Haset ve kıskançlık kavramları ya eşanlamlı olarak kullanılıyor veya dünyada sadece kıskançlık varmış, haset yokmuş, kimse haset etmezmiş gibi, haset görmezden geliniyor. Oysa, haset, hepimizin sık sık kapıldığı, kıskançlıktan farklı, daha yakıcı ve yıkıcı bir duygu… Hasedin ne kadar yaygın ve yıpratıcı bir duygu olduğunu, kendimin de bu yakıcı duyguyu gençken daha sık olmak üzere, zaman zaman yaşamış olduğumu, Haset ve Rekabet adlı kitabı okuduğumda fark ettim.
Hem hasedi hem kıskançlığı hem de bunların sonucunda ortaya çıkan rekabeti kısaca açıklayan aşağıdaki bölümü okuyalım:
“Haset etmek acı verir çünkü:
Eksiklik duygusu, küçük düşme, değersizlik duygularına ve özgüven kaybına yol açar. İçerleme, kırgınlık, kızgınlık, öfke, hırs, intikam, nefret gibi duygular haset nedeniyle yaşanır. Saldırganlık, yok etme, zarar verme, ortadan kaldırma arzusu gibi ilkel dürtüler harekete geçer. Bu dürtüler nedeniyle iç kargaşa, huzur kaybı, saldırganlık, suçluluk, kaygı, korku gibi çapraşık ve zorlayıcı duygular yaşanır.
Hasete kıyasla kıskançlık, var olanı kaybetme korkusudur. Sevgi, dikkat, özen, pozisyon, statü, dostluk, arkadaşlık, yakınlık gibi özel ve önemli durumları, başkasının devreye girmesiyle kaybetme korkusu kıskançlığı üretir.
Rekabet ise haset ve/veya kıskançlığın sonucunda ortaya çıkan bir çakmak ateşi gibidir.” (Leyla Navaro, Haset ve Rekabet, Remzi Kitabevi, S. 16)
Haset öyle yakıcı ve yıpratıcı bir duygu ki haset etme dolayısıyla yaşadığımız, “iç kargaşa”, “huzur kaybı”, “çapraşık ve zorlayıcı duygular”ın insan sağlığını ne kadar bozacağını, zihni nasıl meşgul edeceğini ve takıntılara yol açacağını, uykuların kaçacağını, bunun sonucunda ruhsal dengenin nasıl bozulacağını hesap edin!
Açıklama, haset etmek, “özgüven kaybına yol açar” diyor. Kitabın başka bir yerinde de zaten, özgüveni zayıf olanların haset etmeye eğilimli olduğunu yazıyor. Özgüveni zayıf olan kişi bir de haset edince özgüveni ne hale gelir? Kendine saygısı hatta sevgisi kalır mı? Kendi kendine bile çekilmez biri olmaz mı? Haset, böyle zehirleyici bir duygu.
Peki, özgüven neden zayıf olur? Özgüven eksikliği, başarı duygusunun eksikliğinden kaynaklanır. Kendini başarısız ve tatminsiz hisseden kişinin özgüveni zayıf olur ve bu kişi, kimsenin başarılı olmasına tahammül edemez.
Navaro’nun bu konudaki çarpıcı tespiti şöyle: “Kader birliğine tahammül, herkes benzer yazgıyı paylaştığı sürece geçerlidir. Kaderini değiştirmek, daha elverişli, olanaklı duruma geçmek toplumun kolektif bilinçaltında âdeta köklerine ve ortak yazgısına ihanetmiş gibi algılanır. Daha iyi konuma geçebilmiş birey adına sevinç duyup ona destek olunacağına, bunu becermiş kişiye haset duymak çoğunlukla baskın gelir.
Kaderini değiştiren kişi kendi toplumunda hayranlık/nefret ikilemini doğurur, hakkında asıllı ve asılsız dedikodular çıkarılarak ona, gerçek ve gerçekdışı hikayelerle bir nevi aforoz, yani dışlanmışlık yaşatılır.” (AGE, S. 127)
Haset eden kişi, haset ettiğine zarar vermek ister. Bunu nasıl yapar? Birtakım silahlarla… Kitaba göre, “Fark edilmek önemlidir. Rakiplerini bu özgüven verici hazdan mahrum etmek isteyen kişiler, görmezden gelme, YAPTIĞINI GÖRMEME, bakmama yolunu seçer ve bu bakış esirgenmişliğini bir silah gibi kullanır.
…
Dolaylı-saldırgan laf atmalar, kinayeler, ayağını kaydırma, gizli sabotaj, yaptıklarını baltalama, yardım esirgeme, dedikodu gibi davranışlar haset edenin vazgeçilmez silahlarıdır.” (AGE, S. 116-117)
Bunlar içindeki, “yaptığını görmeme” ve “yardım esirgeme” silahları bana çok ilgi çekici ve sanki tanıdık geldi? Yapılanı görmezden geliyor, YOK sayıyorsunuz. Yardım edebilecek durumdasınız ama etmiyorsunuz, yardımı esirgiyorsunuz! Sebep? Çünkü o kişiye haset duyuyorsunuz. Haset ateşi yakıyor içinizi.
HASETTEN NASIL KORUNABİLİRİZ?
Şükran duygusuyla, şükredebilerek, şükretmesini bilerek…
Böyle bir şükran duygusunun haz almakla, mutluluğu derinden hissetmekle ilgili olduğunu düşünüyorum. Navaro’nun, Klein’den aktardığıne göre; “Haz ve keyif alabilme şükran duygusunun temelini oluşturur.” (S. 18)
Yani, haz ve keyif almadan dile getirdiğimiz, dildeki, ağızdaki şükür, şükrediyor gibi görünmek, samimi ve bilinçli bir şükran duygusu değil, sözde şükretmek olur. Dolayısıyla, bizim ruh sağlığımıza, özgüvenimizi yükseltmemize de bir faydası, katkısı olamaz.
Navaro, “Hasetin Panzehiri; Doygunluk ve Şükran” başlığı altında şunları söylüyor:
“Özgüven gibi doygunluk (tatmin) ve şükran duyguları da hasede panzehir gibidir. Haset ne kadar yokluk ve eksikliğe odaklıysa, şükran duygusu da o denli kişinin kendine, doygunluk ve varlığına odaklıdır. Şükran duygusunu geliştirmenin kişinin hayatındaki kalıcı etkilerini inceleyen klinik araştırmalar, bu duygunun kan basıncını azalttığı, bağışıklık sistemini güçlendirdiği, mutluluğu artırdığı kadar, YARDIM, İŞ BİRLİĞİ ve CÖMERTLİĞE de katkıda bulunduğunu kanıtlamaktadır.” (S. 56)
Bu açıklamalardan, şükran duymanın mucizevi etkileri olduğunu öğreniyoruz. Ama nasıl bir şükran duygusu? Hayattan haz ve keyif alabilme sonucu, içten gelen, içselleştirilmiş, bilinçli, bilinçaltına işlemiş, derinleşmiş ve derinden gelen samimi bir şükran duygusu.
x x x
İLGİLİ YAZILAR
DİKKAT: Bu uzun bir yazıdır. Sonuna kadar okumadan kızmayın, yargılamayın, hüküm vermeyin. Sonuna kadar okuyun önce, ondan sonra boynum kıldan ince.
ÖFKE Nasıl YAPICI Bir Hâle Dönüştürülür?