Bu ülkede bir insanlık devrimi gerekiyor. Zira insanlık bitmiştir. İnsanlığa dair umut tükenmiştir. İnsanlaştırıcı hiçbir ışıkta görünmemektedir ufukta. İnsanı insan yapan yüce ahlak iflas etmiştir. Ahlakın içini dolduran bütün güzellikler, erdemler yozlaşmıştır. Böyle olunca insanlıkta sıfır noktasına gerilemiştir. Geriye vahşi hayvanlar yığını kalmıştır. Yeniden bir yaratım gerekmektedir bu topraklarda. Her şeyin yeni baştan yaratımı. Köke dönüş mecburidir artık. Daha gür, daha mümbit, daha taze bir salınım için. Aslında bütün sorunların, sıkıntıların en gerçek sebebi de budur. Ama kimsenin itirafa yüreği yetmiyor. Çünkü kimse herkes için yaşamıyor. Sadece kendi için yaşıyor. Ben var mıyım, yaşıyor muyum, bir yolunu bulmuş muyum gerisi beni ırgalamaz diyerek yaşayıp gidiyoruz. Tabi bu yaşamaksa.
İslamcımızda, milliyetçimizde, solcumuzda bu düşüncede. Ama sömürdükleri yığınları uyandırmamak adına çok gerçekçi rol yapıyorlar ve bunu da ustalıkla başarıyorlar. Burada kapitalistimizde demiyorum. Zaten kapitalist paradigmaya göre bir hayat kurgulayan varlığın insan olduğuna inanmıyorum. O ancak yırtıcı bir domuz, emici bir vampirdir. Kimse şeylik yapmasın. Herkes böyle. Çok çok küçük bir azınlık hariç. Onlarda zaten dünyalı değillerdir kanımca. Onların zaten dünyaya dair bir hedefleri yoktur. Onların taptığı bellidir. İzinden gittiği bellidir. Ölçüleri bellidir. Kaynakları bellidir. Araçları bellidir. Yol güzergâhları bellidir. Velhasıl onlar her şeyleriyle istikamet sahibi varlıklardır. Dünyalı olanlar, dünyaya alışmış olanlar onları anlayamazlar. Anlamak isteseler de anlamaları zordur. Ama samimi ve içtenlikli olurlarsa ve anlamak adına onurlu bir gayret sarf ederlerse anlayabilirler.
Aslında söylenilen sözlerde beyhude oluyor böyle bir âlemde. Zira her söz hedefini bilmeden sıkılan bir kurşun gibi oluyor. Hedefe varmıyor. Tesiri de olmuyor. Boşa gidiyor yani. İnsan olan böyle bir dünyada boğuluyor. Acılardan acılara sürgün oluyor. Yersiz yurtsuz kalıyor. Zira yürek kaldırmıyor bütün bu olanları. İnsan yüreği. Hayatın kıyısına çekiliyorsunuz, yalnızlığa yoldaş oluyorsunuz. Gerçek dost bulursanız akıyorsunuz. Yoksa kahredici hayat merdiveninin basamaklarında ömür tüketiyorsunuz. Son saatin çalmasını, son basamağa basılmasını bekliyorsunuz sonsuzluk yolculuğuna çıkmak için. Acı bir tebessüm oluşuyor yüzünüzde. Gövdenizde yılların yorgunluğu. Yuh çekiyorsunuz yer üzerinde gezinen ölülere.
Bilmiyorum. Ne söylenirse tesiri olur. Ne yapılırsa her şey düzelir. İçim acıyor. Göğsüm daralıyor. Bu son çok hazin bir son. Ferdi hikâyemizde, kolektif hikâyemizde hazin bir hikâye. Artık ne dinim var, ne ırkım, ne mezhebim, ne ülkem, ne milletim, ne dilim, ne ailem. Dinim insanlık dini. Irkım insanlık ırkı. Mezhebim insanlık mezhebi. Ülkem insanlık ülkesi. Ailem insanlık ailesi. Dilim insanlık dili. Milletim insanlık milleti. Lakin tapmaya çalıştığım belli: Allah. İzinden gitmeye çalıştığım belli: Hz. Muhammed (sav). Yol rehberim belli: Kur’an-ı Kerim. Hedefim belli: sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz, tam bağımsız bir dünya. Ayrımcılığın bir faydasını görmedim. Çünkü her parçanın kahpesini de gördüm, namuslusunu da. İnsanını da gördüm, hayvanını da. İşte bu yüzden insanlık diyorum zaten. Ne olursa olsun, kim olursa olsun insan olsun. Ulvi insanlık değerlerine bağlı olsun. Ayrımcılığı yaratanın görünmeyen iki ayaklı vahşi hayvanların olduğunu ihsas ettim. Her parçanın başına yerli iki ayaklı vahşi bir hayvanı geçirip tüm insanlığı ezdiklerini, sömürdüklerini gördüm bu küresel iki ayaklı vahşi hayvanların. Makro bir oyunun mikro piyonları olduğumuz zaten âlemin malumu. Bilmeyene, bilmeye çalışmayana yazık. O kişi ki dünyanın en aptal kişisidir.
Aslında küresel ya da yerel dünyadaki bütün olup bitenleri bu minvalde değerlendirdiğimiz zaman uyanırız, gerçekleri idrak ederiz, harekete geçeriz ve bir insanlık devrimi yaparız. Yoksa oyalanır dururuz yer üzerinde, yeraltına indirilinceye değin. İnsanlık devrimi derken kastettiğim bellidir. Gerçek özgürlük, tam bağımsızlık, saf adalet, yüce barış, tamlaştırıcı kardeşlik, kuşatıcı sevgi, sınırsız dünya, sınıfsız toplum, sömürüsüz paylaşım devrimi.
Bütün bunları idrak etmek için felsefesi olan bir hayata evet demeliyiz önce. Zira yaşadığımız hayatın felsefesi yok. Kurduğumuz sistemin felsefesi yok. Tarafından idare edildiğimiz kurumların felsefesi yok. Hiçbir kurumumuzun felsefesi yok velhasıl. Bu yüzden sığ, absürt, abes, aptal bir hayatı yaşıyoruz. Boğuluyoruz, yoruluyoruz. Başkaldıramıyoruz. İsyan edemiyoruz. Kuru sabrın, kuru şükrün mahkûmu oluyoruz.
Artık yer üzerinde, yeraltındakileri bile heyecanlandıracak yüce bir isyan başlatmak gerekiyor, büyük insanlık devrimine götürecek.
Bitmeyen umutla…