Oysa kimdi insan? Şerefli kılınan bir varlıktı!
Oysa ne söylenmişti şerefli kılınan o
insana? Dosdoğru ol!
Oysa ne yaptı şerefli kılındığı ve
dosdoğru olması gerektiği söylenen insan? Üç günlük, üç kuruşluk dünya ve elinden
kayıp gidecekler için, şerefini beş paralık etti, istikametini şaştı ve lağım
çukuruna düştü. Geçelim!
Anekdotu okumadan, baştan söylenecekleri
yadırgamayın. Çünkü anekdotu okuyunca öyle miymiş diyeceksiniz. Geçelim!
Namussuzluğun, şerefsizliğin, dalavereciliğin, sahtekârlığın, düzenbazlığın,
çıkarcılığın, menfaatçiliğin, haksızlığın, yağmacılığın, talancılığın, rüşvetçiliğin,
putperestliğin, puştluğun, pezevenkliğin, kahpeliğin, dalkavukluğun,
riyakârlığın, yalakalığın, onursuzluğun, hırsızlığın, arsızlığın, soygunculuğun,
ölü seviciliğin, asiliğin, şakiliğin, sapıklığın, yalancılığın,
dolandırıcılığın, iftiracılığın, kıskançlığın, aldatmacılığın, zalimliğin,
ihanetin, hülasa; her nev’inden ahlaksızlığın egemen olduğu ve prim yaptığı bir
dünyadayız. Ahlaksızlar baş tacı, ahlaklılar ayakaltında. Adaletle imar
edilmesi icap eden ama kanla sulanmış, kötülüğe boğulmuş, kirletilmiş dünya
topraklarındayız. Acılardan acılara sürgün yaşamak mukadderat olmuş. Yaşamak sevinci
çalınmış, onurlu yaşamak hakkı metazori alınmış, diller lal kılınmış. Hayır
direkt olarak böyle bir şey yok gibi gelebilir ama zımni olarak maalesef
böylesi bir durum var. Bunu bilemezsiniz ancak hissedebilirsiniz ve hissetmek,
bilmekten daha kuvvetli bir durumdur. Hatta belli bir zaman sonra bilme
düzeyine de erişirsiniz. Bilmek ise anlamakla kabildir ama anlayabilmek için de
yine hissedebilmek iktiza eder. Hissetmekte muhakkak surette farklı bir derinlik
ister, zira sığlıkla kabil olmayacak bir şeydir. Velâkin bu yetilerimizi
kaybedeli çok oldu. Neler kaybetmedik ki? Böyle olmadığı ispat edilemez ama
böyle olduğunun ispatı en kuvvetli hüccetlerle kabildir. Yüreğiniz yetiyorsa,
cesaretiniz varsa, beyniniz kifayet ediyorsa hodri meydan! Velâkin ispatı kabil
midir? Hem böyle bir şeyi kaldırabilecek cesareti taşıyan yürek var mıdır hem
de ahlaksız zalimler buna eyvallah ederler mi? Yahut acılardan acılara sürgün
olan insanlık böylesi büyük bir cesareti alkışlayabilir mi, kendisi adına
tarifsiz bir ödül olacağı halde? Şimdi direkt böyle pat diye söyleyince
garipsenebilir ama detaya indiğiniz zaman gerçeğin ne hazindir ki bu olduğunu
müşahede ediyorsunuz. Yani bu dünyada ne kadar ahlaklı iseniz o kadar
sahipsizsiniz ve eziliyorsunuz. Çünkü gerçekten ahlaklı iseniz kötülük
yapabilme şansınız olmuyor. Zira ahlaklı olabilmek için ciddi bir arka planınız
vardır ve o arka plan sizin asla ahlaksızlık yapmanıza imkân tanımaz. Bu yüzden
de aciz, zavallı, ezik olarak görülüyorsunuz. Zira bu dünyanın kanunudur ancak
ahlaksız zalimler ezik, zavallı, aciz değildirler!!! Ahlaklı olanlar ise
kötülük yapamadıkları için aciz, zavallı ve ezik olarak görülürler. Gelelim
anekdota; bu topraklarda yetişmiş Şair Abdürrahim KARAKOÇ üstadı tanımayan
yoktur handiyse. Seversiniz, sevmezsiniz orası ayrı mesele ve biz burada bir
gerçekliğe dokunacaz, sevgiyi ya da sevgisizliği ölçmeyecez. Zira sevgi
özgürlüğün çocuğudur. Gerçekten kendi bulunduğu yerde değerli, karakterli,
dürüst ve namuslu, hülasa; ahlaklı bir şairdi, rahmet merhumun aziz ruhunu
kuşatsın. Böyle bir tanımlama onu sevmenize ya da sevmemenize bağlı bir şey
değildir, sadece nesnel olmanın önkoşuludur. Sevmediğin biri, gerçekten ahlaklı
bir insansa, gerçeği ifade etmekten imtina etmeyeceksiniz. Keza sevdiğiniz biri
de gerçekten ahlaksızsa, yine gerçeği ifade etmekten imtina etmeyeceksiniz. Onurlu
duruş bunu iktiza eder. Bir gün bir şey yazdı. Onuruyla, namusuyla, şerefiyle
gerçeği yazdı. Yazdığında ne küfür vardı, ne hakaret vardı ne de alay vardır,
basit, sade, saf gerçekti sadece. Biriyle ilgili yazdı ama hakkında yazılanın
köpeği olmaktan ve beklediği kapı için havlamaktan başka meziyeti olmayan bir
it çıktı ve şairin anasına avradına küfretmediği kaldı. Yazan insandı, havlayan
insan görünümlü itti ve başkası için havlıyordu. İşin garibi kalıp olarak
söylersek, bu tarafta o tarafta sağ taraftı. Ama şerefsizliğin de sağı solu
olmuyordu, şerefsiz her yerde şerefsiz oluyordu. Handiyse bir ülkeye ait olmuş
ve zerre ahlaksızlığına şahit olunmamış bir şaire ağzından salyalar akacak,
adeta içindeki lağımı kusacaksın ama itibarlı olacaksın, saygı duyulacaksın ve
işin en garibi ahlak savunuculuğu yapacaksın. Kimse de çıkıp demeyecek, ya sen
kim ahlak kim diye. Yani topyekûn ahlaksızlık. Hani zulmedenle, zulme sessiz
kalanın zalimlikte birleşmeleri gibi bir durumdur bu. Zaten insanlıkta bu topyekûnluktan
kaybetmedi mi daima ve kaybetmiyor mu mütemadiyen? Çünkü ahlaksız ve arsız
olmuşuz her tarafımızla. Başka taraftan şöyle diyelim; bu ülkeyi yani
insanlığın alınterini, kanını ve yaşını soyanların, kapitalizmin mabetleri bankaları
dolandıranların yani zımnen halkın alın terini çalanların sahip olduğu itibar,
bu ülkeye onuruyla hizmet eden insanlar da var mı? Niye böyle? Çünkü o
ahlaksız, diğerleri ise ahlakı savunuyor. Ahlaksız yaşayan varken, ahlaklıyı
kim ne yapsın? Sonsuz örnek verebilirim. Demek ki neymiş? Ahlaksızlık prim
yapıyormuş ama ahlaklı olmanın zerre miskal kıymet-i harbiyesi yokmuş. Sonra da
riyakârlık, riyakârlık, riyakârlık. Güya ağlamalar, sızlamalar, sahte haykırışlar,
onursuz beklentiler… İflah olmadın, olmazsın, olmayacaksın şerefini kaybetmiş,
istikametini yitirmiş, lağım çukuruna düşmüş müptezel ve pespaye yaratık. Helakini bekle!