“O iki dakikalık kalp durması sırasında zihnimde ve bedenimde neler olup-bittiğini merak ediyordum. Kalp durursa beyin işleyemez, yirmi-otuz saniye içinde durur. Ama bilincin bu süreden sonra da farkındalığını sürdürdüğünü gösteren araştırmalar mevcuttur, kurtarılmalarını izlediklerini veya tıp cihazlarından gelen sesleri işittiklerini söyleyen hastalar vardır.”
Bunları, “Ruhu Uyandırmak” adlı kitabın, ABD’li müzisyen yazarı Andrew Schulman, eserin 198’nci sayfasında söylüyor. (Kitap Kurdu, 2016)
Görüldüğü gibi, iki dakikalık kalp durması sonucu, ölümün eşiğinden döndüğünü vurguluyor. Bu durumu, çoğu “yoğun bakım hastası”nın yaşadığını tahmin ediyorum. Demek ki yoğun bakımdaki çoğu hasta, bibakıma, “ölümden uyandırılıyor”!
Lâkin benim başlıkta söz ettiğim “ölü”, yoğun bakımda kalbi duranlar değil! KAMUOYU!
Gördüğüm kadarıyla gerek tıp dünyası gerekse hepsi birer yoğun bakım hastası adayı vatandaşların büyük bir çoğunluğu “YOĞUN BAKIM MESELESİ”ne yoğun bir şekilde duyarsız! Kovid-19 salgını dolayısıyla, yoğun bakım birimleri gündemde olduğu halde duyarsız… Yoğun bakım servisleri dolu olduğu halde duyarsız… Hepimizin en az bir yakını yoğun bakıma “düştüğü” halde duyarsız! İşte bu satırların maksadı, oradaki ölüyü uyandırmak!
Bu, son iki ay içinde, “yoğun bakım” konusunda kaleme aldığım dördüncü yazı… Önceki üç yazıda*, yoğun bakım bölümünü ve hastalarını gayet iyi tanıdığımı, oldukça geniş ayrıntılar verdiğimi sanıyordum. Oysa yukarıda bahsettiğim kitabı okuyunca, “o âlemi” aslında ne kadar az bildiğimi fark ettim. Meğer yoğun bakım hastaları gördüğümüzden, bildiğimizden daha da VAHİM durumdalarmış.
Kitaptan şu satırları okuyalım:
“İnsanlar bir cerrahî yoğun bakım ünitesine tek bir temel sebeple gelir: Büyük bir ameliyat geçirmiş, durumu kritik hastalardır, HER DAKİKA İZLENMELERİ GEREKİR. Sıklıkla hepsi de aynı ACI, KORKU, YALNIZLIK ve TÜKENMİŞLİK hisleriyle doludur.” (S. 86)
KAYGI, bir yoğun bakım ünitesinin ortak paydalarından biridir. (S.87)
Şu, büyük harfle vurguladığım kavramları daha önceki yazılarımda hiç dile getirmemiştim. Lütfen, onları tekrar okur musunuz? Ne hissediyorsunuz?
Dahası var: Bizim hastanelerimizde, “yoğun bakım bölümü direktörü” diye bir kadro olduğunu hiç duymadım. Ruhu Uyandırmak adlı kitapta, bu görevlilerden uzun uzun söz ediliyor. İşte, o görevlilerden birinin sözleri:
“Cerrahî yoğun bakım ünitesi, kritik hastalığın anlamının kavranabileceği akla-hayale gelebilecek en BETER yerlerden biridir. Krom rengi monitörler, bibipler, alarmlar bir modern yoğun bakım ünitesini, ‘TEDAVİ ORTAMI’nın antitezine çevirir. Hiçbir hasta, bakım işlemleri ve hayatî göstergeler kontrolü için uyandırılmaksızın BİR SEFERDE BİR SAATTEN FAZLA UYUYAMAZ. Çiçek yasaktır. Gerçek hayatla ilgili her şey, sterillik ve işlevsellik gerekçelerine kurban edilmiştir. Yoğun bakım bölümündeki çoğu hastanın tansiyonlarının, nabızlarının vs. sırf orada olmanın STRESİ YÜZÜNDEN normalden yüksek olması pek şaşırtıcı değildir.
Peki o halde, bir hastanın ve ailesinin, hastalığın gerçekliğine, ÇARESİZLİK halinden kurtulmalarına ve ‘VEDALAŞMA RİTÜELİ’ni kabul etmelerine en iyi nasıl yardımcı olabiliriz? “
Dr. Marvin A. McMillen, Yoğun Bakım Bölümü Direktörü
Değerli “yoğun bakım” doktorunun ifadesiyle, yoğun bakım ünitesi BETER bir yer! Hasta, bir seferde bir saatten fazla uyuyamaz… Hasta ve ailesi sürekli bir ÇARESİZLİK hali içindedir.
x x x
VEDALAŞMA-HELALLEŞME
Yoğun bakımdaki, hasta ile yakınının, günde bir dakikalık o görüşme/kavuşma anı, aslında, aynı zamanda bir veda anıdır. Bunu, acıklı bir hale sokmadan dile getirmek istiyorum: Çoğu, yaşlı ve kronik rahatsızlığı olan yoğun bakım hastasının oradan sağ çıkması, ne yazık ki pek müşküldür. Orası bir veda mekanıdır… Oradaki buluşma bir veda anıdır… Belki on beş, belki yirmi beş kez tekrarlanan, birer dakikalık veda anı!
Her seferinde, hüzünlü gözlerle vedalaşırsınız ama ertesi sabah tekrar görüşebilmeyi de ümit edersiniz!
Ve bir sabah… Tekrar buluşmayı ümit ederek uyandığınız bir sabah acı haberi alırsınız. Çok tuhaf bir durumdur bu. Hem veda etmişsiniz hem de vedanız yarım kalmıştır!
İşte sanırım, Dr. McMillen’ın, “vedalaşma ritüeline en iyi nasıl yardımcı olabiliriz?” diye dile getirdiği hüzünlü ve duygulu mesele bu!
Helalleşme, bizim kültürümüzde çok önemlidir. Bunu sağlayabilmek için neler yapılabilir? Çünkü “vedalaşması yarım kalmış” bir hasta yakınının hissettiği hal, gerçek bir travmadır… Ruhsal ve zihinsel bir sarsıntıdır. Bunun ne kadar süreceğini de kestiremiyorum. Belki ömür boyu!
Bu makaleyi, bu BETER durumun değiştirilebileceğine inandığım için kaleme aldım. Bu FECİ-BETER durum değişmelidir. Bunun için Dr. McMillen’ın sorduğu soruyu hepimiz kendimize tekrar tekrar sormak zorundayız. Tabii en başta sağlık yetkilileri ve ilgilileri!
----------------------------------
(*): Önceki üç yazının bağlantıları