‘’Fikir ayrılığına rağmen,
karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.’’
Dostoyevski
Zihin, fikir fabrikasıdır ama
çalıştırmak gerek. İşlemeyen mekanizma paslanır, zamanla ıskartaya çıkar. Ruh,
inancın membaıdır ama hissettirmek gerek, hissiyatını kaybeden şey özelliğini
kaybeder ve dönüşüm yaşar, vahşileşir. Zihin, düşün âlemidir, oradan düşünce
yağar. Kalp, duygu deryasıdır, duygular oradan doğar. İnsan dediğinde, düşün ve
duygu dünyasının meczidir. Zihne zincir vurulamaz, düşünce tutsak kılınamaz,
bir kuş gibi pervaz eder beyin göklerinde ve aynı anda milyonlarca beyin
göklerinde kanat çırpar. Ölen bedenlerdir, düşünceler ölümsüzdür. Bu yüzden
fikirleri zihinlerde boğamayız, fikir sahibini susturamayız, zaten böyle de
yapmamalıyız. Bir fikre şiddetle mukabelede bulunmak, bunu yapanın acizliğine
ve zavallılığına delalettir. Fikre karşı fikirle değil de, şiddetle, hakaretle
gidiyorsan, bu dünyada ki yaşamını sonlandırman, ötenazi yapman daha evladır
senin için, zira böylesi bir zilletle yaşamak cehennemden daha hazin ve acı bir
cehennemdir. Elbette ortaya atılan bir fikir tenkit edilebilir ve bu tabiidir.
Fakat bir fikri savunuyorsanız ve fikrinize karşı fikir geliştirene ya da
fikrinizi eleştirene şiddetle mukabelede bulunuyorsanız, bu durum fikrinizin ne
kadar yalan, boş, absürt, gerçeklikten uzak olduğunu gösterir. Aynı zamanda
fikrinize olan güvensizliğinde bir sonucudur bu. Çünkü fikrinize güveniyorsanız
asla şiddete ve hakarete yönelmezsiniz, daha medeni tavır takınırsınız. Aksi
bir tavır fikrinizi savunamayacak kadar aciz olmanızın ve savunulamayacak kadar
zayıf bir fikrin sahibi olunduğunun işaretidir. Bir fikir ortaya koymuşsan, bir
inanca sahipsen ya da bağlanmışsan birine körü körüne, sana verilen cevaba da
saygı duyacaksın. Ya da fikrim var diye ahkâm kesmeyeceksin. Fikrine karşı
ortaya konulan cevap doğrudur ya da yanlış, bu seni ilgilendirmez, verilecek
cevabın varsa verirsin, yoksa susarsın. Sana nezaketle geliniyorsa, sen de
nezaketli olmak zorundasın. Senin verecek bir cevabın varsa verirsin, şiddete,
güce, hakarete, korkutma yoluna başvurmazsın. Sefil ve korkak insanlar, cebre,
hileye ve korkutmaya yeltenirler ancak, ikna medeni insanların yoludur. Franz
Kafka diyor ya; “ben kafalarımız savaşsın isterdim bayım ama görüyorum ki sizin
silahınız yokmuş.” Eğer silahın ve kurşunun varsa savaşmaktan korkmazsın ama
silahın ve kurşunun yoksa suikasta yeltenirsin ama bu durum seni muzaffer
kılmaz. Öldürmek yenmek değildir çünkü. Öldürmekle yeneceğini sanmak, ancak
geri zekâlıların sanması olabilir. Öldürürken, aynı zamanda kendini de
öldüreceğinin fevkinde olmalısın. Çünkü herkesin aynı olduğu bir âlemde
kimsenin olmayacağını bilmelisin. Bahar, rengârenk çiçeklerle bahardır ve
güzeldir, tek çiçekle de bahar olmaz. Ta ki karşınızdaki fikir, fikirlerinizi
hatta inançlarınızı amansızca sorgulasa dahi yine de tahammül göstermeli ve
sizde fikrinizle mukabelede bulunmalısınız, şiddete ve tehdide tevessül
etmekten hicap duymalısınız, kendinizi küçültecek tavırlara girmemelisiniz.
Maalesef bizler, düşünmekten, eleştirmekten, sorgulamaktan hatta konuşmaktan
dahi korkan insanlar haline geldik. İşte bu kadar zayıf, aciz, güvensiz bir
düzeye geriledik. Kendi kendimizi küçülttük ve küçük insanlar derekesine
düştük. Aliya İzzetbegoviç ne isabetli söz etmiş: “”Ben olsam, Müslüman Doğu’daki
tüm mekteplere “eleştirel düşünme” dersleri koyardım. Batı’nın aksine, Doğu bu
acımasız mektepten geçmemiştir ve birçok zaafın kaynağı budur.””