İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...38...

Özgür DENİZ - 23.03.2022

Dini akıldan, aklı dinden hatta milliyeti bunlardan bağımsız ele almak kabil değildir. Din de insanın kendisidir, akıl da ve dahi milliyette, üçü de birbirlerinde dercolundukları gibi, mezcolunmuşlardır aynı zamanda. İnsan gövdesinde gerçekleşmesi bağlamında, üçünde de muayyen bir insicam vardır. İnsanı bunlardan, bunları insandan ayırmak kabil-i mümkün değildir. Biz bunları insandan ayrı ve üstün görüyoruz ve insana göre bunları değerlendirmemiz icap ederken, bunlara göre insanı değerlendiriyoruz ve en büyük yanılgımız ve aldanışımız da bu oluyor. Bunları ayırdığınız zaman insanı parçalarsınız, insan parçalanırsa insanlığı da kaybolur. İnsanlık bu üç olguyu yani aklı, dini, milliyeti tam anlamıyla çözümlediği ve anladığı vakit faşist kapitalist şeytani düzenin cenderesinden kurtulabilecektir ancak. Çünkü faşist kapitalist şeytani düzen aklı esir alarak, dini ve milliyeti kullanıp insanlığı aldatmaktadır. Ama kasıtlı olarak bu üç olgu birbirinden ayrılmakta ve koparılmaktadır ki faşist kapitalist şeytani düzenin varlığı kaim olsun. Binaenaleyh faşist kapitalist şeytani düzen maalesef dini de, aklı da, kimliği de ele geçirmiştir bugün, her şeyi ele geçirdiği gibi, ki zaten ilk evvelde de bu olguları ele geçirmiştir, zira bunları ele geçirmeden sair şeyleri ele geçiremeyeceğini çok iyi anlamıştır. Aklı dinle susturmaktadır. Dini de akılla çarpıtmaktadır. Milliyetle de her ikisini alt etmektedir ve dar bir çerçeveye sıkıştırmaktadır. Yani dini önüne getirip bu tür şeylere aklın ermez diyerek aklına ipotek koymakta, gerçek dini de akılla çarpıtarak işte din budur diyerek uydurduğu dinle seni afyonlamaktadır. Milliyeti öne sürerekte bunlar milliyetinin bekası için vardır yoksa hiçbir anlamları yoktur demektedir. Oysa akıl susarsa din ölür, din aklın önüne geçerse de aklın ışığı söner. Milliyet bunları örterse de üçü birden ölür. Zaten din aklın, akılda dinin içindedir ve milliyette bunlara dâhildir, Tıpkı Tanrı ve insan gibi. Çünkü üçü de insanla birleşiktir, ayrılmaz birer parçadırlar. Birisi ruhun istikametini, birisi gövdenin istikametini tayin eder, biri de kim olduğunun ispatıdır sadece. Ama akıl dinden öncedir ve önemlidir, böyle olmasaydı aklı olmayanın dini de olmaz denmezdi. Doğru mudur bu? Akılsıza din ne lazım? Ama şeytan üçünü de ele geçirmek ister. Birini tahrif ve tahrip ederek onunla insanı afyonlamak, diğerini de eline alıp insanı istediği gibi manipüle etmek, böbürüyle de insanı nefretle doldurmak ve kardeşliği nakzetmek ister. Çünkü şeytanın nizamını tahkim etmek ve idame ettirmek için üçü de çok önemlidir, zira üçü de varoluşla ilintilidir. Keza bu üç olgu hayat içinde olmazsa olmazlardır, insanın uyanması için mutlak önkoşuldurlar. Bilakis bir bütün olan insanı parçalamaktan kaçamayız. Ama ne hazindir ki, Doğu toplumları genelde üç olgu sanki birbirinden bağımsızmış gibi ele alıyorlar bu üç olguyu. Keza Batı toplumları da aynı hataya düşüyorlar. Oysa din de, akılda, milliyette aynı gövdede buluşan ve aynı gövdeye etki eden olgulardır. Biz istesekte istemesekte böyledir bu. Doğu toplumları maalesef akılcı davranmaktan korkuyorlar, din dairesine girince de işi taassuba, bağnazlığa değin vardırıyorlar. Batı toplumları da mutlak akılla vahşetin sınırlarını zorluyorlar. Milliyet kullanılarakta insanlık bitevi birbirlerine saldıran vahşi yaratıklara dönüştürülüyor. Ortaya da çok garip şeyler çıkıyor. Oysa insançocuğu aklı olduğu için insandır ve sorumludur. Ki, akıl kaderin atıdır. Akılsız olan imandan muafsa şayet, o vakit akıl din için sonsuz önemlidir. Hani denir ya; aklı olmayanın imanı olmaz diye. Zira aklı olmayanın dinin ilkelerini öğrenmesi ve o ilkelerin gereklerini ifa etmesi muhaldir. Aydınlanmada akılla başlamaz mı ve insanın aydınlanıp, uyanıp, gerçeklere mülaki olması için aklını kullanmaya cesaret etmesi iktiza etmez mi? Öyleyse akılsız din bir anlam ifade etmez. Din olmadan akıl bir anlam ifade eder mi, belki bir yere kadar ama akıl atı da bir yere kadar sürülebilir, sonrasında gemleri vurmak icap eder, zira ötesi vartadır. Milliyette, kim olduğunun farkında olup, kendi dışındaki farklılıklara buluşup kucaklaşmaya tavassut etmelidir münhasıran, ötesi netamelidir zira. Çünkü insançocuğu ne mutlak surette akıldan ne de mutlak surette ruhtan ne de mutlaka surette milliyetten müteşekkil bir varlıktır, üçünün meczi ve o meczin insicamı ile bir anlam kesbeder. Binaenaleyh, akılsız din kör, din olmadan akıl ise topaldır. Milliyette bunlar tavassutu ile öz varlığının farkında olarak hayata neler katabileceğinin yolunu gösterir. Akıl bilmin muharrikidir. Çünkü akılsız bilim olmaz. Öyle ya; insanlığın hizmetine sunulan onca buluşu akıldan bağımsız din üretmiyor. Bilimsiz din ise mutlaka eksik kalır. Akılsız, bilimsiz, dinsiz milliyette insanlığa vahşetten başka bir şey sunmaz. Çünkü üretileni insanlığın hayrına kullanmak için ahlaka ihtiyaç vardır ve ahlakın kaynağı da dindir. Çünkü doğayı da Tanrı halk ettiyse ve bilmin kaynağı doğaysa, ama bilme ulaşmak için de akıl gerekliyse, aklı öteleyemezsin, dini de yok sayamazsın. Çünkü birinde pozitif bilimler vardır diğerinde manevi ilimler. Biri seni insan eder, diğeri kim olduğunun farkında olmanı sağlar yani üçü birlikte varoluşun gerçekleşmesini sağlar. Hayat çift yönlüdür. Ölüm yaşam gibi, gök yer gibi, ruh beden gibi, kadın erkek gibi. Pozitif bilimler olmadan da, manevi ilimler olmadan da insanın varoluşu kabil olmaz. Velakin ne acıdır ki, İslam dünyasının çocukları bilime yakın olmayı pek becerememişlerdir. Bilimden tabir caizse korkmuşlardır. Zira mutlak din üzerinden ürettikleri otoritenin sarsılmasından korkmuşlardır. Hani Muhammed İkbal diyor ya; Batı ruha, Doğu akla yabancı kaldı. Bu yüzden Batı duygusuz vahşi oldu, Doğu duygulu ama akılsız kaldı ve kurban oldu. Girift ve çetrefilli bir mevzu gibi görünse de haddizatında olabildiğince sarih bir mevzudur ama mühim olan algılaması gereken zekânın mevcudiyetidir. Biz ise zekâya düşman gibi davranıyoruz. Tarih süreci içerisinde din alanında yoğunlaşanlar, genellikle dinin akılla pek uyuşmayacağını, dini ancak dinde yüksek mertebe elde etmiş olan hocaların, hacıların, imamların, şeyhlerin anlayabileceğini ve izah edebileceğini, bu insanların içtihatlarının Müslümanlara daima kifayet edeceğini, onları anlarsak her işe çözüm bulabileceğimizi söyleseler de, insanlığın geçirdiği tarihi aşamalar tüm bu düşünceleri yerle yeksan eylemiştir.  Zira böylesi bir bakış açısı eleştirel düşüncenin önünde barikat olmuş, analitik düşünceyi boğmuştur. Sormayı ve sorgulamayı ihanet saymıştır. Eleştirinin olmadığı yerde de hayatı dar bir alana mahkûm eden putlar türemiştir. Bu da din dünyasında içe kapanmayı tevlit etmiştir. Böylece her türlü yeniliğe Batı icadı diye karşı çıkmalar tezahür etmiştir ve nihayetinde de bilimde terakki kaydedilememiş ama terakki kaydedenlerin kuklası olmaktan da kurtulunamamıştır. Çünkü üretmiyorsan üretenin ürettiklerini tüketmeye, dolayısıyla ona bağımlı olmaya mahkûm olursun. Yani derin akılsızlık başa bela olmuştur. Din bilmin zıttı değil müzahiridir. Keza aklın zıttı da din değil akılsızlıktır. Çünkü aklı olmayan dinsiz değildir olsa olsa akılsızdır. Pekâlâ, akıl ve din aynı gövdede buluşabilirler. Ki, zaten buluşmuşlardır da. Zira insan tek boyutlu bir varlık değildir. Gerek ruh boyutuyla, gerekse madde boyutuyla çift kanatlı bir varlıktır. Akıl din tarafından, din de akıl tarafından gayet tabi sorgulanabilir ve nihayetinde safi hakikate mülaki olunabilir. Milliyette pekâlâ uhuvvetin ve barışın mutlak garantörü ve supabı olabilir. Bu niçin yâdsınsın ki, eşyanın tabiatına mugayir bir çıkarım değildir bu? Maksat hakikate mülaki olmaksa, gerçeğe ve doğruya birlikte bakmak icap eder. Çünkü gerçeğin ve doğrunun meczi hakikati ortaya çıkarır. Dine doğru, akla gerçek dersek, milliyeti de inkâra yeltenmezsek, üçünün birlikte olmasıyla hakikat tezahür etmez mi o vakit? Nihayetinde de ne Allah ile, ne milliyet ile, ne de başka şeylerle aldatılmazsınız. Öyleyse ne aklı inkâr edebilir, ne de dini yok sayabiliriz ve ne de milliyet olgusu yokmuş gibi davranabiliriz. Üçünün birlikte olmasıyla yere daha sağlam basıp, saf hakikate daha kolay mülaki olabiliriz. Din, her daim niçin akletmiyorsunuz diye sormuyor mu, bu soruyu soran din akılsızlığı tolere edebilir mi? Ama biz aklımızı kullanmayı değil ona uymayı tercih ediyoruz hatta onu başkalarının cebine koyup onların emrine giriyoruz. Hep birilerinden akıl bekliyoruz, zaten kendimizde de varolan aklı kullanmayı tercih edeceğimize. Son tahlilde; çok acı, sert, katı bir gerçektir ki, akla düşmanız, dost gibi görünsekte. Aklın kullanılmasını istiyoruz ama kullananı da düşman belliyoruz. Bu yüzden de hep geriden takip ediyoruz tarih arabasını. Bizim yapacağımız dinin özünü alıp kabuğunu köpeklere atmak, kendi aklımızı kullanmaya cesaret etmek ve tarih boyunca bizlere kurulan kumpası yerle yeksan eylemektir, nihayetinde de faşist kapitalist şeytanın çocuklarının kanlı, kirli ve karanlık düzenlerinin tasallutundan kurtulup insanın zaferini dünyaya haykırmaktır. Zihinlerde devrim olmadan, insanlık toprağında devrim yapmak muhal ender muhaldir. Ama tek yol da; devrimdir, yekpare insanlığın kurtuluşu için!

 

EKSTRA:

 

YIKILMAYAN ADAM-CÜNEYT ARKIN-56.-61. DAKİKALAR ARASI ÜZERİNE BİR YORUM

 

Yıkılmamalıdır, behemehâl dimdik ayakta durmalıdır. Yaşanırsa da onurlu olarak ayakta yaşanmalı, ölünse de onurlu olarak ayakta ölünmelidir. Yaşamak böyle anlamlıdır. Yoksa yaşamın ölümden hiçbir farkı yoktur. Bu yüzden inadına kavga, bitevi kavga, bitmeyen kavga. Ta ki, yeryüzünde insanca, hakça bir düzen tesis olununcaya, zulüm son buluncaya, zalimler yok edilinceye, ezilenlerin üzerine güneş doğuncaya dek. Zalimi yok etmedikçe zulüm payidar olacaktır. Zalim var oldukça, zulmü yok ettiğini sanmak büyük bir aldanıştır. Bu düzen behemehâl değişmelidir, şüphesiz değişecektir. Yeter ki, aklımızı, vicdanımızı, irademizi ortaya koyalım ve haklı mücadeleden taviz vermeyelim. Elbette bir taraf kazanıp, bir taraf kaybedecektir birgün, mutlaka. Ve kaybedenler şüphesiz ki zalimler olacaklardır. Geçelim! Bir filmden repliklerdir bunlar amma velâkin hayatın da gerçeklikleridir. Zaten filmlerde, eksiğiyle fazlasıyla, hayattan süzülme gösteriler değil mi? Hep denir ya hani, doğru eninde sonunda kazanır diye, izleyin bakalım kazanır mıymış? Namuslunun yeri hep vardır denir, izleyin bakalım gerçek öylemiymiş? Hak eden hak ettiğini mutlaka alır denir ya, izleyin bakalım alır mıymış? Mücadele etmeden hem de gerekiyorsa amansızca ve acımasızca mücadele etmeden kazanılır mıymış izleyin de görün bakalım. Alınır, edilir, yapılır gibi saçmalıklar, sayıklamalar, mücadeleyi sekteye uğratmak için ortaya atılan şeylerdir. Film deyip geçmeyin, her filmde hayattan bir iz bulursunuz.

 

MERAK EDİYORUM, SORUYORUM, CEVAP ARIYORUM

 

İlk evvelde sarih olarak izah ve izhar edelim ki, kafalar karışmasın. Kimse de haddini aşan itham da bulunmasın, iftira atmasın, insanlık hakkına girmesin. Geçelim! Hayatım boyunca partilerle devleti ayrı gördüm, hala da ayrı görüyorum. Her zaman devlet tektir ama partiler yüzlerle ifade edilir, keza devlet muhakkaktır, partiler muvakkattir. Partiler üstü bir devlet aklının olduğunu düşünüyorum. Böyle bir akıl var ama nasıl bir akıl işte orada bir şey diyemiyorum. Zaten ayrı bir mevzu. İşte bu sebeple sorumu da devlete soruyorum. Vicdanımın emrine daha fazla dayanamadım ve sormaya karar verdim. Bu toprağın çocuğuyum. Bu topraklarda doğdum, büyüdüm, yaşıyorum, kuvvetle muhtemel bu topraklarda hayata veda edeceğim. Kimse bana soru soramazsın diyemez. Devlette diyemez. Çünkü devlet ben varsam vardır. Soruma yasak koyana asla hoşgörülü olmam. Çünkü kimsenin haddi değildir böylesi bir şey. Hatta soruma saygı duyana sonsuz saygı duyarım ve bunu yapanı onore ederim. Kimseye küfretmiyorum, hakaret etmiyorum, ihanet etmiyorum. Öyleyse soru sorarım. Geçelim! Vergimi veriyorum. Askerliğimi yaptım. Bu ülkeye yaptığım hizmeti şerefim, namusum ve tüm değerlerim adına yemin ediyorum çok vekil dahi yapmamıştır. Hatta Tanrı’ya dahi yemin ederim bu konuda. Bu ülkeye beslediğim sadakatimde çok kimsede yoktur. Zaten bu yüzdendir ki her daim sakın benimle ihanet tartışmasına girmesin tek bir kimse bile diye söylerim. Bu ülkeye tek bir kez bile ihanetim olmamıştır. Kursağıma bu ülkenin tüm insanlarına ait ortak paydan bir kuruş bile girmemiştir. Öyleyse soru sormak hakkım vardır. ŞİMDİ; “Kur Korumalı Mevduat” denilen işleyişte, bankaya bu hesap adına para yatırana hazineden para aktarımı olacak mıdır? Hazine kime aittir ve kimler eliyle hazine olma özelliğine sahiptir? Böylesi bir hesapta parası olmayanların da hazinesi değil midir hazine? Peki böylesi bir durum da o hesapta parası olmayanların parası, o hesapta parası olanlara mı aktarılacaktır? Ve bu aktarım hazineden mi yapılacaktır? Hazine bir kaç kişinin midir yoksa tüm milletin midir? Hazine herkesin ortak mülküyse şayet, o ortak mülkten münhasıran muayyen bir kesime ekstradan aktarım yapılabilir mi? Yapılıyorsa vicdan buna ne der, din buna ne der? Gerçekten merak ediyorum, din bunu tasvip etmekte midir, eder mi, ediyor mu? Net cevaplar istiyorum. Böylesi bir şey helal midir? Yoksa muayyen kesim devlet tavassutu ile haram mı yemektedir? Alanlara kesinlikle bir şey diyemem. Devlet buna yol veriyorsa o yola girene söylenecek söz olmaz ama devlete denilecek söz olur? Devlet böylesi bir şeye nasıl onay vermektedir? Kesinlikle cevap bekliyorum. Gerek din bağlamında, gerekse insanlık vicdanı bağlamında cevap bekliyorum. Lütfen buyurun. Hayır, yemin ediyorum tüm kalbimle, bilincimle, içtenliğimle, samimiyetimle, benliğimle, ciddiyetimle soruyorum, kahpelik olsun diye sormuyorum, soysuzca sormuyorum, çünkü cevaba göre düşüneceğim, anlamaya çalışacağım. Lütfen buyurun.

Tarih: 23.03.2022 Okunma: 239

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?