‘Ayasofya’da Bir Kadir Gecesi’

İsmail Hakkı CENGİZ - 20.12.2024

Sevgili dostum Güven Aydın, iki ay kadar önce, “İstanbul’da İşgal Yılları” adlı bir kitap hediye etti. Elimde okunacak pek çok kitap olduğundan ve yetiştirilecek yazı işlerim izin vermediğinden, okumaya ancak dün sıra gelebildi. Kitabın yazarı, o günleri yaşayan İ. Hakkı Sunata… Sunata, gün gün not tutarak 180 sayfalık kitabını yazmış. Hemen bir günde okudum. Bana o günlerin İstanbul’unu, Anadolu’sunu, endişelerini, ümitlerini, hezimet ve zaferlerini yaşattı. Değerli dostum Güven Bey’e bu seçkin hediye için çok teşekkür ediyorum.

Kitaptan, çok ilginç bulduğum bir bölümü, bugünlere de ışık tuttuğu, ibretlik sahne ve gözlemler içerdiği için sizlere sunmaya karar verdim. İş Bankası Yayınlarından, Mart 2024’te, 11’nci baskı olarak çıkan kitabın 140-143’ncü sayfalarını yazarın kaleminden aktarıyorum:

            3 Haziran 1921 günü, Kadir Gecesi’ne rast geldi. Akşam evden çıkınca Baki’ye uğradım. Beraber Ayasofya Camii’ne gittik.

Camiye girince, kalabalığın kulağı dolduran uğultusu içinde vaaz eden hocaların sert bağrışmaları kulağıma erişti. Rastgelen bir yerde oturarak Kuran’dan bir Tebareke veya Yasin suresini okuyan, önlerine birer mendil serili mollacıkların arasından geçerek halkı etrafında toplayan vaizleri dinlemeye başladım. Bu vaizlerin saçma dırıltıları kadar içimi sıkan bayağı ve adi lafları, hiçbir akıllı din adamından işitmedim. Ta… Küçüklüğümden, Fatih Camii’nde dolaşmaya başladığımdan beri, onlardan daima aynı nağmeleri, aynı safsataları dinlerdim. Hep Kuran’ın ve hadislerin bizim için cansız ve ruhsuz taraflarını diriltmeye çalışmak ve neticede biraz daha öldürmek; namaz kılmamak, camilere gelmemek, ibadet etmemek, oruç tutmamak, kadınları açık saçık gezdirmek ve bilinen tarihî birkaç masalı tekrarlamak ve bu hareketler için herkesi suçlamak ve cehenneme sokmak. Her camiye girişimde, bütün bunları işitmeme rağmen yine şöyle bir defa daha onların sözlerine kulak vermeden geçemezdim. Bu defa da öyle oldu. Yıllardan beri bu Ebu Cehil artıklarının bilgilerine bir şey eklenmemiş.

            Evden çıkarken aptes almıştım. Buna rağmen teravihe yetişemedim ve namaz kılamadım. Şimdi kenar bir yerde iki rekât namaz kılmak istedim. Niçin? Bu soruyu vicdanıma yönelttiğim zaman inandırıcı bir cevap alamadım. Bu, yalnız maddî varlığımın soğuk bir tarzda beni sürüklediği bir hareket olacaktı. Ruhum, iç varlığım ve inancım bakımından bu yatıp kalkmalara asla ihtiyaç duymuyordum. Bu hareketlerle beni Yaradan’a karşı sevgi ve saygı göstermiş olacağımı bir türlü kafam ve düşüncem almıyordu. Şimdiye kadar hakikaten birçok namaz kıldım, tesbih çektim. Tanrı’nın adını binlerce kez tekrarladım. Dualar ettim. O zamanları düşününce o hareketlerimin hangi sebep ve tesirler altında meydana geldiğini açık ve parlak bir şekilde tayin edemiyorum. Belki sert, haşin ve sonsuz bir cehennem azabı düşüncesi beni korkutuyordu. Camilerde vaizlerden, evde büyüklerimden hep bunu işitirdim. Ve elime geçen dine ait birkaç kitaptan hep bu acı telkinleri almıştım. Onların içimde bıraktığı acı izler, bende sürekli ve aralıksız bir ibadet eğilimi meydana getirmişti. Böylece iyi bir hareket yaptığımı ve Tanrı’ya iyi ve sadık bir kul olduğuma kanmıştım.

            Bugün o saf ve tatsız inançlar beni terk etti. Vicdanımda büyük bir boşluk meydana geldi. Neden ve niçin ibadet edeceğim? Bütün bu yatıp kalkmalar, saygı ve tapınma manası taşır mı?

            O günlerden beri yıllar geçti. Nice ramazanlar, nice bayramlar ve ne kadar yüceltilmiş ve takdis edilen geceler geçti. Ve hayatımızın sayfalarına ne kadar sayısız günler ekledik. Hâlâ da ekliyoruz ve hâlâ da o günlerin her sabahında güneş doğudan doğuyor ve batıdan batıyor. Geceleri göklerimizi süsleyen aynı yıldızlar gözlerimizi okşuyor.

            Bense, gelip geçen her mukaddes gecede daima olağanüstü ve görülmedik şeyler arardım. Kavuştuğumuz her bayramda her vakitkinden daha ziyade güzellikler, sevinçler ve saadetler beklerdim. Hepsi boş ne o geceler ve ne o gündüzler, bize her zamankinden ziyade bir şey getirdi. İşte bu Kadir Gecesi, işte Müslümanların bu kadar yücelttiği gece. Ne değişiklik var? Yüzyıllardan beri gökleri süsleyen yıldızlar, yine o eski varlıklarıyla gökten ışıklarını gönderiyorlar. Işıklarında bu geceye mahsus bir fazlalık yok. Hiçbiri, takdis edilen bu gece için daha parlak ışık yollamıyor. Ayasofya’nın yüzlerce yılın nesillerini seyreden kubbeleri, yine o soğuk ve donuk halini muhafaza ediyor. Direklerinde bu geceyi kutlamaya delalet eden samimi ve uhrevi bir eğilim yok, hep aynı taş direkler, aynı kubbe, aynı toprak, aynı gökler.

            Ve bu şeyler, insanların en hazin ve yanık devirlerinde, en mesut ve neşeli günlerinde, daima o sabit ve sarsılmaz durumunu korumuş ve devam ettirmiştir. Ne bir Müslüman’ın bayramında ne bir Hıristiyan’ın yortusunda tabiat tebriklerini sunmuştur. Yalnızca insanlar kendilerini aldatmışlardır. Şu hâlde niçin ibadet edeceğim ne diyeceğim ne isteyeceğim ve kimden?

            Ufak bir direğin dibinde bir delikanlı iki büklüm olmuş, sesini, yalvarış ve yakarışını, içten gelen bir dilekle (Allah’ıma işittireceğim diye) ciğerlerini dolduran bütün nefesiyle, ağzından ve burnundan çıkardığı hırıltıya eklediği gözyaşlarıyla, derin derin inliyordu. Acaba neler istiyordu? Mermer direğin dibinde ağzından çıkan o anlaşılmaz iniltiler, bir ibadet miydi?

 

x   x   x

TAVSİYE

Riya, Himalaya!

Bir VEFA, Destek, Samimiyet ve İnsaniyet Hikâyesi

AÇIKÇA İLÂN EDİYORUM (genelhaberler.com)

DİKKAT: Bu uzun bir yazıdır. Sonuna kadar okumadan kızmayın, yargılamayın, hüküm vermeyin. Sonuna kadar okuyun önce, ondan sonra boynum kıldan ince.

 

[email protected]

Tarih: 20.12.2024 Okunma: 53

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?

GÜVEN AYDIN

20.12.2024 - 21:17

Dinler insanlık tarihi boyunca beşeri ve ilahi(semavi) olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın doğa karşısında kendini zayıf ,güçsüz ve yetersiz hissetmesi sonucu yaratıcı ve kurtarıcı bir güce sığınmayı beraberinde getirmiştir. Yerleşik hayata geçildiğinde ise kurallar gerektiğinde ise din özellikle yönetenler için en önemli düzenleyici bir sosyal olgu olarak gelişmeler kaydetmiştir. İnsanlık tarihi boyunca dini gerek bireyler ve gerekse siyasi gücü elinde tutanlar kullanmışlardır. Ve her zamanda bireyler ilahi bir güce sığınmayı zayıflıklarından dolayı yaşam tarzı olarak hayatlarının odağına yerleştirmişlerdir. Ama zaman zaman hayal kırıklığına uğrayıp farklı tanrılara yada karamsarlığa kapılıp kendi iç dünyalarının girdabında savrulmuşlardır.

İ.Hakkı Cengiz

21.12.2024 - 09:16

Açıklamalarınızdaki görüşlere katılıyor ve aynısını gözlemliyorum. Katkınız için çok teşekkür ederim Güven Bey. Gönülden selâmlar...