Bir tarafta Anadolu toprağının
kokusunu almış, elleri toprakla kirlenmiş, teni ve tini toprakla karışmış,
kutsal emeği, teri, yaşı ve kanı toprağa boca edilmiş, zümrüt yeşili
ormanlarının temiz havasını solumuş, berrak nehirlerinde yıkanmış, kutsal güneşiyle
ısınmış ve aydınlanmış, doğal besinleriyle beslenmiş, bozkırlarında özgürlüğün
tadını çıkarmış, dobralığıyla, hoyratlığıyla, eğilmez bükülmez yalansız sözüyle
varolmuş ve başı dik yaşamış, lakaytlıktan hoşlanmayan, düzenbazlıktan,
dalkavukluktan, bezirgânlıktan anlamayan, her duygusunu aleni yaşayıp,
düşüncesini açıkça söyleyen ve kendini bir ideale adamış ama hiçbir zamanda
yaşamak nedir bilmemiş Anadolu çocuklarının varlığı, diğer tarafta ise gününü
gün eden, anın tadını çıkaran, Anadolu’nun yağız çocuklarının terleriyle,
kanlarıyla, yaşlarıyla, emekleriyle demi devran süren, Anadolu çocuklarının
emeğini kutsal ya da kutsallık kılıfı giydirilmiş olgularla sömüren, semiren,
düzenbaz, bezirgân anlayışlı, üretmeden tüketen, çalışmadan kazanan,
direktifler yağdırmakla iştigal eden, sinsilik ve ketumlukla varolan, her şeyi
pazarlanacak bir meta olarak gören, menfaati için türlü dalavereler peşinde
koşan ve böylece pespaye ve müptezel bir hayat süren metropol züppeleri,
komprador pezevenkler. İşte bizim kadim paradokslarımızdan ve derin
yaralarımızın kaynaklarından biri de budur. Artık, Anadolu çocukları, emeklerinin
metropol züppelerince ve komprador pezevenklerce sömürülmesine, kendilerinin
ürettikleri üzerinden devran sürülmesine ve üstelik hayatlarının onlardan gelen
talimatlarla dizayn edilmesine itiraz ve isyan etmelidirler. Bu kadim dilemmaya
nokta koymalıdırlar. Böyle gelmiş böyle gider demeden, boyun eğmeden, önüne
konulan her şeyi yemeden, kulağına üflenen her lafa inanmadan, gözüne
gösterilen tiyatroya kanmadan böyle gelmiş ama böyle gitmeyecek demelidir ve
üretenin kendisi olduğunu ve yaşamdan da ürettiklerinin karşılığı olan pay ne
ise behemehâl alacaklarını birilerinin gözlerine sokup, kulaklarına
duyurmalıdırlar. Ya böyle ya hiç! Kaybedeceğin bir şey yoksa, ki kesinlikle yok,
o vakit kaybedecekleri çok şeyleri olanlara boyun eğdirebilirsin ve mutlaka
eğdirmelisin, bunun için gereken neyse yapmaktan imtina etmemelisin. Bunu yaparken
tereddüde düşmemelisin. Hangi düşünceye sahip olursanız olunuz yaşamak sizin de
hakkınız Anadolu’nun bağrı yanık çocukları! Kutsal ya da kadim olgularla adatılıp
sefaletin dehlizlerinde yaşamak değildir hakkınız. Bunu yapabilirsiniz ve
yapmalısınız ey Anadolu’nun onurlu ve namuslu çocukları! ‘’Hepimizi satın
almışlar, hem de kendi paramızla’’ diyor George Orwell. Yalan mı? Kesinlikle
doğru. Bizim paramızla bize hükmediyorlar, paramızı istedikleri gibi
kullanıyorlar, üstelikte bizleri insan yerine koymuyorlar, bize ait ne varsa
çalıyorlar, çırpıyorlar, bize ait olanlarla kasalarını, keselerini
dolduruyorlar, bizim sayelerimizde masalarda oturuyorlar ama bizlere de
sefaleti, yoksulluğu, onursuzca yaşamayı bırakıyorlar. Buna eyvallah mı
edeceğiz, susacak mıyız, kabullenecek miyiz? Hayır, böyle yapmamalıyız, mutlaka
hesabını sormalıyız, behemehâl hakkımız olanı almalıyız yoksa gerçekten
onursuzluğa, hayvan gibi yaşamaya layık olduğumuzu tolere etmiş oluruz. Gerisi
laf-ı güzaftır!
NOT:
Bu arada fırsat bu fırsat George Orwell’in ‘’1984’’ isimli bir romanı var. Keza
Wilhelm Reich’in ‘’Dinle Küçük Adam’’ isimli ve galiba 64 sayfa olabilir bir kitabı
var. Mutlaka alın okuyun okumadıysanız. Tam zamanı, kapanmışken değerlendirin. Bu
meyanda Edip Akbayram’dan ''Güzel Günler Göreceğiz Çocuklar’’ şarkısını armağan
ediyorum tüm güzelinsanlara. Güzel şarkıdır, kim olursanız olunuz, ne olursanız
olunuz, nasıl düşünürseniz düşününüz dinleyebilirsiniz. Münhasıran birilerine değil
herkese armağandır.