“”Eğer inek gibi semiz olursanız sizi sağarlar. Eğer eşek gibi güçlü
olursanız yüklerini taşıtırlar. Eğer at gibi koşarsanız üzerinize binerler.
Bunlar yalnızca sizlerin ANLA-MA-NIZDAN korkarlar. ANLA-MA VAKTİ gelmedi mi
hala?””
Ali Şeriati
Bizim her şeyden önce zihnimizde, sonra da benliğimizde sahici bir devrim
yapmamız iktiza eder. Tefessüh etmiş, tagayyürata uğramış bir benlikle ve
mefluç olmuş bir zihinle yaşıyoruz, bu yüzden izzet-i nefsimizi bile ayaklar
altına aldırtmışız, onurumuzun çiğnendiğinden bihaberiz. Çünkü kendimize
saygımız kalmayınca, bize karşı yapılan saygısızlığı algılayamıyoruz,
algılayamadığımız için de duyarsız kalıyoruz yani ne olduğunu idrak edemiyoruz.
Bu konuda olabildiğince dürüst olmalıyız. İyi niyet ve samimiyet her şeyin
başıdır. Eğer biz bir şeyi iyi niyetle ve samimiyetle yaparsak başarmamız
mümkün olur. Niye mutlaka başarırız demiyoruz da, böyle tereddütlü söylüyoruz,
çünkü zamanımızda iyi niyet ve samimiyet artık hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Zira kahir ekseriyet kirli niyetli ve samimiyetsiz ve bunların hayata etkisi
ise diğerlerine nazaran daha ağır basmaktadır. Ne hazindir ki, zamanımızda kötü
iyiyi bir şekilde alt etmektedir. Ama yine de niyetimiz temiz olursa ve samimi
olursak zihnimizde ve benliğimizde bir devrim yapmamız kabildir. Zihnimizde ve
benliğimizde yaptığımız devrimin toplumsal hafızaya ve toplumsal benliğe
sirayet etmesi de yine iyi niyete ve samimiyete merbuttur. Ama biz ne
zihnimizde, ne öz benliğimizde ne de toplumsal hafıza da ve toplumsal benlikte
herhangi bir devrimsel kıvılcım yaratma derdinde değiliz. Başkaları için
yaşayacak ve başkalarını yaşatacak düzeye yükselebilmiş değiliz, münhasıran
kendimiz için varız ve yaşıyoruz, böylesi bir yaşam ise insan olmaklığa
mugayirdir. Misal; meydanlara çıkıyoruz, büyük kitleleri bir araya getiriyoruz
ama karşılarına boş sloganlarla çıkıyoruz, papağan gibi klişeleşmiş şeyleri
tekrar edip duruyoruz. Boş geldiğimiz ve boş gideceğimiz de biliniyor
kuvvetliler tarafından. Bu yüzden de dikkate değer görülmüyoruz, ciddiye
alınmıyoruz. Büyük kitleleri yakalamışken, onların huzurlarında en katı ve sert
gerçekleri haykırmıyoruz, kitlelerin bilinçlerini uyandırmaya, onları
şuurlandırmaya çalışmıyoruz. Çünkü onların uyanmalarını biz de istemiyoruz.
Muayyen konumdaki insanlar, maalesef, kitleleri inek gibi sağma, at gibi
üzerine binme, eşek gibi yük taşıtma derdindeler. Onları avutuyorlar,
aldatıyorlar ve yine geldikleri gibi geri gönderiyorlar. Böylece de ne bireysel
bağlamda, ne de toplumsal bağlamda hiçbir sendeleme, sarsılma tezahür etmiyor.
Oysa meydanlar insanlığın değişimi ve dönüşümü için çok büyük avantajlar
sağlar. Zira özgürce konuşabilme imkânı yaratılır orada. İstenirse, kitleler
sarsılır, uyandırılır orada. İnsanlığın kör bilincine büyük darbeler
indirilerek bilinçlerin açılıp, uyanması sağlanabilir. Zihinler uyanır,
sarsılır gövdeler ve yumruklar sıkılır ve büyük uyanışın resmi gösterilerek
korku salınır insanlığı sömüren zalimlerin üzerine. Samimiyeti ve ciddiyeti
hissettirmek gerekir, hissetmezlerse umursamazlar çünkü. Eğer bir değişim,
dönüşüm olmayacaksa, kör bilinçle gelinip yine kör bir şekilde dönülecekse,
yine uyumaya devam edilecekse, geride bir etki bırakmayacaksa, istediğini
almada ciddiyetli olunduğu ve istediklerinden vazgeçilmeyeceği
gösterilmeyecekse meydanlara çıkmanın anlamı nedir? Bağırıp çağırıp yine
gerisin geri dönmek ve aynı şeyleri yaşamaya devam etmek için mi çıkılmaktadır
meydanlara? Söz ettiğimiz devrim behemehâl tahakkuk ettirilmelidir, bilakis
yine insani olmayan yaşamı yaşamaya mahkûm olacağız. Birileri bizim üzerimizden
menfaatlerini toplarlar, biz de bakınır kalırız sap gibi orta yerde. Eğer
uyanmazsak ve ciddiyetle uyarmazsak, insanlık toprağında insan onuruna seza bir
yaşama mülaki olmamız muhal ender muhaldir. Bu şekilde de gelen vurur, giden
vurur ve hep ayaklar altında eziliriz. Bu gerçeklik tarihsel tecrübe ile
sabittir. Aksini iddia etmek kabil değildir. Çünkü örneği yoktur. İnsanlık
toprağına gerçek baharı getirecek özgür çiçeklerin açması için büyük insanlık
devrimi önkoşuldur. Önce beliğimizde sonra toplumda bu devrim behemehâl realize
edilmelidir. Elbette bu devrimi realize edecek olanlar, ne yaptıklarını ve
niçin yaptıklarını bilecek bilince malik olan, insanlık toprağının her devirde
ezilmiş, tahkir ve tezyif edilmiş, her türlü imkândan mahrum bırakılmış,
hakları çalınmış, izzet-i nefisleri çiğnenmiş, emekleri sömürülmüş mustazaf
yiğitlerdir ve bizim böylesi yiğitlere ihtiyacımız vardır ilk önce ve bu
yiğitlerdir ki, önce zihinlerinde, sonra da benliklerinde muhakkak surette bir
devrim yapmalıdırlar, toplumsal alanda gerçekleşecek devrimden önce. Çünkü
içindeki zalim kompradoru yenemeyen, dışındaki zalim kompradorları yenemez.
Zira zihinlerde ve benliklerde gerçekleşmezse devrim, topluma toprağına da
sirayet etmez. Devrimi öncelikle görüş ve düşüncelerimizde, dahası düşünce
tarzımızda gerçekleştirmek zorundayız. Zira zihinlerimiz karanlığın tutsağıdır,
benliğimiz tefessüh etmiş bir bataklıktır ve zihnimiz kendisini kuşatmış
duvarları yıkıp özgürlüğüne kavuşmalıdır önce, sonra da benliğimiz zihnimizden
düşenle yıkanmalı, berraklaşmalı, kendisini çürütmüş pislikleri dışarı
atmalıdır. Özgür olamamış bir zihin başkalarının ölü fikirlerinin eşeği
olmaktan kurtulamaz, kendi düşüncesini üretemez, kendi kaderinin taşlarını
döşeyemez. Kirli ve kokuşmuş bir benlikte, kendinde kendini temizleyecek bir
kuvvet bulamaz. Ve mutlak son; hayvan gibi yaşarız, bizim toprağımızda, bize,
hak ettiğimiz yaşamı haram kılanların, onursuz yaşamlarının seyircisi oluruz!
Tercih, karar, kader senin ve sensin, tercihini yapıp, kararını verip, kaderini
çizecek olan. Asla bir başkası gelip, istediğini sana vermeyecek. Ezilenlerin
kaderini, yine ezilenlerin birleşik güçleri çizecektir!