Biz bir dine
inandığımızı dilimizle söylüyoruz ama gerçekten inanıyor muyuz inandığımızı
söylediğimiz dine? Ben inanmadığımızı düşünenlerdenim. Din sadece dildedir bu
ülkede, eylemde ise yoktur ve olmamıştır da hiçbir zaman. Din daima bir tecime
vasıtası olmaktan öteye gidememiştir. Sadece inanıyormuşuz gibi yapmışızdır
daima. İnanan biri asla ve kata, öldürseler bile haram yemez. Bir soru sorsak
mesela; bu ülkede dindar olarak yaşayabilir misiniz desem ne dersiniz? Mesela;
kul hakkı yiyen birine; bak ey insan, kul hakkı yiyorsun diye uyarabilir
misiniz, uyarsanız nasıl bir felaketle karşılaşırsınız? Başınız beladan kurtulmaz.
Zira din birileri için sadece itaat etmek içindir, uyarmak için değildir. Bendeniz
dille inanıyorum diyen hiçbir kimseye inanmıyorum, hayatın diğer yönlerinde
olduğu gibi burada da eylemin belirleyici olduğunu düşünüyorum ve eyleme
bakıyorum. Ya da inanmak nasıl olur? İnandığımız nasıl belli olur? Yani dille
inanıyorum deyince inanılmış olur mu? Yoksa imanı gösteren başka hüccetler mi
gerektirir inanmış olmak? Tanrı böyle bir imanı kabul eder mi? Yani ben
inanıyorum deyip öylece kalanın imanının değeri nedir acaba Tanrı indinde? Ya
da Tanrı’nın kabul ettiği imana sahip miyiz? Mesela; imanın gerçek olanı akılla
kabul edileni midir yoksa kalple kabul edileni midir yahut ikisiyle birlikte
kabul edileni midir? Çünkü şöyle bir durum vardır; birisi akılla Tanrı’nın
varlığını kabul ediyordur ama kalbiyle kabul etmediği için kabul ettiğini
söylediği Tanrı’nın buyruklarına karşı hassas değildir, böylesi bir imanda
insanlığın sorunlarına karşı duyarsız, umarsız olmayı tevlit eder nihayetinde,
yani ediyor, hayat bunun hüccetidir yahut başka birisi aklıyla Tanrı’nın
varlığını kabul etmiyordur ama kalbiyle kabul ettiği için Tanrı’nın
buyruklarına karşı acayip hassastır, aklıyla inanmasa bile belki farkında
değildir ama yaşadığı hayat tamamen Tanrısal bir hayattır, hayatına baksanız
sanki sınırlarını Tanrı’nın çizdiği bir hayattır ve böylesi bir imanda
insanlığın sorunlarına karşı sonsuz hassastır ve insanlık acı çektiğinde acı
çeker, mutlu olduğunda mutlu olur. Veyahutta hem aklıyla hem de kalbiyle iman
edenler vardır ve bunlarda aklıyla değil kalbiyle iman edenler gibidirler.
Tanrı gerçekten hangi imanı daha muteber görür, kabul eder? Ya da bir insan
olarak bizlere göre hangi iman daha değerli ve sahicidir, muteberdir? Aklıyla
inandığını söyleyip hayatını Tanrı yokmuş gibi yaşamak mı daha değerlidir yoksa
aklıyla inanmasa da kalbiyle Tanrı varmış gibi yaşamak mı daha değerlidir? Peki,
bu dünyada kim mü’min’dir kim münafıktır? Yahut inandıklarını söyleyenler hangi
düzlemde yaşamaktadırlar ve yaşadıkları hayat onları hangi tanımlamanın içine
sokmaktadır? Hayır, şimdi böylesi bir çözümleme yapmak günah mıdır, dine
mugayir midir ve bu karar Tanrı’nın kararı mıdır yoksa insan kararı mıdır? Ya
da böyle karar olabilir mi? Din konusunda kararı kim verir? Dinin sahibi mi
yoksa muhatabı mı? Maalesef din cahilleriyiz ama din konusunda ahkâm kesmekte
pek mahiriz, bayılıyoruz böylesi bir şeye yapmaya. Böylesi tiplere de ancak,
hadi ordan denir. İnanıyorum diyenlere de; uyumak nereye kadar diye
sorulabilir.
İNSAN DENİLEN ŞEYTAN...61...
Özgür DENİZ - 17.04.2022
Tarih: 17.04.2022
Okunma: 228
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.