Anayasa, görev verdiği halde, sosyal devlet, sosyal adalet konularında etkili adımlar atan bir hükümete hemen hemen hiç rastlamadık. Onun yerine, İktidarların, yandaş ve yakınlarını kalkındırdığına sıkça şahit olduk.
Ama, Allah biliyor ya; 6 sene önce, geniş bir sayı üstünlüğüyle TBMM’ne giren AKP’den, sosyal projeler gerçekleştirebileceği konusunda ümitlenmiştim. Sefaletin, fukaralığın azaltılabileceğine inanmak istemiştim.
Neden?
Çünkü daha önceki partilerden farklı gözüküyorlardı. Daha halka yakın, daha vicdanlı…
Sık sık dinden, imandan bahsedip, dini bütün insanlar olduklarını vurguluyorlardı. Dinimizin gereği olan doğruluk, dürüstlük, adalet, yetime, dula sahip çıkma ilkelerini uygulayacaklarını umdum.
Altı yıldır, hep birlikte yaşayarak gördük. Yukarıda saydığım ilkeler konusunda AKP’nin geçmiş hükümetlerden farklı bir icraat yaptığını söylemek mümkün mü?
Zeytinburnu’ndaki patlamayla bütün gerçekler ortaya serildi. Gördük ki; sefalet, fukaralık konusunda 6 sene öncekinden daha feci bir durumdayız.
Victor Hugo’nun, 200 sene öncesinin Fransa’sını anlatan “Sefiller”ini, biz 2000’li yıllarda Türkiye’de yaşıyoruz. Belki de daha ağır, daha geniş kitlelere yayılmış olarak.
Bu sefalet
nasıl giderilecek?
Kömür ve
yiyecek torbalarıyla mı?
Bu torbalar,
sefaleti daha da katmerli hale getirmiyor mu?
Şimdiye kadar,
AKP, yandaş ve yakınlarını kalkındırmak yerine istihdam ve sosyal güvenlik
projeleri ortaya koymalı değil miydi?
Bakın çark nasıl dönüyor? Usta gazeteci Umur Talu 04 Şubat 2008 tarihli Sabah Gazetesindeki yazısında şöyle diyor:
“Belediyeler işlerini "yandaş"
taşeron şirketlere yaptırıyorlar.
Sözde ihaleyle iş alan yandaşlar birçok işçiyi sigortasız çalıştırıyor;
sigortalı olanlar 11 ay sonra sıfır kıdemle işten çıkartılıp "işi alan
sözde yeni şirket"e yine sıfırdan geçiriliyor.
Emek, hak hırsızlığı tepeden tırnağa. Hangi medya bunu hangi hakla eleştirecek
ki!”
Belediyelerde
böyle de, genel idare ihalelerinde durum farklı mı?
Altı yıllık,
AKP’nin, tek parti yönetiminde geldiğimiz nokta burası.
Sefahat -
Sefalet
İnsanlara lâzım olan konut, yiyecek, giyecek… vb. her türlü kaynak aslında, gereğinden fazla bol. Allah, kullarını bolluk içinde yaratmış.
Fakat, Türkiye’de kırk milyon, dünyada dört milyar insan aç ve sefil vaziyette.
Sadece, sefahat içindeki insanların israf ettiği kaynaklar aktarılabilse, sefalet içindekileri bolluk içinde yaşatmaya yeter.
Şu fakir olduğu iddia edilen Türkiye’de bile, ekmek israfının yıllık maliyeti 1,5 milyar YTL. Diğer israf edilen kaynakları düşünün. Dünyada, silahlanmaya, savaşa, savunmaya ayrılan kaynakları söz konusu bile etmiyorum.
Bana öyle geliyor ki; hayatları sefih ama ruhları sefil azınlık; milyarlarca insanın sefalet içinde yaşamasından sorumludur.
* * *
Bir Öneri
Ara sıra haberlerde, filmlerde “VİP” diye bir kısaltma geçiyor. “Viaypi” diye telaffuz ediyorlar. Benim İngilizcem sular seller gibi olduğundan, bu kısaltmayı anlıyorum. Halkımızın çoğu bunu anlayamıyor. Dolayısıyla, herkes anlasın diye, bu kısaltmayı açıp, Türkçeleştirmek ve Türkçe kısaltma kullanmak gerekiyor.
VİP, “Çok Önemli Personel”, anlamına geliyor. Türkçe baş harfleriyle kısaltarak meselâ, hava alanlarındaki VIP salonuna, Türkçe kısaltmasını yazmalıyız.
Yok, bu kısaltma yanlış anlaşılır derseniz, son kelimeyi, daha Türkçe yapalım. Personel yerine Kişi sözcüğünü kullanıp, öyle kısaltalım. O zaman, “Çok Önemli Kişi” diyeceğiz ve şöyle kısaltacağız: ÇÖK. VIP salonlarına da, bundan böyle “ÇÖK Salonu” yazmayı öneriyorum.
Herkes
anlasın.
* * *
Üstatlardan
Davacı zengin, davalı yoksulsa,
Davacıdan yana işler yasa.
Davalı zengin, davacı yoksulsa,
Davalıda kalır nizalı arsa.
Hem davacı, hem davalı zenginse,
Özür diler, aradan çekilir kadı.
Hem davalı, hem davacı yoksulsa
bak,
İşte o zaman bulur yerini hak.
Can Yücel