MANDA YUVA YAPMIŞ SÖĞÜT DALINA
Kastamonu ilimizin milli mücadelede önemli bir yeri vardır. Kastamonu işgal görmediği halde, bütün gücüyle milli gayeye hizmet etmiş, işgal gören illerimizin yardımına koşmuş, bu yüzden İstiklal Madalyası’na hakkıyla layık görülmüş ikinci ilimizdir. Kağnısında taşıdığı cephane için; yamalı tek yorganını kundaktaki çocuğunun üzerine örtüp kendisi de elindeki üvendere ile kışla önünde donan Şerife Bacı Kastamonu’ludur. Milli mücadeleyi ilk benimseyen Anadolu gazetelerinden birisi olan Açıksöz Gazetesi, Kastamonu’nun İstiklal Marşı’nı ilk yayımlayan günlük gazetesidir. Kurtuluş Savaşı’nda pek çok iç ayaklanmalar olduğu halde Kastamonu’da böyle bir hareket görülmediği gibi bilakis bu ayaklanmaların bir kısmı Kastamonu askerleriyle bastırılmıştır. Milli Şair Mehmet Akif Kastamonu’daki Nasrullah Camisi’nde cemaate hitaben “Milletler topla, tüfekle, zırhla, ordularla, uçaklarla yıkılmaz. Milletler ancak aralarındaki ilişkiler çözülürse ve herkes kendi başının derdine, çıkar kavgasına düşerse yıkılır” diye haykırırken, onun etrafında ağlayarak tek vücut olan halk Kastamonu halkı idi. Kendisine alınan gelinliği giymeyip, onu sattırarak bedeli ile yaralı gazilere sargı bezi aldıran Hatice Hanım Kastamonulu idi.
İşte; Atatürk vefayı,
onuru ve değeri Kastamonu halkının o güzel yürekli vatansever insanlarının
olduğu yerde şapkayı tanıtarak, buna”
SERPUŞ” denir diyerek göstermişti. Kastamonu’ya hak ettiği değeri vermiştir.
Halk da bunu büyük bir memnuniyetle kabul etmiştir. O zaman parti genel sekreteri
Saffet Arıkan anlatıyor ve Falih Rıfkı Atay' da “Çankaya” adlı kitabında teyit ediyor.
Osmanlı döneminde de yönetimin; Kastamonu halkına
karşı yaptığı haksızlıkları yanlışlıkları karşısında, Kastamonu halkının boyun
eğmeyen yapısı, onlara hak aramalarını, sorgulamalarını sanatla, hicivle buluşturmalarını
da öğretmiş. Osmanlı döneminde
Kastamonu’da her bahane ile halktan vergi toplayan, zalim bir bey varmış. Halk
ozanları da köy düğünlerinde ve diğer sazlı sohbetlerde beyin bu
uygulamalarını, bu adil olmayan düzeni, türküleri ile eleştirirmiş. Bu
eleştiriler beyin kulağına gitmiş. Bey çok kızmış. Yöredeki din adamlarına
talimat vermiş. Kendisine yapılan eleştirilere karşı onları da uyarmış. Beyin
bu kızgınlığını ve sözlerini de camilerde imamlar konuşmaya başlamışlar. Bir
gün bey misafirlerini ağırlamak için bir şölen düzenler. Ozanlar da eğlence
için çağrılırlar. Ancak bey şu talimatı verir: “Bu çalgıcılara herkese verilen
yemek, et verilmeyecek, cezalandırılacak” Dillerini tutmasını bilecekler.
Onlara sadece et suyu ve ekmek verilsin. Bir de söylemlerinde idare
eleştirilmeyecek, eğlence böyle olacak, onun dışında ne yaparlarsa yapsınlar “
. Çalgıcılara et suyu ve ekmek verilir. Kastamonu’da tirit yemeği et suyuna
ekmek doğranarak yapılan bir yemektir. Çalgıcılar bu et suyuna ekmeği doğrarlar
ve yerler. Ozan bu duruma çok içerler ve bu türküyü yakar. Kendisine yapılan bu
haksızlığı bey ile dalga geçerek dile getirir. Türkü bir hiciv örneğidir.
Güldürürken, eğlendirirken, düşündüren, yeren, dalga geçen, gönderme yapan ve
ders veren özelliktedir.
“Sabahleyin
erken çifte giderken, aman aman,
öküzüm torbadan düşmüş, gördün mü?”
Öküz gücü köylünün asıl dostu ve güçlerinden
birisidir. Öküzlerin tarlaya giderken, zamandan kazanmak için boyunlarına yem
torbası asılır. Bazen bu torbanın düştüğü fark edilmezse hayvan iş yerinde aç
kalır. Aç öküz de tarlada faydalı olmaz. Yukarıda anlatılan bu köylü gerçeği
ile yemeği kesilmiş olan ozan arasındaki bir benzetmedir. Yani ozan, kendisini
köylünün esas dostu ve gücü olarak görüp yemeğinin kesildiğini yani “öküzün
torbadan düştüğünü” söylüyor. Sonra da soruyor köylüye; “bu akıl almaz olayı
gördün mü?” diye. Sonra devam ediyor:
Amanını
amanını amanını yandım,
tiridine tiridine tiridine bandım,
Bedava mı sandın, para virip aldım.
“Amanın ben yandım. Çünkü yemeğim kesildi.
Kuru ekmeği suya banıp tirit yiyorum, aç bırakılıyorum. Bu bedavadan, hiç
yoktan, durup durukken başıma gelen değildi. Ben bunun bedelini beyi
eleştirerek; bir bedel karşılığı ve anlaşılır olan kısmıyla, para verip ödedim”
diyor.
iStock.com (Alıntı)
Şimdi böyle hiciv sanatını bilen, karakterlerinde haksızlıklara boyun eğmeyen bu insanlar, Kastamonu Bozkurtta’ ki sel felaketi için, 21 YY ‘da ne yazık ki doğaya saygılı davranmamışlardır. Bunun için akıl, bilim ve teknolojinin, haklarını hukuklarını koruduklarını görememişlerdir. Dere yataklarına ev yaparak, doğanın dengesini ve yaşamın akışını bozan akıldan ve bilimden yoksun imar izinleriyle, derelerin akış genişliğini 400 metreden 15 metreye düşmesinde sakınca görmemişlerdir. Bu tehlikeli dere yataklarına bina yapım izinlerinin verilmesini bu vatansever insanlar nasıl kabul ettiler? Tarihten gelen haksızlık ve yolsuzluklara başkaldıran kültürlerini nasıl kaybettiler? Akla ve ahlaka uygun olmayan, bilimsellikten uzak hazırlanıp uygulanan imar planları ile haksızlığın ve hukuksuzluğun bedelini canlarıyla mallarıyla bedel ödeyeceklerini neden anlayamadılar? Neden doğruları göremediler?
“Manda yuva yapmış söğüt dalına “ türküsünün hikâyesinde köylü kendisini mandaya benzeterek (yağından sütünden,
gücünden yararlanılan ) korumak ile görevli Bey’in gölgesinde bir yuva kurmuş.
Köylünün canı ozandır ve ozan halkın yavrusudur.
Ancak korumasızdır. İşte doğruları gören aklı, bilimi, ahlakı değerleri savunan
insanlara destek vermezseniz onların da sesi kesilir.
Artık ;“Manda yuva yapmış söğüt dalına “ türküsünü, bu kadar büyük hata ve afet için gerçek söyleniş anlamından, somut anlamını söylemeyi daha uygun buluyorum. Bilim akıl ve teknolojinin geliştiği 21. yüzyılda; göz göre, göre, gelen bu afetler mandanın söğüt dalına yuva yapmasıyla, balığın kavağa çıkması arasında bir farkın olmadığı gibidir...
Lütfiye Kader
Uzm.
Fen Bilimleri Öğretmeni