‘’Felsefe,
şahsiyet yapıcıdır.’’ Nurettin Topçu
“Yaptığınız işin felsefesini
bilmezseniz-yapmazsanız, sadece basit bir teknisyen olarak kalırsınız.’’ Nietzsche
Gençlik
okumuş, okuyor evet ama cahil. Okuyan cahil olur mu, kalır mı? Maalesef okuyan
da cahil kalır hatta en cahiller okumuşlar arasından çıkarlar. İnsanlığı batıranlar,
perişan edenler kimlerdir? Politikacılar, bilim adamları, ilim adamları değil
mi? Bunlar okumamışlar mı? Çünkü hayat, meslek bilgisi değildir, meslek
bilgisinden ibaret değildir hatta mesleki bilgiyle hiç ilintili değildir. Hayat,
çok farklı bir alandır. Adam profesör olmuştur ama cehaletin karanlığında
dolaşıyordur, böyleleri yok mu, haddinden çok, ekranlara ve siyasi arenaya
bakın kifayet eder. Zaten bu tür cahillerdir ki, gençliğinde cahil kalmasının
en büyük müsebbiplerindendirler ya. Evet, gençler, çok ciddi üniversiteleri
kazanmışlar, okuyorlar, okuyup bitirecekler ama ne hazindir ki hayat yolunda bu
şekilde yürürlerse hep cahil olarak yürüyüp gidecekler ve asla
aydınlanamayacaklar. Ve ne hazindir ki, hepte kandırılacaklar hem de
kutsadıkları olgular kullanılarak. Yine ne hazindir ki, kendilerinden de cahil
yapılar, şahıslar tarafından kandırılacaklar. Zaten bizatihi onlar tarafından
cahil bırakılmaktadırlar, sistemli ve programlı bir şekilde. (((Akışı bozmadan
bir misal verelim; kendi evinin yanmasını seyretmesi istenen, bir kova su alıp
dökmesi istenmeyen gençlik nasıl bu hale gelmiş olabilir ya da böylesi emirlere
nasıl tabi olabilir hatta böylesi vahim bir istekte bulunanlara nasıl olurda
saygı duyabilir, biat edebilir?))) Bu tespitimi rastgele yapmıyorum, yoğun bir
gençlik kitlesini gözlemleyerek yapıyorum. Hem de müzakere gözlemleri
neticesinde yapıyorum bu analizi. Yemin ediyorum ciddi anlamda cahil bir
gençlikle karşı karşıyayız. Gerçekten çok cahil bir gençlikle karşı karşıyayız,
böyle söylediğim için kızabilirsiniz ama lütfen kusura bakmayın ortadaki
gerçekliği görmezden gelemem, söylerken de içim sızlıyor. Burada maksadım
kötülemek, ayıplamak değil, bir olguyu sarih olarak izah ve izhar etmek. Hastalığı
teşhis ve tespit edip tedavi edilmesini sağlamaktır gayem. Sarsmak ve kendine
getirmek gibi bir niyet taşıyorum ve taşıdığım bu niyetin kötü olduğunu
düşünmüyorum, en azından riyakâr ve sahtekâr değilim. Gerçeği ya da gerçekliği
kaya gibi ortaya koyuyorum ki, mesele anlaşılsın ve çözüm bulunsun. Ne
sorduğunu bilmeyen, ne soracağını düşünemeyen, aldığı cevabı anlamayan bir
gençlik var. Sorgulamaktan aciz, dinlemekten bihaber, dinlediğini anlamaya
sonsuz uzak bir gençlik karşımızdaki gençlik. Çünkü gençlik maalesef okumaktan
çok uzak hatta okumaya düşmanmış gibi tavırlar içinde yahut bize yansıyan öyle
ama ateş olmayan yerden de duman çıkmazmış. Gençliğin hatta toplumun tüm
katmanlarının, özellikle felsefeyle hiçbir bağı yok ve bu sonsuz tehlikeli,
vahim bir durum. Zaten boş ve eylemsiz söylemler bunun kati bir hüccetidir. Gençliğin
bir an evvel behemehâl felsefeyle dostluk bağları, sevgi ağları kurması lazım.
Çünkü onları aydınlanmaya götürecek ilk kıvılcım felsefe yardımıyla oluşacak.
Felsefe beyindeki tıkalı damarları açacak, uçup giden aklı yuvasına geri
döndürecek ve akılları çalınan ama çalınan aklını felsefeyle geri kazanan
gençleri gerçeklerin peşine düşürecek. Bu da soruları, sorgulamaları doğuracak,
her bulunan cevap önyargıları parçalayacak ve hayata bir değil bin pencereden
bakılmasını sağlayacak. Böylece yanlış bildiğimiz doğruları görmemizi
sağlayacak. Nihayetinde kendini bilecek, tanıyacak ve artık büyük bir devrimin
önündeki barikatları yıkıp atacak. Büyük insanlık devrimi denince tüm benliğini
saran korku bulutlarını dağıtacak. Alışıldık, klişe kalıpları fırlatıp atacak
ve daha özgür bir beyinle bakacak dünyaya, hayata ve insanlığa. Gençlik,
maalesef, başkalarının cebine aklını koymuş ve sürmüş kendini yükün altına.
Kendi aklını kullanmaya cüret edecek cesareti yok maalesef. Çünkü aklını
ipoteğe vermiş. Analitik düşünemeyen, düşünürken senkronize yaparak
düşünemeyen, analiz edemeyen, bilakis kesin inançlı bir gençlik duruyor karşımızda.
Ve bu gençliğin ne kendine ne de insanlığa verebileceği hiçbir şey, katabileceği
hiçbir değer olmayacak maalesef. Böylece toplu şekilde bir yok oluşa doğru
sürüklenip gideceğiz, talihi bir türlü tersine döndüremeyeceğiz. Toplum olarak,
tüm kesimlerimizle, felsefeye, toprak gibi, hava gibi, su gibi, güneş gibi
ihtiyacımız var. Ya da toprağın havaya, suya, güneşe ihtiyacı olduğu kadar
ihtiyacımız var. Bahusus, politikanın ve ilim-bilim tayfasının. Zira politikanın
ve ilmin-bilmin cehaleti kadar tehlikeli bir cehalet yoktur ve insanlığı
perişan eden, acılardan acılara sürgün kılan cehaletin adresi bu taraflardır.
‘’Aydınlanma,
kendi aklını kullanmaya cüret etmekle başlar.’’ İmmanuel Kant