıdeğer ağabey. gözlerinizin ışığı hiç sönmesin inşaAllah. saygıdeğer paşam bu gibi durumlarda her zaman vorlda indiririm ve paragraflara böler okurum ben. çok uzun yazıları böyle yapıyorum. dünde böyleydi bugünde böyle yarında böyle olacak. gayet güzel oluyor. derin saygılar selamlar.