Cemil Meriç
Gözyaşlarından inci yapmak… şairin
kaderi bu. Bu incilerin bir sevgili kakülünde pırıldadığını
görebilmek de en büyük mükafatı. Benim zavallı gözyaşlarım..! Chernier’yi
hatırladım, Saint Lazarre zindanında ölüm saatini bekleyen Chernier’yi. Gençti,
güzeldi, kaleminde kelimeler şelaleleşiyor, hayatı şehvet ve ihtirasla
seviyordu. Chernier’yi hatırladım, Chernier’yi ve onun sevgilisini. O genç kız
ki henüz taptaze bir başaktı. Yeşil bir başak ve yeni açmış bir gelincik. Ve ölmek
istemiyordu. Ölüm! Kovaladıkça kaçan, kaçtıkça kovalayan insafsız ilâhe. Ama
mesuttular, Chenier genç sevgilisinin bakışlarında aşkın yıldız yıldız
pırıldadığını gördü. Ve o devirde giyotin bir nevi lejyon donör nişanıydı.
Ölmek istiyorum, dekorsuz, poz
almadan. Batan bir güneş gibi ihtişamla değil, kaderin
bileklerime taktığı prangalardan kurtulmak için ölmek. Mütevazı bir odadan
süslü bir salona geçer gibi, realiteden tarihe geçmek umurumda değil. Ah
inanabilseydim! Istırap gayyasında aylarca kaldım, orada yalnız sükût vardı. Neredesin, yanan alnımı müşfik avuçlarında
dinlendirecek Meçhul Dost?
Toprak olmak. Bağrında çiçeklerin yükseldiği bir toprak ve çiçeklerde
yaşamak… Artık tabiatı da sevmiyorum. Belki bütün bunlar yalan… her şey gibi.
Sevilen bir sesin, seven bir sesin sıcaklığı bütün bu soğuk düşünceleri
dağıtabilir, nerede o ses?
Biliyorum bedbahtlar zalim olur, ben de zalimim… ama…
* * *
Saatlerin saniyeleştiği haz şehrayinlerinden, saatlerin asırlaştığı menfa
cehennemine yuvarlanan Ovid, şımarık şikâyetlerini mısralaştırırken Roma’da
okunacağına inanıyordu. İnanıyordu ki nağmeleri dudaklarda dolaşacak ve
gözyaşlarıyla ıslattığı o kâğıt parçaları sevgili göğüslerinde menekşeleşecek. Ovid
bahtiyardı.
…
Ey karşısında vecitli saatler
yaşadığım eski dostum kâğıt! Ne zaman dertlerime
kulak verecek, ne zaman kafamdakilere mâkes olacaksın? Fikirler kelebekler
gibi, onları hafızaya iğnelemeye kalkınca bir toz yığını haline geliyorlar…
Yazabilsem benim de hürriyetim olacak. Belki yaşadığımı ve yaşamaya lâyık
olduğumu hissedeceğim. Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile.
Denize atılan bir şişe onlar. Belki
dalgalar asırlarca sonra aşina bir ele tevdi edecek onları…
Bunları senin için yazıyorum, Meçhul Dost. Bu bir davet, sevgi daveti. İsterdim ki kelimeler çiçek çiçek eşiğine
yağsın; isterdim ki kelimeler yıldız yıldız aydınlatsın odanı. Sönen gözlerimin
bütün aydınlığı kıvılcımlaşsın onlarda. Kelimeler buseleşsin ve güvercinler
gibi, kuğular gibi, kırlangıçlar gibi uçsun sana… Güller, menekşeler,
krizantemler bir mevsimlik, kelimeler Paros mermerinden daha ebedî… Ama ben ne
onlarla bir türbe kurmak istiyorum, ne bir heykel yapmak. Şöhretin en
azametlisi bir dakika yaşamaya değer mi diyeceksiniz. Doğru. Yalnız kelimeler o
dakikayı ebedileştirdiği ölçüde mânâlıdırlar.
1955
Arşiv