Ahhh insançocukları bir uyansalar,
politik bilinci kuşansalar (((zira ne hazindir ki, hayatlarımızı tüm
boyutlarıyla belirleyen, kaderimize en güçlü damgayı vuran şey politikadan
başka bir şey değildir, yoksa canı cehenneme politikanın ve politika
şeytanlarının))), mütemadiyen sorular sorup sorgulamalar yapsalar, tek bir
pencereden değil bin pencereden ve geniş bir perspektiften baksalar, duygusal
davranmayıp acımasız mantıkla yaklaşsalar nice şeylere ve kararlarını da yine
duygusallığa kapılmadan saf akılcılık çerçevesinde verseler, dini-milliyeti-tarihi
bir kenara bırakıp öyle baksalar her şeye ve eylemlere öncelik verseler karar verirken,
öznel yaklaşımları bırakıp nesnel yaklaşımlar sergileseler her olaya karşı, yalanı
gerçeği tefrik edebilseler ve hep gerçeğin peşinde olsalar, hiçbir şeye
kendindenmiş ya da değilmiş gibi bir gözle bakmasalar, olguların özünün ne
olduğunu bilseler ve olgular temelinde tahakkuk eden olaylarla olguları senkronize
düşünseler neler olmazdı ki şu hayatta? İşte o zaman hayatta ki tüm
paradoksları ihsas ederler ve ne iş bu iş diye sorarlardı önce kendilerine ve
sonrada sormaları gereken neresi varsa oraya ve işte o zaman her şey tersine
dönerdi. Bu kadar açıkça soymaya cüret edemezdi hiçbir kimse kendilerini. Bize
yanlış yapanlar, yanlış yapmadan önce bin kez düşünüp bir kez karar verirlerdi,
istemeseler de böyle yaparlardı, zaten istemezlerdi ama mecburiyet diye de bir
şey var malum, bilhassa bizlerin mahkûmu olduğumuz. Mesela; kim ve ne olursa
olsun, benim emeğimin ürünüyle, hiçbir şartta ve koşulda, ne manen ne de madden
benim işime yaramayacak, beni yükseltmeyecek, bana hiçbir şey kazandırmayacak,
beni mutlu, huzurlu, akıllı, sağlıklı kılmayacak, beni daha da
insanlaştırmayacak, insanca ve hakça bir düzene temel teşkil etmeyecek şeyler
yapamaz, yapmaya cesaret edemezdi, önce bana sormak zorunda kalırdı. Başta söylediğimiz
gibi bir insanlık olsaydı böylesi bir şeye müsaade edilmezdi, çendan cüret
edilirse isyan ateşi tüm hayatı sarardı. Çünkü benim emeğimi ıvır zıvıra
harcamaya, dağa taşa dökmeye kimse cüret edemezdi, ederse gereken ne ise
yapılırdı. Çünkü umarsızca harcanan servet harcayanın serveti değildir ve
kendisinin olmayan serveti umarsızca harcaması da harcayanın haddine değildir.
Keza; faraza devlet devasa bir devlet bankası açtı diyelim ve normal şartlarda
oranın kapasitesi maksimum 150 kişi ama tutuldu oraya 750 kişi alındı ve bir de
onlara ekstrem ücretler tahsis edildi, araçlar cabası. Şimdi bunu normal görmem
beklenebilir mi bendenizden? Nasıl görebilirim ki? Bunu yapan ne babasının
kasasından, ne anasının kesesinden, ne de hususi servetinden yapmaktadır bunu,
bilakis benim emeğimin ürünü olan ortak servetten yapmaktadır ve böylesi bir
şey de yapılamaz, yapılmamalıdır, icap ediyorsa da yaptırılmamalıdır ama kim
sorar, kim arar? Canın çıkar kalır. Bir bilsek sahici, tutarlı, ciddi,
esnemeyen tepkilerimizin ne kadar da kıymetli olduğunu ve karalarımızın da bu
yönde olacağının bilinmesi! Biz güdülmeye alışmışız, biz sinmeye, korkmaya
alışmışız, biz boyun eğmeye alışmışız. Biz insan gibi yaşamaya alışmamışız, bu yüzdende
öylesi bir yaşam diye bir şey bilmiyoruz, bilmediğimiz şeyi de aramıyoruz. Gerçekten
çok tiksindirici bir hayatın mahkûmuyuz, debelenip duruyoruz içinde ama beyhude
çırpınışlar, zerre umut yok çıkışı dair, çünkü bu dünyada insan kalmamış, insan
ölmüş. Bilakis, insan olan kusar olan biten ne varsa.
İNSANLIĞIN ÖZ-ELEŞTİRİSİ...155...
Özgür DENİZ - 16.06.2021
Tarih: 16.06.2021
Okunma: 287
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.