Rahmetli Amiral Soner Polat’ın, “Türkiye İçin Jeopolitik Rota” adlı eserini okumuş ve içeriğinin didik didik edilmesi gerektiğini düşünmüştüm. ÖNSÖZ’ünden başlayarak, tartışmak istedim. İlk görüşlerimi 29 Eylül 2019 tarihinde yazdım.* Lâkin konu, o günlerde ilgi görmeyince, ben de “jeopolitik” hakkında yazmayı bıraktım.
Aradan 2 yıldan fazla bir zaman geçtikten sonra, çok şükür, kitabın önemini ve değerini bilen bir dost çıktı karşıma… Aydın Fındık. Sayın Aydın Fındık, özellikle Ukrayna hakkında yazdığım her makale için, Rahmetli Amiral’in kitabını hatırlattı ve önerdi. Böyle yoğun ve ısrarlı bir ilgi, bendenizi memnuniyetle harekete geçirdi. Eseri sayfa sayfa incelemeye, tartışmaya ve bilhassa günümüz meselelerine bağlamaya çalışacağım.
Kitabın 30-32’nci sayfalarında,
DOĞUNUN KAÇIRDIĞI ALTIN FIRSAT
Başlığı altında şunlar yazıyor:
1400’lü yılların başında, yani Batı’nın büyük keşiflerinden yaklaşık 100 yıl önce, Çin’in hadım Müslüman amirali Zheng He (1371-1433),1405 yılında Hint Okyanusu’na yelken açtığında 300 gemilik dev bir filoya kumanda ediyordu. Filoda su tankerleri, boyu 70 metreye ulaşan gemiler bile bulunmaktaydı. Toplam mürettebat 30 bin civarındaydı.
Amiral Zheng He’nin manyetik pusulası ve deniz haritaları da vardı. 87 yıl sonra, 1492’de Kristof Kolomb, Caliz’den halatları fora ettiğinde, sadece üç gemisi ve 90 kişilik bir mürettebatı vardı. En uzun gemisinin boyu ancak 26 metreydi. Pusula ve harita yoktu.
Ancak inanılması güç bir olay gerçekleşti. Çin İmparatoru, büyüyen deniz ticaretiyle zenginleşen tüccarların kendisine rakip olmasından endişe etti. 1430’lu yıllarda okyanus seferleri yasaklandı.
Denizciliğe vurulan son ve en büyük darbe ise 1470 yılında Amiral Zheng He’ye ait bütün kitap, belge ve kayıtların yakılması oldu. Dünyanın o ana kadar görmüş olduğu, kurumsal bir nitelik de kazanan en büyük denizcilik birikimi, acımasızca ve anlamsızca yok edilmişti. Doğu, aslında gemileri değil, kendini ateşe atıyordu.
Denizlerden çekilen geleneksel kara güçleri, bakir dünyadaki tüm servetlerin Batı’ya akmasını uzaktan seyredecekti.
Feodalite aşamasını geride bırakacak atılımları yapmakta geciken Doğu’nun kara devletleri, yağma ve ticarette zenginleşen ve sanayi devrimiyle makineleşen Batı devletleri önünde diz çökecekti. Doğu’yu acı, gözyaşı ve ıstırap dolu karanlık günler bekliyordu. Dünya savaşları bile aslında Doğu’yu ve diğer ülkeleri kimin veya kimlerin sömüreceğini belirlemek için çıkarılmıştı.
Hiç kuşku yok ki eğer Amiral Zheng He teşvik edilseydi ve zirveye ulaşan denizcilik birikimi bir hiç uğruna yok edilmeseydi, bugün bambaşka bir dünyada yaşıyor olacaktık. Böyle bir durumda kısa zamanda zenginleşen Doğu hem Batı’yı kolaylıkla püskürtecek hem de Sanayi Devrimi’ni, 1760-70’lerde, Batı’dan daha önce gerçekleştirecekti.
Şimdi…
Yukarıda anlatılan tarihî dönüm noktalarının günümüze etkisi, günümüzle ilgisi ne? Nasıl bir ders, nasıl bir sonuç çıkaracağız?
O tarihî olaylarla günümüz arasında, yine Doğu ile Batı arasında yaşanan başka noktalar var. Onları da Amiral Polat’ın eserinden okuyup bugüne bağlayalım:
JEOPOLİTİK Mİ İDEOLOJİ Mİ?
Soğuk Savaş’ta SSCB, ideolojik olarak bütün gücüyle mücadele etti. Buna karşın, jeostratejik yönetimi çoğunlukla ihmal etti. ABD gibi SSCB de hem ülke içindeki yurttaşlarını hem de uydu devletlerini yörüngesinde tutabilmek için ideolojiyi yaygın olarak kullandı. Sadece Stalin, sınırlı olarak jeopolitik disiplin doğrultusunda adımlar atmaya çalıştı.
ABD önderliğindeki Batı, bütünüyle jeopolitik bir çerçevede SSCB’nin karşısına çıktı. En üste jeopolitik yasaları koydu. Bu yasaları; siyasî manevralar, ekonomik hamleler, kültürel savaş ve ideolojik esneklikle destekledi. SSCB’nin hiçbir şansı olamazdı. Tek kurşun atmadan kendi kendine yıkıldı.
ABD gücünü gerçekte jeopolitik disiplindeki engin bilgisinden alır. Tarih, coğrafya ve bunların bir yansıması olan jeopolitik, her zaman ekonomi ve ideolojinin önündedir. ABD; Mahan, Spykman, Kissinger, Brzezinski, David Rockefeller gibi simge isimlerle küresel egemenliğe giden yoldaki jeopolitik sırları çözmüştür. (S. 33, 34)
Bu önemli bilgiler ve değerlendirmeler için rahmetli Amiralimizi saygıyla analım. Ve soralım:
Jeopolitiğin bu “simge isimleri” neden hep Batı’dan çıkıyor? Neden Doğu’dan çıkmıyor?
Batı’daki ortam, Batı’daki sosyal, siyasî, iktisadî ve fikrî şartlar çok daha elverişli olduğundan olabilir mi?
Batı’yı verimli yapan etken nedir?
Tek kelimeyle özetleyecek olursak, SERBESTLİK diyebiliriz. Fikre, düşünmeye, gelişmeye, ilerlemeye, yaratıcılığa verilen büyük değer.
Serbestlik “demokrasi” demek, yasaklamalar ise “otokrasi”!
Yukarıda anlatılanlar ışığında, jeopolitik disipline kim daha çok hâkimdir? Kim hâkim olabilir ve diğerine üstünlük kurabilir? Doğu mu Batı mı?
Hangisi serbestliğe, uzmanlığa, ehliyete, danışmaya, bilhassa fikir hürriyetine ve yaratıcılığa daha fazla önem veriyorsa o!
Henüz 1400’lerde ortaya çıkan Amiral Zheng He gibi jeopolitik dehaları daha filizlendiği anda biçersen, bir daha o topraklarda deha değil ot bile bitmez!
O vakit, Ukrayna’da eğer Doğu ve Batı çarpışmaktaysa hangisi üstün çıkar?
“Liderden” başka kimsenin fikri olacağına imkân ve ihtimal vermeyen, yaratıcılıktan bihaber otokrat Doğu mu yoksa her kararı müşavereyle alan, her hamleyi ortak akılla yapan jeopolitik disiplini kurumsallaştıran demokrat Batı mı?
Bu gidişle, Rusya’nın kaderi Sovyetler Birliği (SSCB)’nden farklı olabilir mi?
x x x
ÜÇ DİNİ BİRBİRİNE YAKLAŞTIRMAK
Kitabı sayfa sayfa incelemek, tartışmak lâzım dedik ya, 25’nci sayfada çok dikkat çekici bilgi ve görüşler var. Amiral Soner Polat şunları söylüyor:
Dünyadaki paranın yüzde 80’inden fazlasını kontrol eden bir grup, küresel hatta bölgesel düzeydeki tüm ekonomik gelişmeleri yönlendirmektedir.
Tek dünyacı merkez, dinler arasındaki kesin zıtlıklara rağmen, her üç semavî dini de aşındırarak, reform maskesi altında üç dini birbirine yaklaştırmak için ciddi çalışmalar yapmaktadır. Amaç, uzun dönemde küresel elitin dünya egemenliğine hizmet edecek ortak bir dünya dinini hayata geçirmektir.
Bu çok önemli hatta hayatî meselenin iki boyutu var: Birincisi, küresel elit üç dini birbirine yaklaştırmada ne kadar mesafe kat etti? Ne kadar başarılı oldu?
Cevap: Bir kere, Hristiyanlıkla Musevilik arasında hemen hiçbir problem kalmadı. Özellikle, ABD’deki Evangelistler, doğrudan doğruya Musevileri ve Yahudiliği destekliyor.
Öte yandan, Suudî Arabistan’ın başı çektiği, “Müslüman” Arap âleminin gerek Hristiyan Amerika ve Avrupa gerekse Musevi İsrail’le yakın ilişkilerine bakınca, hayliden hayli mesafe kat edildiği gayet açık! Nitekim çok yıllar önce, Suudi veliaht prensi Muhammed Bin Selman, “katı Müslümanlıktan vaz geçip ılımlı İslam’ı benimseyeceğiz” dememiş miydi? “Ilımlı İslam” ne demek? Amerika’yla, İsrail’le dost olan İslam! Yani küresel elit, amacına ulaşmış veya ulaşmaya az kalmış.
DİNLER NE KADAR AŞINDI?
Bu suali, dinlerin ortaya çıkış tarihlerinden itibaren izledikleri seyri göz önüne alarak cevaplamak lâzım!
Meselenin ikinci boyutu bu!
Dinler, özgün, aşınmamış, bozulmamış haliyle ne kadar uygulanabildi?
Küresel elit, üç dini birden, kendi dünya egemenliğine hizmet edecek tek bir din haline getirmeye çalışıyormuş!
Peki, söz konusu dinler, ayrı ayrı, yüzyıllar boyunca, iktidarı ele geçiren kişi veya kesimlerin egemenliklerini pekiştirmek için kullanılmadı mı?
Zaten, dinler aşına aşına, şimdi, küresel elitin tek dünya devleti amacına hizmet etmeye hazır hale gelmedi mi?
Bunu nasıl durdurabiliriz?
Bundan nasıl korunabiliriz?
Ortak akıl, jeostratejik disiplin buna bir çare bulabilir mi?
Bulabilir!
Düşünmeliyiz! Tartışmalıyız!
x x x
ÖNERİ
ATATÜRK TEK ADAM MIYDI? - YouTube
---------------------
(*): “TÜRKİYE İÇİN JEOPOLİTİK ROTA”