“Savaş, savaşanlar öldükleri için değil, düşmana benzedikleri için kaybedilir” der Aliya İzzetbegoviç. Çünkü düşman olarak gördüğüne benzediğin zaman, zaten o düşmanın seninle savaşmaya ihtiyacı kalmaz, ki, sen de zamanla savaşın anlamsız olduğunu düşünürsün. Bunu her düşünce topluluğu kendileri için kullanabilirler. Maalesef biz düşmanların yanlışlarından kendi yanlışlarımıza pay çıkarıp kendimizi temizlemeye çalışan insanlarız yani sahtekârın önde gidenleriyiz insançocukları olarak. Hep yanlış yaparız ama bak o da yanlış yapmıştı ya da yapıyor deriz. Niye insan olamıyoruz, niye hep bataklığın içinde debelenip duruyoruz insançocukları olarak? Ayrım yapmıyorum herkesi içeriye katıyorum. İşte bu bakış açısıyla yaşadığımız için insan olamıyoruz ve bataklıktan çıkamıyoruz. O yanlış yapmış ama biz doğru yapalım demeyiz hiçbir zaman. Niye? Çünkü insan olmaya, insanca yaşamaya niyetimiz yokta onun için. Zira hepimiz dünyanın peşindeyiz ve dünyayı ele geçirmek için insan olmak tehlikelidir. Bir de biteviye geçmişe saplanıp kalmışızdır, mütemadiyen geçmişi temcit pilavı gibi getirip getirip sofraya koyarız. Geçmişle yatıp, geçmişle kalkıyoruz, geçmişle yiyip içiyoruz. Niye? Çünkü geçmiş hamaseti yolumuzu açıyor. Kendimiz hiçbir şey yapmayız, geçmişte yapılanların edebiyatını yaparız ve geçmişte yapılanlara sitayişler düzerek kendimize oradan pay çıkarırız ve o payla payların fazlasından paylanmak isteriz. Yarını hiç düşünmeyiz ve bugünden yarın için hiçbir şey yapmayız. Oysa geçmiş geçmiştir. Ne şimdiki insan dünkü insandır, ne de bugün düne benzer. Ve ne de bugünün şartları dünün şartlarıyla aynıdır. Ki, bendeniz için mühim olan kesinlikle bugündür ve yarındır, dün dünde kalmıştır ve mütemadiyen tahattur edip durmak bana hiçbir şey kazandırmayacaktır. Geçmişten ancak ders alınabilir ya da ilham alınabilir ama geçmişle övünüp durmak ahmaklıktan başak bir şey değildir. Ama biz dünyayı elde etmek uğruna geçmişi hoyratça kullanmaktan imtina etmiyoruz, zira çok iyi kazandırmaktadır. Niye geçmişle iştigal edip durayım ki? Bilakis enerjimden kaybettirecektir hatta kaybettirmektedir. Ve ne gariptir ki, insanları da geçmişle korkutmayı ve kendimize boyun eğdirmeyi çok severiz. Kendimiz hiçbir şey yapmayız, yapmak zahmetine katlanmakta zor gelir ama geçmişi öne sürmek çok kolaydır, üstelikte kazanmaktayızdır. Zira geçmişi bitevi göz önünde tutarsak, istediğimiz gibi hareket etme hürriyetine kavuşuruz diye düşünürüz. Tamam, geçmişi elbette bilmek ve anlamak iktiza eder ama ona takılıp kalmakta körleşmeyi tevlit eder. Öyleyse geçmişi bildiğimiz kadar bugünü de anlamalıyız ve geçmişteki yanlışları bugünün yanlışlarını tolere etmek için sebep olarak görmemeliyiz. Her devirde doğrudan yana olmalıyız ve ok gibi doğru durmalıyız. Zamana ve zemine göre eğrilmeyi tercih etmemeliyiz. Ki, biz hayatımızı başkalarının yanlışlarını anlatarak heba edemeyiz. Kendimizi düzeltmek için efor sarfetmeliyiz. Nurettin Topçu ne demişti; “Yaşandığı haliyle Müslümanlık ne acıdır ki, Şark’ın eceli olmuştur. Ahlak buraları terk etmiş, ilim buralarda kapıdan kovulmuştur. Allah’a uzanan yollar kapanmıştır. Şark bir an evvel her işini bırakıp, insanlık dönemine girmelidir.” Şimdi biz tüm bunları bırakıp el âlemin pisliklerini anlatmakla ve içimizde ki beyinsizlerin yanlışlarını tensip etmekle mi ömür geçirecez? Keza yine bir âlim diyordu ki; “Müslümanlar İslam’ı mahcup ve mağdur etmişlerdir.” Hakeza Muhammed İkbal de demiyor muydu; “İslam’ın kurtulması için Müslümanların İslam olmadıklarını söylemeleri gerekiyor.” Şimdi tüm bunlardan sonra kendimizi yok sayıp bitevi dışarıya odaklanmak ne kadar isabetlidir ve doğrudur? Hem düşmanı telin etmekte çok mahiriz hem de düşmana benzemekte. Madem düşman melundur, niçin ona benzemek için haddinden fazla çaba gösteriyoruz? Burada amansız bir dilemma yok mudur? Oysa bir şey kötü ise ve sen de ona kötü diyorsan, niçin gidipte aynı kötülüğe bulanıyorsun? O zaman mürai olmaz mısın hatta münafık olmaz mısın? Derin ve uzun hikâye, binaenaleyh yer dar, zaman az, güç düşük. Bizden bir şey olmaz. Olursa şerefsiz olmayı tolere ediyorum.
EKSTRA NOT:
KEMAL SUNAL'ın ''''ZÜBÜK'''' isimli bir filmi var,
ölüm yıl dönümünde efsane aktörü o filmini izleyerek anabilirsiniz, ama bir
kitap okur gibi ama okuduğunuz kitabı nasıl tertil ile okursunuz öyle okur gibi
izlemelisiniz. Gerçekten efsane bir film. Film değil hayatın kendisi sanki.
Düşündürücü, güldürücü, öğretici, eğitici. Ruhu şad olsun, yeri ışıklarla
dolsun İnşaAllah o güzelinsanın.
HÜSNÜ
MAHALLİ'nin SON DÖRT
yazısını okuyun lütfen ama aklınızla ve vicdanınızla, farklı boyutlardan hayatı
görebilmek ve idrak edebilmek için hatta hissedebilmek için.