Ecel değişmez, birdir. Âlem-i faniden, âlem-i bakiye göç için terhis
belgesidir ölüm. Muvakkat yaşam bitmiş, muhakkak yaşam başlamıştır. Yalan hayat
nihayet bulmuş gerçek hayata girizgâh yapılmıştır. Nasıl düşünülürse
düşünülsün, düşünce şeklimiz ne olursa olsun tagayyür etmeyecek bir hakikattir
bu. Tüm düşüncelerden bağımsız bir düşünsel hakikattir bu. Zira bizim
düşüncemize, düşünce şeklimize göre değişecek yahut gerçekliği yok olacak bir
şey değildir. Ne kadar aklımızı zorlasakta, kalbimize ağırlık versekte
değişmeyecektir bu gerçeklik. Düşünceler üstü ve ötesi ölümsüz ve tagayyür
etmez bir hakikattir bu. Ölümün dahi öldüremediği tek gerçekliktir belki de. Böyle
söylüyoruz ama gerçekten boşa söylemiyoruz. Çünkü dünya ve insanlık varolalı
beri böyle gelmiş ve böyle gitmekte. Yani dinsel ya da din dışı bir noktadan
çıkış yaparak söylemiyoruz. Geldiğinde acı, keder, elem verse de, bu durum bu
dünyadakiler için, gözü burada açık gibi olsa da, gerçekte öbür âleme kapalı
olanlar içindir yoksa gözü öbür âleme açılmış olanlar için, âlem-i faniden
âlem-i bakiye doğmuş olanlar için aslında acı, keder, elem diye bir şey yoktur,
bilakis onlar için acı, keder, elem temelli olarak nihayet bulmuştur, fakat biz
bunu idrakten aciz olduğumuz için kendimize acıyacağımıza onlara üzülüyoruz.
Sanki kendimiz oraya gitmeyecekmişiz gibi gidenlerin ardından onları geri
çağırıyoruz. Oysa onların nidalarını işitebilecek yeti bize bahşedilseydi,
onların bizi oraya çağırdıklarını duyacaktık belki de. Onlar için yeni, taze ve
hiç bitmeyecek bir baharın başlangıcıdır, gerçek bir doğumdur ölüm. Buradakiler
orayı bilseydi burada durmak istemezlerdi, bilmedikleri için gitmek
istemiyorlar ama gidenler burayı bildikleri ve orayı gördükleri için geri
dönmek istemezler. Burayı tek gerçeklik sananlar için, buranın baki olduğu
varsayımıyla yaşayıp o yokmuş gibi yaşayanlar için ölüm bir şoklamadır. Bu
yüzden bu dünyada unutulmayacak yegâne şey ölümün ta kendisidir ve akıllı bir
yaşam da ölümün farkındalığıyla yaşanacak yaşamdır. Çünkü en sonunda kazanacak
olan zaten odur. En değerli, kıymetli, belki talihli genç odur ki; ihtiyar gibi
ölümü düşünüp fani âlemini bakileştirme gayretiyle say edendir, bilakis âlem-i
faniyi âlem-i baki sanarak ölümü yok sayıp, dünyanın tantanasıyla oyun ve eğlenceye
dalıp giden ve ruhunu öldürüp, bedenini burada çürüten değildir. Gençliğin
cazibesine kapılıp, hep gençlik devrinde yaşayacağını sanıp, oyun ve eğlencenin
sarhoşluğuna aldanıp gaflette boğulmayandır. Elbette bu muhakkak gerçeklik bu
dünyayı yok saymak demek değildir. Bu dünyada yaşamak zorunda olduğun için
dostunun yüz karası, düşmanın maskarası olmamak için say ve cidal içinde
olacaksın. Son nefese, son damla kana kadar direneceksin, insanca ve onurluca
yaşamak uğruna. Dünyada meşru dairede kalarak dünya nimetlerinden tat alacaksın
ama o nimetlerinde muvakkat olduğunu hatırından hiçbir dem çıkarmayacaksın. Yani
yekpare insanlığın ortak mutluluğu için çalışacaksın, savaşacaksın. Dünyanın
nimetlerini helaliyle kazanıp yiyeceksin. Zalimliğe temayül göstermeyeceksin.
Keza bir gün öleceğini bilip hubb-u dünyanın da esiri olmayacaksın. Ölüm; belki
insanı her türlü kötülüklerden, haramlardan, ahlaksızlıklardan, fenalıklardan,
zulümlerden, iftiralardan, kul hakkına tecavüzlerden, baskılardan muhafaza eden
bir muhafız gibidir ama biz o muhafızın varlığını ve bizleri biteviye takip
ettiğini hiçbir dem unutmayacağız ve gaflete düşmeyeceğiz. Daima sevgiyle
yaşayıp, iyilik ekeceğiz. Adil, sömürüsüz, zulümsüz, paylaşımcı bir dünya
kurmak için kavga vereceğiz. Bilakis, âlem-i bakiyi, âlem-i faniye kurban etmiş
oluruz ve sonsuz baharlardan mahrum kalırız, ebedi kışlarda yapayalnız kalır,
bitmeyen fırtınaların, soğukların tutsağı oluruz.
Kim kazandı!
Ölüm kusan mı?
Baskı ve zulüm eden mi?
Müfteriler mi?
Müstekbirler mi?
Sömüren ve ezen mi?
Aldatan mı?
Cellâtlar mı?
Kim kazandı?
Kaybeden herkes oldu.
Ölüm kazanandı!