İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...135...

Özgür DENİZ - 07.05.2021

Hayatta emeğin üretmediği hiçbir şey yoktur. Her şeyin içinde büyük ve yüce bir emek (((ter-yaş-kan))) saklıdır. Ki, insan dediğin bile bir emeğin ürünü değil midir, ürettiği emekle dönüşümlü olarak kendini de yeniden üretmek değil midir? Hareket etmek için bir emek sarf ediyor değil midir ve yaşamın kaynağı da hareket değil midir? Buyurun emek sarf etmeden bir gramlık iş üretin de görelim, dahası emeksiz var olun da görelim! Öyleyse filhakika dünyadaki en mukaddes şey; emektir. Çünkü emeksiz ekmek ve yemek yoktur. Emek ucuz ekmek pahalı olsa da yine de kutsaldır emek. Madem gayemiz idame-i maişettir, öyleyse emeksiz bunu nasıl realize edebiliriz? Madem realize etmenin yolu budur, o vakit emekçiyi nasıl ezebiliriz ve emeği nasıl sömürebiliriz? Hayat-ı dünyeviyi sabit ve baki zannedenler, kendilerini de ölümsüz farz etmektedirler ve yaşamlarını da bu telakkiye göre konumlandırmaktadırlar, binaenaleyh dünyadaki asıl değerin ne olduğundan bihaberdirler ya da bihaberlermiş gibi davranışlar içerisine girmektedirler, nihayet emekçinin sırtından dilediklerince dem sürmektedirler. Dolaysıyla emeğin üretimini sarf-ı nazar eylemektedirler, münhasıran emeğin üretimine seza ücreti olabildiği kadar kısmak ve kendilerine hak etmedikleri değeri de hasretmek niyetiyle. Pekâlâ, zihniyetimizi bu bakış temelinde konumlandırmamıza göre bu şekilde bir algılayış ve nihayet bu algı minvalinde bir uygulama içerisinde olabiliriz ama bu ne kadar adildir, ahlakidir, vicdanidir? Emeği zail eden zevale mahkûm olur unutmayalım. Emeğin hakkını bihakkın teslim edelim ki, yokluğa teslim olmayalım. İşimize geldiğinde dilimizi dilediğimizce döndürmekte pek mahiriz ama iş emekçiye ücretinin ödenmesine ve haklarının tam ve eksiksiz olarak teslim edilmesine geldiğinde ise olabildiğince gaddar ve zalimiz. Peki denge bunun neresinde ve dengesiz hayatın kaim ve diam olması kabil midir? Dengedir, insanı, hayatı ve dünyayı dengede tutan; denge kaçtığı vakit her şey altüst olur, bu kaçınılmazdır. Hem hayat-ı dünyevinin kaim ve daim olmasının olmazsa olmaz önkoşulu adalet değil midir ki? Ama bu dünyada adaletten korktuğumuz kadar hiçbir şeyden korkmuyoruz maalesef.

 

EKSTRA NOT:

 

İnancınız hangi yönde olursa olsun şu bir gerçektir; öleceğiz. Bu ölüm nasıl olursa olsun, ne şekilde olursa olsun, sonu nereye varırsa varsın ve siz bu sonda nereye giderseniz gidiniz, nerede olursanız olunuz sonunda mutlaka bir sorgulama olacaktır. Öyle ya da böyle hesabı ödenmeyen bir şey olmaz ve yoktur. Öyleyse bu dünyada dosdoğru olmak zorundadır her insanteki. Binaenaleyh bu gelip geçici yerde namussuzca, riyakârca, aldanarak, aldatarak yaşamaya değmez. Geçelim! Niye hep bir yerde inat ediyoruz? Niye değişimden korkuyoruz? Oysa biliyoruz ki, değişmeyen tek şey değişimin kendisidir ve değişmeyen ya olduğu yerde donar kalır ya da yok olur gider. Buradaki mantığı gerçekten merak ediyorum. Ki, bir mantık var mı onu da bilmiyorum. Yani, insan, düşüncesini, oradan da dünyasını değiştirebilir, değişmeyen yaşayamaz. Niye beynimize, oradan tüm hayatımıza tesir eden düşüncemizi değiştirmekten korkuyoruz? Ya kardeşim! Hiçbir insan Tanrı değil, günah işler, sevap işler, doğru yapar, yanlış yapar, yaptığını bilinçli yapar, bilinçsiz yapar. Layüsel değildir, her yaptığı ve her söylediği doğru olamaz, yanılmaz değildir. Şimdi bu çıkarım yanlış mı? Yanlış yapan gider doğru yapacağı düşünülen gelir, yanlış yaparsa o da gider doğru yapacağına inanılan gelir, hiç yoktan bu devir daim fasılasız yanlışların ve büyük kayıpların önünde handikap olur yani bizim adımıza iyi olur ve biz kazanan oluruz; umarsızca hareket etmekte bir beis görmeyip ve önünü sonunu düşünmeyip, bize bir şey olmaz diyerek bitevi kazanma hayaliyle yaşayanlar kaybeder ve bu kaybetme korkusu onları namuslu olmaya zorlar zımnen. Böylece yapılan her şeyin hesabının verileceği bilinciyle hareket etmek zorunda kalırlar. Bu çıkarım yanlış mı? Peki, böylesi bir şey işimize gelmez mi? Öyle ya, burası, etrafı demir duvarlarla çevrili, göklerine perde çekilmiş, altı beton zemin kaplı, tüm ışıkları söndürülmüş bir yer ve içi de zihinleri dondurulmuş, hisleri çekilip alınmış, elleri kelepçelenmiş, ayaklarına prangalar vurulmuş, gözlerine mil çekilmiş insanların yaşadığı bir yer değil, yani gün gelecek birileri gelecek, yine gün gelecek birileri gidecek, getiremeyiz, götüremeyiz diye korkumuz yoktur herhalde? Yani şunlar gelirse bir daha gitmez, bunlar gelirse bir daha gitmez diye bir korkumuz yoktur herhalde? Çünkü burası öyle bir yer değil. Öyleyse kendimiz için yapalım, ne yaparsak yapalım. Biz değiliz, başkalarıdır hizaya gelmesi gerekenler. Yanlış yapan gider, bunu bilmelidirler, bilakis sefil bir şekilde yaşamak sizden başkasının payına düşecek bir şey değildir. Kimse bana ihanet edemez kardeşim, benim için varsa benim için varolduğunu eylemlerinde görmeliyim, yoksa güle güle demekten bir salise bile tereddüt etmem, etmemeliyim de zaten.  Bendeniz böyleyim kardeşim, hakkımı ararım, hak ettiğimi isterim. Verilmiyorsa da, benim vermem gereken ne ise veririm, acaba diye düşünmeyi bile zül addederim, çünkü her yapılanı cezasız bırakırsam kendi kendime ihanet etmiş olurum. Ve acaba diye düşünmek onursuzluk olur bendeniz için, böylesi bir durum muvacehesinde. Ve bendeniz onurumla varım ve yaşıyorum! Hiçbir kimse ebedi olduğunu zannetmemeli ve bu zanla kendisini bir şey yapanı yok saymamalıdır. Kendisini kendisi yapanı unutmamalıdır ki, ona ihanete yeltenemesin. İhanet ettiğinde de hesap vermeyeceğini düşünmesin ve geldiği gibi gideceğini bilsin.


Tarih: 07.05.2021 Okunma: 337

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?