Bir tarafın gücü ve pervasızlığı, karşı tarafın basiretsizliğindendir. Özgür bir mücadele meydanında bir taraf istediği gibi at oynatabiliyorsa ve karşı tarafı bir hiç gibi görüyorsa; bu, beri tarafın gücünden, akıllılığından değildir ama belki kurnazlığından ve karşı tarafın basiretsizliğindendir. Zira herkesin ortak mücadele verdiği, hedef kitlenin bir yerde ortak olduğu ve şartların genelde herkes için eşit olduğu bir meydanda birileri seni geçiyorsa ve sen onların haksızlık yaptığını söylüyorsan, o zaman sen iyi ve dürüst koşmak zorundasın. Sen gerekeni yapmazsan şikâyetçi olman boştur, faydasızdır. Sen şablonlarla, yanlış edinilmiş alışkanlıklarla meydana inersen ve aynı şeyleri tekrarlayıp durursan elbette milleti bıktırırsın gözüm. Tekrar iyidir ama bir yerde bıktırıcıdır. Evet, her şey bir yerde tekrardır ama o tekrara yeni bir görünüm kazandırmazsan bu yapıcı değil yıkıcı olur. Ayrıca sürekli nutuk atarda, eylemden yana kendinizi ispat etmezseniz yine hedef kitle nazarında çapınız düşer. Bu kendinize özel hedef kitleniz olsa da aynıdır, sizi kenardan takip eden harici bir hedef kitle olsa da aynıdır. Çünkü bir yerde kitleler aynılık özelliği taşırlar ve beklentiler olarak birbirilerine benzerler. Beklentilerine cevap alamayanlar çekerler giderler. Duranlarda gönül rahatlığı içinde durmazlar. Fakat bu ne kadar iyi bir şeydir?
En güzel olanı, beklentilere mümkün mertebe cevap verebilmektir. Böylece dâhili kitleyi gönül rahatlığı ile yerinde tutmak, harici kitleyi de çekebilmek çok harika bir iştir. Ve insanı rahatlatır. Kendini anlatabilmek ve anlattıklarını dinletebilmek büyük beceridir. Zira canlı meydanda ve milyonlarca gözün önünde, hedefe ulaşmak hiçte kolay bir şey değildir. Milyonlarca karakterin ortak noktalarını bulabilmek önemlidir. Ortak değerler üzerinden kitlelere ulaşabilmek icap eder. Zira sanal meydanla doğal meydan çok farklıdır. Canlı âleme giriş yapmak, büyük hazırlıklar yapmayı gerektirir. Her yönden donanımlı olmayı şart koşar. Hazırlıksız, donanımsız atılan çakılır kalır. Lafla peynir gemisi yürümüyor gözüm. Sahici olmakta çok önemlidir. Ve sahiciliği, söz ve eylem bütünlüğü ortaya koyar. Dayandığın ve savunduğun değerleri hayata yansıtmıyorsan, hedeflere ulaşabilmen çok zordur. Çünkü sen bir fert değilsin, sen bütünsün ve temsil yetkisine adaysın. Millet, kaderini, rastgele kişilerin inisiyatifine bırakmaz gözüm. Zira karşındakilerin geneli, konuştuklarını, yaşadığını da görmek ister. Elbet görmek istemeyen de vardır ama onlar zaten meydandan kopuk olanlardır. Ve sen meydandan kopuk olanlarla değil, meydana tutunanlarla var olmak zorundasın. Tabi meydanların adamıysan. Görüntün meydandan olduğunu haykırıyor da, eylemlerin meydanla ilişkin olmadığını söylüyorsa, yürüdüğün yol zahmetten ve enerji kaybından başka şey değildir.
Derdini anlatmayan derman bulamaz gözüm. Derdini anlatabilmen içinde, o derdi çekmen gerekir. Derdi çekmeyen, şifa olacak ilacı ne bilir. Bu yüzden de yanlış noktalarda şifa arar ama şifa diye bulduğu şey zehirden başka şey değildir. Bu yüzden, derdini en iyi anlatabilenler, o derdi çekenlerdir. Dertsiz olanların iniltileri, boşlukta kaybolur gider, çünkü sahtedir ve aldatmacadır o iniltiler. Bu yüzden suya hakkın olması için yanmalısın. Ayrıca doktorunu da bilmelisin. Ama derdini bilmeyen, doktorunu nereden bilecek. Yanlış doktora gidende, ecelini çağırmış demektir. Bizim siyasi hayatımız biraz buna benzer. Çünkü derman arayanlar, genelde dert sahibi olmayanlardır ve yanlış doktora gidenlerdir. Bu yüzden de bir türlü şifa bulamazlar. Ne derdi bilirler ne de gidilecek doktoru ama bağırır durular nafile. Acı çekerek yok olurlar giderler. İşin kötüsü, kendileri ile bütün olanı da yok ederler ya da bataklığa gömerler. Keşke kendileri yok olsalar, batsalar iyi!
Beni belki yalanlayabilirsiniz ama hayatı asla! Zira hayat acımaz, ezer geçer, hayat gözyaşına aldırmaz gözüm. Sen sağ gösterip sol vurursan, karşındakiler bunu anlamayacak kadar alık değildirler herhalde. Sen şöyle konuşur da böyle yaparsan, karşındakiler bunu fark etmeyecek kadar aptal değildirler herhalde. Sen bir fert değilsin, doğal olarak yalnızca kendinden mesul değilsin; sen bütünsün ve geneli temsil ediyorsun gözüm. İstikrarlı olacaksın iki gözüm. Ama hakikat temelinde istikrarlı olacaksın. Yanlış yolda gidipte, istikrardan bahsetmen hamakatlık örneğidir. Yanlış yolda diret ve karşındakilere işte ben buyum, yolumu hiç değiştirmem de, bu ne kadar mantıklıdır Allah aşkına? Bu senin mallığındır gözüm. İstikrarlı olmak, hakikat temelinde olursa anlamlıdır, akıllıcadır. Yoksa hüsrandan başka şey nasip etmez sana.
Bir şeyi sık tekrar etmek can sıkar. Sen o şeyin nasıl ayakta durduğuna ve durabileceğine bakmalısın, odaklanmalısın. Ve o temeli ayakta tutmaya çalışmalısın. Misal; sürekli vatan deyip durmayacaksın. Vatan nasıl ayakta kalır, hangi temeller üzerinde durur ona bakacaksın ve vatanı var kılan temelleri yaşatacaksın. Sürekli vatan de ama vatanı vatan yapan şeyleri dikkate bile alma. Bu ne kadar sahicidir, ne kadar akıllıcadır? Bilakis bu, senin sahtekârlığının alametidir. Aynı şekilde, sürekli din deyip durmak ama dinin ne olduğunu, ne için var olduğunu ve neyi koşul kıldığını anlamamak ne kadar iyi niyet taşır? Sen dini görünür kılacak, dini anlamlı kılacak temelleri yok et, sonra tut din havariliği yap. Bu sahtekârlığın dik alasıdır, kimse bunu yemiyor gözüm.
Son tahlilde; bilmeliyiz ki, milyonlara hitap eden bir durum, yön sahibiysek, eylem ve söz bütünlüğü çok önemlidir. Bu durum fert nazarında belki bu kadar önemli olmayabilir ama milyonların kaderine etkide bulacak bir bütün için sonsuzcasına önemlidir. İnsaniyetin, olmazsa olmaz yönlerini dikkate almak sonsuz önemlidir. Kalıplara takılıp kalmak değil, özlere inmek lazımdır. Laf değil, söz söylemek marifettir. Hiçbir olgunun, ahlaksız ve adaletsiz ayakta durmayacağını bilmek her şeyin başıdır. Hatta hikmetin bile başıdır. Milli varlığın korunması, vatanın payidar olması, devletin yaşaması, dinin hayatlara etkide bulunması; ahlak ve adalet temelleri üzerinde durmaya, yaşamaya bağlıdır. Zira yegâne Önderimiz (sav) derler ki; ‘’yer ve gök, adalet üzerinde durur.’’ Adaletin sarsılması, mevcudatın sarsılmasını intaç eder. Her şey adaletle anlam kazanır. Ama adaletin başı da ahlaktır. Çünkü ahlaksız olan ın adil olması sonsuz zordur. En güzel ahlakta, Allah (cc) ahlakıdır. Bu yüce ahlakı yaşamakta sıkıntı çekin ya da çekmeyin, bu bir şeyi değiştirmez. Hakikat olan söz; en yüce ahlakın, en temiz ahlakın, en güzel ahlakın, varlığı ayakta tutacak ahlakın, kötülükleri kurutacak ahlakın, insanı kokuşmuşluktan ve dünyayı çöküşten kurtaracak ahlakın Allah (cc) Ahlakı olduğudur. Gerisi laf-ı güzaftan öte bir şey değildir. Samimiyet, söz ve eylem bütünlüğünün tatlı meyvesidir.
EKSTRA:
ŞİKE:
Yine menfaat ortaklığının acı bir meyvesidir. Zorbalıktan şikâyet edenlerin zorbalara yol vermesidir. Burada genelin zerre menfaati yoktur. Hep anlattığımız gibi, bunlar kendi çıkarlarında ortaktırlar ama söz konusu bizlerin çıkarı olunca hemen bizleri birbirimize düşürüp ortak çıkarımız için kavga vermemizi engellerler. Bunun içinde her birinin sendikası mevcuttur. Sendikalar ortaklığımızı boğmak adına vardır ama bunu bir türlü idrak edemedik. Oysa adalet mevzu herkes için aynı anlamı taşır. Sana başka adalet, bana başka adalet diye bir şey olmaz. Vatan için, din için, millet için, devlet için hayırlı bir iş yapmakta zorlananlar, bütün hayırsızlıklarda nasıl da birleşiveriyorlar. Şikede, bedellide, maaş sömürüsünde, kıyak emeklilikte vs. bu arada, bu mevzuda ötüp duran bazı temsil yetkisi olanların yaptığı da, şarlatanlıktan öte bir anlam taşımamaktadır. Madem söz söylediğini ve bir şey yaptığını sanıyorsun, buyur maaşları vs. durumları meydanlara götürsene gözüm. Bir olay çıktı, üç kuruş kazandın, sonra bir makam bahşettiler kimbilir nasıl yalvarmalarla, şimdi de konuşup duruyorsun. Ama bu işler laf salatasıyla olmuyor gözüm. Hadi işine, karşın mal yok! Yaptığın zerre bir şey de yok, bunu bilen biliyor.
YARGI:
Acaba bizim yargımız ne zaman bağımsız oldu ki, şimdi birileri kalkıp bir şeylerden bahsediyorlar. Daha dün, ben makamları kendimden olanlara değilde, dinci ve faşist olanlara mı verecektim diyen kimdi sahi? Bunu bilmeden konuşmak nasıl bir şeydir anlamıyorum. Evet, bu toplumun bünyesinde militanlar vardır ama o militanlar kimlerdir, toplum bunu bilmeyecek kadar saf değildir. Bu toplumu zaman içerisinde bu hale getirenler kimlerdir bu da meçhulümüz değildir. Şimdi toplumdan ve o toplumu temsil yetkisine sahip olanlardan şikâyet etmek ne kadar dürüstçedir. Sen toplumu boz, ahlakı ve adaleti sıfırla, bütün yüce değerleri tahrip et, sonra da toplumun tercihlerinden şikâyet et. Madem öyle, ahlakı, adaleti ve değerleri tahrip etmeseydiniz ya.
BATI BORAZANLARI:
Son zamanlarda, Batı âleminde, Osmanlı’yı öven ve Batı’yı güya yeren borazanlar görülmektedir. Bunlara asla inanmamalıyız. Bu durum, netameli bir planın parçasıdır. Taktiksel bir davranıştır. Zerre samimiyet barındırmamaktadır. Biz tarihimizi, tarihe ve insanlığa ihanet eden domuzlardan ve o domuzların yavrularından öğrenecek değiliz. Aynı şekilde ecdadımızı da onların sahtekârlık fışkıran sözleriyle sevecek değiliz. Zaten böyle yapıyorsakta malın önde gideniyizdir. Akıllı olmalıyız. Bu tür şeyler, Ülkemize yapamayacağı ve kaldıramayacağı yükler yükleme tuzaklarıdır. Bizleri çökertme, bizlere ihanet planlarını dayatma ve bizden tavizler koparma planlarının aşamalarıdır. Hem ülke içinde, hem de ülke dışında bizleri tuzağa çekme sanatıdır, psikolojik savaşıdır bunlar. Ki maalesef bazen bu tuzaklara düşmüyor da değiliz. Allah basiret, feraset versin. Âmin.
DOMUZ ETİ:
Mehmetçiklerimize domuz etini bilerek, isteyerek, farkında olarak yediren kim varsa, o kesinlikle domuzlaşmış bir yaratıktır. Bu, kim olursa olsun böyledir. Hatta milletimize yediren de domuzdur. O domuzlarda kesinlikle itlaf edilmelidir. Eğer bu tür domuzlukları tecziye etmiyorsanız, devamının olmasından yanasınızdır ve suçlusunuzdur. Bu millete, bu ihaneti ve köpekliği yapan kimin çocuğudur acaba? Beyler caydırıcı cezalarınız olmazsa, insanı kokutursunuz, milleti çürütürsünüz ve ülkeyi batırırsınız. Bunu bilmiyorsanız, nereye defolup gidecekseniz gitmelisiniz. Herkes haddini ve görevini bilmelidir. Bilmediğin şeyleri git oku sonra gel. Yazıklar olsun, ervahınıza yazıklar olsun. Adamlık bu değildir gözüm. Sonra da kokuşmuşluktan şikâyet ederiz namussuzca. Mumla adam aranacak devrilerde yaşıyoruz adeta! Ne hazin.
TEŞKİLAT:
Aciz bir kadını şiddetli şekilde döven biri ve kameralardan ekranlara yansıyanları yapmış biri asla Teşkilat mensubu olamaz ve Teşkilata layıkta değildir. Ve bu tür zavallı ve sefil kişilikler ancak Teşkilatı tahrip ederler. Teşkilatı çökertirler ve zayıflatırlar. Şaibeli duruma sokarlar. Bu yüzden bu ve benzeri durumlara meydan vermemek icap eder. Onların şiddetinin bin katı şiddet sende olmalıdır, onlara haddini ve hududunu bildirmek için. Evet, şiddet bir yerde şart olabilir, gerekebilir ama bu olayda şiddetin olması için zerre sebep yoktur. Burada mutlak vicdansızlık vardır. Bu yüzden Teşkilatın şerefini korumak adına, Teşkilattan tard edilmeleri yerinde bir karardır.
MÜRAİLİK:
Toplumda melek yüzlü caniler vardır, olabilir. Bu tür tiplere dikkat etmek gerekir. Bunlar sağ gösterirler sol vururlar. Bunlar dindarlık perdesinin ardına gizlenirler. Ortak, kök, kadim ve temel değerleri (vatan, millet, din, devlet, bayrak, ezan vs.) tahrip etmek için çalışırlar. Birine (özellikle Müslüman birine) vururken onun yanlışını ortaya koymak için değil öldürmek için vururlar. Güya İslam'ın iyiliği, zaferi için çalışıyorlarmış imajı doğururlar ama derinlerden İslam düşmanlığı yapmaktan geri kalmazlar. Bunlar İslam'ın özünü atıp kalıbını alanlardır. Bunlar İslam'ı kuru algılayanlardır. İslam'ın, bir milletin canını, ırzını, namusunu, varlığını korumak için var olduğunu algılayamazlar. Vatanı korumanın aynı zamanda İslam’ı da korumak olduğunu idrak edemezler. İslam'ın insana hizmet etmek için var olduğunu, insansız İslam'ın anlamsız olacağını algılayamazlar. Bu yüzden İslam derler ama İslam'ın nasıl yaşanması gerektiğinden, nerede yaşanabilir olacağından ve kimin yaşaması gerektiğinden bihaber zavallılardır. Bu yüzden bu tiplere aldırmayın, selam deyin geçin gidin.
Misal; bir B. COŞKUN un karşı basında dikkate alınması ne kadar anlamlıdır, mantıklıdır? Kardeşim o odur, onu kendi haline bırakacaksın, birde lüzumsuca reklamını yapıp binlerce B. Coşkun var etmeyeceksin. Bırakacaksın kaldığı yerde kalacak, yayılmayacak. Zira kötülüğü yaymak ahmaklıktır. Mikrobu çoğaltmak akıllıca değildir. Çünkü işitmeyen ve odaklanmayan kulaklara, bakmayan ve görmeyen gözlere, hissetmeyen ve kararan kalplere, düşünmeyen ve çölleşmiş beyinlere bir şey anlatmaya çalışmak ahmaklıktır. Bunun gibi sitelerde ki ve formlarda ki bazı tiplere de cevap vermeyeceksiniz. Onlar lüzumsuzca konular açarlar, onlar kafaları karıştırmak için konuşurlar, onlar din perdesi altında din düşmanlığı yaparlar, onlar din perdesi altında vatan, ordu, millet, devlet düşmanlığı yaparlar, onlar geneli kuşatan ve insan için olmazsa olmaz olan büyük değerlere kin kusarlar. Bunları kendi hallerine bırakmak en iyisidir. Bu yüzden her şeye cevap vermek zorunda değiliz diye düşünüyorum. Bu, ‘’söyle söyle sözünü al doku doku bezini al’’ atasözünde olduğu gibi bir şeydir. Yani ne söylersen boştur. Zira algılama ve idrak etme noktaları kilitlenmiştir. Bunlar anlamaya değil anlamsızlaştırmaya çalışırlar daima.
MEMURLAR-MUALLİMLER:
Bu kesimler hiçbir iyileştirme vaadine, nutkuna zerre inanmamalıdırlar. Zira artık nutuklarla karın doymuyor. Memurlar, muallimler, Ocak ayında kendilerine manalı bir iyileştirme olmazsa, daha sonra olacak iyileştirme vaatlerine zerre itibar etmemelidirler. Hele seçimlerden sonraya vaat edilen iyileştirme laflarına zaten itibarı bırakın, bilmem ne yapıp geçmelidirler. Bu kesimler kendi güçlerini fark etmezlerse, kimse kendilerinin farkında olmayacaktır. Bu yüzden, bu kesimler, adalet için birleşmek zorundadırlar. Meydanlara ideolojik safsatalarla inilmemelidir. Bu bir tuzaktır. Çünkü ideoloji ayrıştırıcıdır. Vatan, din, millet, devlet gibi ortak değerler temeli üzerinde adalet için haykırmalıdır herkes. Bu temellerle oynamak isteyen zaten ahmaktır. Sen bu temellere kin kusacağına, adalet için dövüşeceksin gözüm. Bu temeller kadim temellerdir ve çökertmek sonsuz zordur. Çökertmeye çalışmakta ahmaklığın dik alasıdır, birilerince kullanılmaktır. Bizim görevimiz, bu temeller üzerinde adil ve ahlaklı bir yapı tesis etmektir. Ahlak ve adalet, bu temel değerlerin süsüdür.
KADIN:
Kadınların piyasaya sürülmesi tehlikelidir. Oyundur. Kadını bozmak niyeti vardır ardında. İşçi alımında kadına öncelik verilmesi planlıdır. Bizler bunu masum gibi algılayabiliriz ama ardında çok büyük planlar vardır. Ve yıllardır bu ülke de kadınlarımız üzerinde oyunlar oynanmaktadır. Misal; ‘’evlilik programı’’ adı altında yapılan soysuzluklar, kurulan tuzaklar, boğulmak ve çökertilmek istenen aile otağları. Zira bizim medeniyetimizin mihenk taşı kadınlarımızdır. Bir milletin temeli de, tıpkı medeniyetin temelinin olduğu gibi, bir yerde kadınlara bağlıdır. Çünkü kadın, neslin yetiştiği otağdır. Neslin beslendiği berrak bir pınardır. Medeniyette, millete nesille var olur, anlam kazanır. O pınarın kirlenmesi, o otağın sönmesi, bir milletin varlık sahnesinden çekilmesini intaç edecektir. Bunu, dünyanın ve sekülerizmin kölesi olmuş çağdaş beyinler idrak edemezler, çağdaş ruhlar hissedemezler. Bu millet kadınına, aile yapısına yani varlık temeline sahip çıkmak zorundadır. Bu vicdani bir vazifedir.
KELİME:
Kelime, tabir caizse medeniyetin ruhudur. Milletlerin de, kendilerini ortaya koydukları işaretlerdir. Bu yüzden hem medeniyet kurmaktan söz edip, hem milli ve dini varlığının bekası adına iş yaptığını söyleyip hem de kelimesine sahip çıkmamak sahtekarlıktır. En basit misal; sabahları niçin ‘’hayırlı sabahlar’’ demeyiz de ‘’günaydın’’ gibi boğuk, manasız bir kelimeyi söyleriz. Üstelik ‘’gün nasıl?’’ diye sormadığımız halde böyle bir şeyin söylenmesi ne kadar mantıklıdır? Sıcak bir medeniyeti, soğuk kelimelerle inşa edemezsiniz gözüm!