Kalem feryâd eder, ağlar
mürekkep,
“Beni cahil eline verme Ya Rab!
Lütfunla âlime çevir yolumu,
Kırma n’olur kanadımı, kolumu.”
Lâedri
Güneşli bir mart sabahı. Odama dolmuş pırıl, pırıl bir aydınlık. Güneş’ Kalk
Pınar uyuma artık’ diyor sanki.
Bu gün cumartesiydi. Biraz tembellik edeyim dedim. Güneşin olduğu yerde yatmam
ne mümkün. Çarşı, pazar dolaşmak geldi içimden. Ani bir kararla alelacele attım
kendimi sokağa. Caddeler kalabalık, güzel havanın etkisi olsa gerek, çoluk
çocuk düşmüşler yollara. Neyse ki ayakta değildim otobüste. İki durak
sonra(Orası hastane durağıdır) yaşlıca bir hanım, kolunda serum bağlı küçük bir
kızı kucağına almış, yanında üç tane de genç kız var yirmili yaşlarda, bir de
bey.
O da yaşlıca. Hep birlikte sevgi çemberi oluşturmuşlar minik kıza.
Çocuk belli ki torunu hanımın, hastaneden çıkmışlar yer vereyim onlara.
Merak ettim nedir diye, dayanamadım sordum, genç kızlardan büyük olanına
bakarak,
— Geçmiş olsun hayırdır neyi var kızınızın?
Kız şaşkın, kız mahcup, gözleri yerde cevapladı beni.
—O benim erkek kardeşimdir. Ağır grip geçirdi yeni çıktık hastaneden.
Aaaa bu sefer şaşırma sırası bende. Hanıma döndüm birden, hanım yaşlı, hanım
çileli, yüz hatlarına yansımış çektikleri. Yanında kocası. Adam kavruk, adam
üstü başı dökük, adam kocamış, adam yılgın.
Bu sefer hanıma sordum.
—Allah bağışlasın, geçmiş olsun. Saçları uzun diye kız sandım yavruyu.
Kadın mahcup bir bakışla cevapladı sorumu.
—Altı bacının üstüne doğdu anam, ondandır üstüne titrediğimiz. Adaklıdır
saçları yedi sene kesilmeyecek.
Vay bacım vay! Ah kadınım ah! Ne hale gelmişsin ERKEK evlat uğruna?
—Çarşıda inecekler. Balıklı’ya kadar durmazzz.
Şoförün sesiyle kendime geldim. Koşarcasına atladım otobüsten.
Ah Kadınım! Ah Çilelim! Dert çekenim!
Ne çarşı kaldı aklımda, ne gezme.
Gökyüzüne baktım birden, Güneş çoktaan bulutların arasına saklanmıştı.
15.3.2008