Romanlarıyla ve üstün anlatım gücüyle bildiğimiz Halide Edib Adıvar’ın bambaşka bir yönünü tanıdım: Tarih ve strateji uzmanlığı! Tabii kendisi böyle bir iddiada bulunmuyor ama yazdıklarını okuyunca, insan, bu konularda oldukça bilgili, şuurlu ve yetkili olduğunu görüyor.
Bana, baştan sona çok şaşırtıcı ve çarpıcı gelen görüş ve değerlendirmeleri, Halide Edib, 1955’te yayımlanan, “Türkiye’de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri” adlı eserinde ortaya koyuyor. Eserin sadece ilk bölümünden bir- iki cümle alarak, başlıktaki konuya dönelim:
Anadolu’da daha evvel kurulmuş olan Müslüman Türk Devletinin kısa sürmesi bazı sebeplere dayanıyordu ve bu sebepleri Osmanlı Türkleri idrâk etmişlerdi. Anadolu’da herhangi bir devletin bekası, İstanbul ve Boğazlar hatta Balkanlar’da hâkim bir durumda olmasına bağlı idi. Hatta İstanbul’a ve Balkanlar’a sahip bir devlet de Anadolu’ya dayanmak mecburiyetindeydi. (S. 45)
İstikrarlı bir sistem kuranlar, aynı zamanda o yerdeki muhtelif, hatta bazen zıt unsurları dikkate almak, onlardan bir terkip yaratmak kudretine sahip olanlardır. İşte, Osmanlı sistemini kuranların, toplum nizamının temeli olan bu kabiliyeti, bilhassa en kudretli taraflarıdır. (S. 47)
Halide Edib’in (1884-1964) II. Abdülhamit, Vahdettin ve Atatürk dönemlerinde yaşayarak, hadiselere şahit olarak ve aradan çok uzun yıllar geçtikten, olayların heyecanı yatıştıktan sonra bildiklerini ve görüşlerini yazdığını hatırlatalım.
Tabii 350 sayfalık kitapta yazılanları, konu başlıkları çerçevesinde mümkün olduğu kadar kısaltarak aktarma mecburiyetim var. Can Yayınları’ndan 2009’da tekrar çıkan kitabı, tarih, strateji, Cumhuriyet, Demokrasi, Devrimler konularına ilgi duyanların dikkatle okumasını tavsiye ederim.
ll. ABDÜLHAMİT
II. Abdülhamid’in otuz üç yıllık saltanatı hakiki bir duraklamadır. Abdülhamid zekiydi, daha doğrusu kurnazlığı deha seviyesine çıkmıştır. Yürüttüğü sistem veya sistemsizlik sadece Şark’ın uyuşturucu tarafını değil, Makyavel zihniyetinin de yer yer örneğini vermiştir.
Tahta yerleşinceye kadar âdeta Abdülmecid’in ciddi ve geniş görüşlü aynı zamanda insanî insiyaklarını temsil eder göründü.
1877-78 Rus harbinin mağlubiyeti kendisine çok pahalıya mal olan Osmanlı İmparatorluğu, Kıbrıs Adası’nı İngiltere’ye vererek, onunla müdafaa amaçlı bir ittifak imzaladı.
II: Abdülhamid’in istibdadı için tehlikeli görünen mefhumları ifade eden kelimeler lügatten kaldırıldı. Bunların başında, “Hürriyet”, “Kanun-u Esasi” ve “vatan” vardır.
Emsalsiz bir hafiye sistemi kuruldu. Münevverler ve halkın kendisi hafiyeliği iğrenç ve kötü bir şey telakki ederlerdi.
II. Abdülhamid’in, üzerinde durulması icap eden mühim nokta Hilafet ve onun dolayısıyla ortaya çıkan Pan-İslamizm başlangıcıdır. Garp devletleri, Pan-İslamizm cereyanına karşı, İmparatorluk’un Türk olmayan Müslüman tebaası arasında dini bağı körletecek kuvvetli bir milliyetçilik propagandasıyla mukabele ettiler.
Acaba, II. Abdülhamid’in Hilafet sembolü arkasında bu kadar kuvvetle gönül verdiği Pan-İslamizm ne kadar samimi bir itikattan doğuyordu? Acaba Abdülhamid’in zahiren İslamiyet’e bağlılık gibi telakki edilen bu siyaseti, İslamiyet’in insaniyete şamil manevi, ileri bir din olarak gelişmesine ve İslamiyet’in namzet olduğu yüksek ileri ve insanî bir reforma engel olmamış mıdır?
Abdülhamid bu kadar dindar, mutaassıp görünmesine rağmen, dinî düşünceler, hatta hadisler arasında şahsi mevkiine zaaf getirecek şeyler varsa derhal yasak ederdi.
Meselâ, Hilafet’in Kureyş Kabilesi’ne münhasır olması lâzım geldiği iddiasını ileri süren Maverdi’nin (974-1058), “El Ahkamü’s Sultaniye” adlı eseri, Abdülhamid’in yaktırdığı kitaplar arasındadır. (S. 98-113)
VAHDETTİN
Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919’da toplandı. Erzurum Kongresi’nin takip ettiği yolu daha geniş manada tuttu. Anadolu, İstanbul’daki hükümetten ayrıldı, sivil ve askerî idareye el koydu. Bu vaziyetten ürken Padişah (Vahdettin), ecnebi devletlerin aleti telakki edilen Ferid Paşa kabinesini değiştirdi, yerine milliyetçi veya milliyetçilere taraftar unsurlar girdi.
Halide Edib’in bu son cümlesinden ne anlamalıyız?
Ben şunu anlıyorum: Milliyetçiler daima etkili, aynı bu dönemde olduğu gibi, onlara karşı durarak iktidarı sürdürmek müşkül olunca, milliyetçileri memnun ve tatmin edecek siyasetlere dönmek… Milliyetçilere iltifat etmek!
16 Mart 1920’de, işgal kuvvetleri İstanbul’a yeniden asker çıkardılar ve örfî idare ilan ettiler. Milliyetçilerin yalnız kendileri değil, bunlara yardımcı olanları da idama mahkûm edeceklerini duyurdular. Padişah derhal fevkalade bir mahkeme teşkil ettirerek, milliyetçileri idama mahkûm ettirdi. Birinci listede Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşalar, Doktor Adnan ve Halide Edib başta gelirler. …Fakat iş bununla da kalmamış, o devrin Şeyhülislamı, birinci listedeki yedi kişiyi, her Müslüman’ın gördüğü yerde katletmesinin bir din borcu olduğunu ihtiva eden bir fetva neşretmişti. Bir şeyhülislamın, ecnebi işgal kuvvetlerinin emrine dini bu suretle alet etmesi, tarihimizde ilk defa görülmüş bir hadisedir. (S. 158-175)
ATATÜRK
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ hükümeti… Mustafa Kemal Paşa, ısrarla ve katiyetle bütün mesuliyeti milletin mümessillerine bırakmak istiyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın o günlerde mesuliyeti Meclis’e bırakması, halk nazarında ona Türklerin George Washington’u mevkii verdi. (S. 177-178)
Manevî ve maddî manada şaha kalkan milletlerin daima kendilerine layık bir baş veya başlar ortaya çıkardıkları istisnasız olarak kaydedilmiştir. Zemin hazır olmadan, herhangi bir kalabalığı şuurlu ve yüksek bir millete inkılap ettirmek tabiat kanunlarına uymaz. Bu şerefli fakat mihnetli “ölüm dirim” ehramının zemini çok genişti, bu zemin birçok büyüklü küçüklü lider ortaya attı fakat bu şerefli ehramın şahikasında daima Mustafa Kemal ismi kalacaktır. (S. 167)
x x x
ÖNERİ
ATATÜRK TEK ADAM MIYDI? - YouTube