Herkes yazıyor, yazıyor, yazıyor ama
kimse ne yazdığını, niçin yazdığını, kim için yazdığını, yazdıklarıyla şeylere
zarar mı verdiğini yoksa fayda mı sağladığını bilmiyor. Tıpkı ağzı olan
herkesin konuştuğu gibi, önüne klavyeyi koyan herkeste yazıyor ama ne
konuşanlar kendi kalpleriyle konuşuyorlar, ne de yazanlar kendi kafalarıyla
yazıyorlar, kalplerde, kafalarda hep başkasına ait, sadece eller ve diller
kendilerine ait, ama sonuçta bunlar bile kendilerine ait olmuyor işte manipüle
edildikleri için. Binaenaleyh kulaklarına fısıldananları yazıyorlar,
konuşuyorlar. Bilinçsizce yazıyor ve konuşuyor yani herkes. Önüne klavyeyi
koyan aklına ne gelirse yazıya döküyor. Ağzına mikrofon konulan aklına ne
gelirse konuşuyor. Ya da gayet bilinçli yazıyor ve konuşuyorlar ama yine
bilinçsizlik içerisinde. Çünkü söylerken bile hiçbir şey söylememek var ama
söylemiyor gibi olup çok şey söylemekte var. Biz söylüyormuş gibi görünen ama
söylemeyenleriz. Yumruk gibi söz ortaya koyamayanlarız. Sizleri şerefimle temin
ederim, bu çok derin bir mevzudur, büyük bir operasyondur. Bugün hiçbir kimse
beynindekini ve gönlündekini yazmıyor, yazamıyor; kalbindekini konuşmuyor,
konuşamıyor. Çünkü önemli gördüğümüz herkes, bulunduğu yerde konuşlandırılmış
ve koşullandırılmış kişilerdir. Yahut kalbini ve beynini dünya bazında büyük
meblağlara satıyorlar. Münhasıran görünmeyen dünyalardan gelen talimatları ifa
etmektedirler yani özgür gibi görünürler ama asla özgür değillerdir. Oysa mühim
olan yazmak, söylemek değildir, gerçekten yaraya merhem olacak, çözüm olacak,
tedaviye müzahir olacak şeyler ortaya koymaktır. Böyle bir şey yoksa ortada,
git o zaman milyonlarca sayfa yaz, gece gündüz mütemadi konuş ne anlamı olur?
Bu da ters yönden farklı bir alıklıktır, bönlüktür, ahmaklıktır. Böylesi bir
şeyin bilgiçlik taslamaktan ya da bir şeyler bildiğini gösteriyor olmaktan
başka hiçbir anlamı olamaz. Mesela, çok yazıyoruz ve konuşuyoruz ya yani güya
biliyoruz ya ama buna nazaran çok öngörüsüz insanlarız, toplumuz. Öngörüsüz bir
toplumuz, şöyle ki; bugünkü olayların yarınlarda hangi olayları
tetikleyebilirliğini öngöremiyoruz ve umarsızca hareket ediyoruz ve bunu da tek
bir kimse çıkıp söylemiyor, söyleyemiyor, ama baksanız öyle kallavi sözler
ediyor, öyle yazılar döşüyor ki, sanırsınız gerçekten bir şeyler yazıyor,
söylüyor ama yazıp, söylediği ne varsa maalesef kof. Bugün sizin işinize
yarayan, fayda sağlayan, çıkarlarınızı koruyan bir şey yarın bağlı olduğunuz
köke öyle bir darbe vurur ki, bir daha türemeniz imkânsız olur. Biz nereye
darbe vurduğumuzu bilmeden köklerimizi darbeliyoruz. Köklerimizi düşünmeden
umarsızca hareket ediyoruz, konuşuyoruz, yazıyoruz ama bir gün gelip bugün
yaptıklarımız o kökleri yerlerinden söküp yok edecektir. Köksüz var olabilecek
misiniz? O zaman köklere kıymayalım! ‘’Ortada bir suç varsa, o suçun olduğu
zamanda o suça karşı sessiz ve tepkisiz kalanlar da o suçun ortağı olurlar yani
suç ortağı olurlar ve o suçu işleyenlerle birlikte kendileri de o suçu işlemiş
sayılırlar” diyor Dostoyevski ve sonsuz doğru diyor. Kimse bir gün geldiğinde,
her şey değiştiğinde ve tersine döndüğünde, çünkü bu dünya bitevi dönen bir
dünyadır, kendisini masum olarak sunamaz ve gönüllerde affedilmeyi dileyemez, birlikte
işlenen suçlardan dolayı. Mesela; şöyle maziyi gözünüzde bi canlandırın,
niceleri, A gurubundan, B gurubundan, C gurubundan D gurubundan ve daha başka
ne guruplardan olanlar bulundukları yerlerde miadları dolup oraları tek
ettikten sonra oralarda bulunurlarken ve işleri gıcırken, istedikleri gibi
döndürürlerken çarklarını, oralardan ayrıldıklarında, oralarda bulunanlarla
birlikte işledikleri suçlardan kurtulmaya çalışıyorlar, üzerinden çok zaman
geçtikten sonra ve gönüllere iltica ediyorlar, o gün yanlış yaptık diye ve na
gariptir ki bunlar istedikleri gurupta da yer bulabiliyorlar. Bu gerçeklik her
devir için geçerli bir durumdur. Bu yüzden bir yanlış yapılıyorsa yapıldığı an
karşısında durabilmektir insanlık. Hani Martin Luther King diyordu ya; ‘’an
gelir sessizlik ihanet olur’’ diye işte o misal. Çünkü konuşmanız gerekiyorsa
ve siz sessiz kalmayı tercih edip susuyorsanız, işte o zaman hem kendinize hem
de insanlığa ihanet etmiş oluyorsunuz. Yahut Halil Cibran demişti değil mi;
‘’suçluyu yargılayıp tecziye etmeden önce onu suça sevk edenin yüreğine bakmak
gerekir’’ diye? Keşke hayatımızı hakikatler temelinde yürütebilsek. Gözlerimiz ve
kalplerimiz dahi akıllarımız hep açık olsa, canlı olsa, işlevleri neyse onu
layıkıyla ifa edebilseler. Zira biliyoruz ki; ruy-i zeminde ki zalimlerin zalim
düzenlerinin kanlı, kirli ve karanlık çarkları cahillerin çalışmayan
kafalarıyla döner. İşte böyle insan
onurunu kaybetti mi kaybetmediği hiçbir şeyi kalmaz, bu yüzden onurumuza
dönemlere göre göre değil, her dönemde hesapsız, umarsız, behemehâl sahip
çıkmak zorundayız. Çünkü onuru olmayanın görüntüsü olsa bile, kendisi gerçekte
yoktur.
İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...123...
Özgür DENİZ - 22.04.2021
Tarih: 22.04.2021
Okunma: 414
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.