Dosdoğru
olunuz! Bakınız, genel konuşuyorum, bir tespit yapmaya çalışıyorum, olguya
bakıyorum, peygamberleri kabul edenler ya da reddedenler bağlamından ele
almıyorum konuyu yani münhasıran birilerinin tarafından olayı
değerlendirmiyorum. Ki, bendeniz olaya dinsel temelden değil insanlık temelli
bakıyorum zira. Zaten artık inanan ya da inanmayan diye bir şey yok, ahlaklı ya
da ahlaksız var. Ki, bugün inançsız diye ötelenen insanların daha ahlaklı
olduklarını düşünüyorum, düşünmekten öte bu bir gerçekliktir. Mutlak olarak
nesnel temellerde yaklaşıyorum olguya ve olaya. Zira söylediklerimiz kuşatıcı
olsun ki, herkes bağımsız bir kafayla ve yürekle olayı çözümleyip,
değerlendirebilsin. Münhasıran bir boyuttan her boyuta misal teşkil edebilecek
bir konuya dokunuş yapıyorum yani her olguya ve olaya bu temelden
bakabilirsiniz. Hayatta daima yanılmamızın ve aldanmamızın sebebi, bu boyuttan
bakmamamız değil midir? Geçelim! Peygamberleri, peygamberlik mertebesine
çıkaran, kimlikleri midir yoksa eylemleri midir? Bir insan münhasıran
kimliğinden dolayı takdir görebilir mi, eğer eylemleri insanlığa mugayir ise?
Şöyle diyelim, herkesin apaçık olarak anlayabileceği bir şekilde; şimdi Türk
Milletinden olan biri, farzedin ki arkadaşınız olan biridir bu, bu kişi eylemlerinde
ahlaksız olsa, adaletsiz olsa, her türlü pisliği yapan biri olsa, müfteri olsa,
kul hakkı yiyor olsa, saygısız olsa, başkalarına eziyet ediyor olsa, Türk diye
o insana saygı ve sevgi besler misiniz? Namuslu ve dosdoğru olarak cevaplayınız
lütfen. Yani peygamberlerin ve sair insanların, inanılır ve güvenilir
olmalarının, saygıya seza olmalarının sebebi, bir kavmin müntesibi olmaları
mıdır yoksa bir insan olarak ortaya koydukları eylemleri midir yani ahlakları,
adaletleri, doğru ve dürüst olmaları, barışçı olmaları, kardeşlikçi olmaları,
sömürüye karşı çıkmaları, herkesi bir tarağın dişleri gibi eşit görmeleri,
zalimlere karşı amansız bir kavga vermeleri, efendi köle ayrımına hayır
demeleri, herkesin aynı sofraya oturması için söylemeleri ve eylemeleri midir? Peygambere,
düşmanlarının dahi her şeylerini emanet etmelerinde ki sebep; peygamberin
kimliği miydi yoksa şeksiz ve şüphesiz olarak emanete sadakati ve bu konuda
düşmanına verdiği güven duygusu muydu? Bir insanı şerefsiz yapan da, şerefli
yapan da, onun kimliği midir yoksa eylemleri midir? Farz edin ki, bir insanın
kimliği sizin indinizde ulvi bir kimlik ama o ulvi kimlikten gördüğünüz kişi ise
eylem boyutunda tam anlamıyla ahlaksızın önde gideni, napacaksınız böyle bir
durumda, naparsınız? Kimliğe mi bakarsınız yoksa eylemlerine mi? Mesela; ben,
herkesin gönlünde büyük yeri ve değeri olan bir kimliktenim ama hayat sahasında
ortaya koyduğum eylemler ne insanlığa, ne vicdana sığmayacak davranışlar olsun,
siz neye bakarak beni değerlendirirsiniz? Kimliğime bakarak bana güvenebilir
misiniz mesela? Kimliğimden dolayı beni takdir mi edersiniz, bana saygı duyar mısınız
yoksa ulan şerefsize bak, ne kadar da haysiyetsiz, onursuz bir insanmış lan mı
dersiniz? Ya da hangi eksende bakmak, değerlendirmek şereflice bir tavır olur?
Elbette ki, ben, söylediğimiz gibiysem yani pisliğin tekiysem ve siz eğer ben
böyle olduğum halde bana saygı duyuyorsanız, sizde bir şerefsizlik vardır, tıynetiniz
bozuktur ama kimliğimi umursamayıpta, eylemlerime bakarak ulan soysuz piç
kurusu derseniz işte o vakit şerefli bir tavır ortaya koymuş olursunuz. Ben
sizi aldatsam, hakkınızı gasp etsem, sizin kuyunuzu kazsam, size iftira atsam,
size haksız yere eziyet etmiş olsam, hürriyetinizi, ekmeğinizi elinizden almış
olsam, sizi sömürsem, sizin olanı başkalarına peşkeş çeksem yine de benim
kimliğime bakarak bana saygı duyar mısınız? Saygı duyduğunuz vakit şerefli mi
yoksa şerefsiz mi olursunuz? Haddi ve sınırları aşıp hatta niye aşalım ki,
aşmadan bir soru soralım, elbette nihayetinde Tanrı ruhumuzu biliyor, şöyle ki,
peygamberler gerçekten saydığımız olumsuz davranışları ortaya koymuş olsalardı
peygamber olarak intihap edilirler miydi yahut çevrelerinde sözlerini
dinleyecek tek bir kişi kalır mıydı? Hayır, peygamberler kavimlerinden dolayı
değil, insanlıkta yani takvada zirveye ulaşmış olduklarından dolayı peygamber
oldular ve insançocukları da çevrelerinde bu yüzden toplandılar ve birlikte
yürüdüler.
ÖLÜMCÜL
DEĞİL TAKDİR EDİLECEK İŞ YAPMIŞ OLURSUNUZ
Ülkemizin çocuklarını eğiten cefakâr ve vefakâr eğitimcilerin
sesi, nefesi, soluğu olarak konuşuyorum, kendim eğitimci olmasam da onlar adına
konuşmayı bir ödev addediyorum: Duyun bu sesi, vicdanın, aklın, bilmin, ilmin,
adaletin, hakikatin sesini. Ölmezsiniz yani. Vallahi ölmezsiniz. Bilakis takdir
edilecek bir eyleme imza atmış olursunuz. Çünkü vicdana, hakikate ve adalete
uygun iş yapmış olursunuz. Mutlak masumiyetle, içtenlikle, samimiyetle,
doğallıkla, art niyetsiz söylüyorum. Ya ciğerimden söylüyorum. Vallahi
yapmayın. Çünkü bu yanlıştır, vallahi, billahi, tallahi yanlıştır. Eğitimciler
zaten mesleğe atıldıkları ilk günden itibaren mesleki çalışma içerisindedirler.
Ya eğitimciler bu memleketin çocuklarını yetiştiriyorlar, hangi şartlarda
yetiştiriyorlar biliyor musunuz, ne ızdıraplar çektiklerini, ne fedakârlıklarda
bulunduklarını, nelerden feragat ettiklerini biliyor musunuz? Niye böyle
yapıyorsunuz Tanrı aşkına? Ya ölmezsiniz, bu ülkede batmaz. Nerelere akıp
gitmiyor ki bu milletin hazinesi, bırakın eğitimcilere de verin gitsin.
Üstelikte eğitimciler terleriyle, yaşlarıyla, kanlarıyla, emekleriyle hak
ediyorlar yani, haybeye almıyorlar aldıklarını. Hatta en helalinden yiyenlerdir
onlar. Madem bir şey yaparak, yaptırarak vereceksiniz, en azından 10 yıllık
vazifesi olanlara uzmanlık, 20 yıllık vazifesi olanlara başöğretmenlik verin
gitsin. Bu bile vicdani değildir, adil değildir, hakkaniyetli değildir, yemin
ederim değildir ya. Yıllar önce sınav yaptınız ve sınavı kazanıp uzmanlığı hak
eden eğitimciler yıllarca diğer meslektaşlarından fazla ücret aldılar,
üstelikte sadece sınava girdiler ve handiyse giren herkes aldı. Handiyse 15
yıldır bunun acısını yaşadılar eğitimciler. Üstelik o gün uzman olanlar şu an
başöğretmenlik sınavına girmeyi hak ediyorlar. Ama bugün uzman olanlar
başöğretmenliği hak edemeden görevlerinden ayrılacaklar. Adalet bunun
neresindedir lütfen izah edebilir misiniz? Elbette burada kazandıklarının
karşılığını alanların günahı yoktur, onlara bir şey demek vicdana mugayirdir,
zira sınav yapıldı ve onlar girdiler, hak edip aldılar, helali hoştur ama ondan
sonra tek sınav yapılmadı ve şimdi yapılıyor ama bin barikat konuluyor
önlerine. Eğitimcilere birkaç kuruş vereceksiniz diye böyle yapmayın, vallahi,
billahi, tallahi Tanrı’nın da gücüne gider böylesi bir şey. Çünkü olmaz ya
olmaz, olamaz. Hayır, neye göre olur? Vicdan olmaz der, akıl olmaz der, bilim
olmaz der, ilim olmaz der, adalet olmaz der, hakikat olmaz der, olur diyen
nedir lütfen? Şimdi bunları söyledim diye lanetlik mi olurum, hain mi olurum,
kötü mü olurum? Yapmayın ya, lütfen yapmayın. Hayır, maddi karşılık umurumda
değil, şerefim ve namusumla temin ederim umurumda değil, çünkü maddiyat temelli
konuşmuyorum ama ruhu gücendiriyorsunuz. Bunu eğitimcilere yapmayın, lütfen
yapmayın, hak etmiyorlar, yemin ediyorum hak etmiyorlar, onurları zedeleniyor.
Ah bir bilseniz, yaptıkları vazifenin kutsal olduğunu dilinizden düşürmediğiniz
eğitimcileri nasıl bir duruma düşürdüğünüzü, belki hisseder, anlarsınız olayın
mahiyetini. Yazık etmeyin lütfen!