Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Adli Tıp Kurumu, kendisine gönderilen
“nesne”deki imzanın ıslak olup-olmadığını incelemiş ve ıslak olduğu konusunda
rapor vermiş.
Elbette bu saygın olması gereken, adalete
yardım ve hizmet eden kurumun kararına hiçbir itirazımız olmazdı… Ta ki, her
gün o kurumdan yeni bir skandal haberi gelmeseydi!
Hiçbir itirazımız olmazdı, daha dün,
Hüseyin Üzmez ve Cem Garipoğlu davalarında, yalan yanlış raporlara imza atmamış
olsaydı.
Böyle bir kurumun hayatî bir mevzuda
vereceği karar elbette tartışmalı olacaktır… Verdiği karar tabii ki güvenilmez
olacaktır. Çok yakın tarihte rezaletlere konu olan bir kurumdan çıkan kararlara
güvenmemiz için hiçbir sebep yoktur.
Adli Tıp, söz konusu imzayı “ıslak” mı
diye inceleyeceğine, yaş mı diye inceleseydi daha anlamlı olurdu. Islak değil,
“yaş” derdi. Bizce o daha inandırıcı olurdu. Evet, imza hakkında verilen rapor
olsa olsa yaştır!
*
* *
Farkındasınız, değil mi? Aylardır ekonomi konuşamıyoruz…
Vatandaşın geçim sıkıntısını gündeme taşıyamıyoruz… Ev kadınları tencerelerinde
et mi kaynatıyor, dert mi kaynatıyor soramıyoruz… Vatandaş işsiz mi, aç mı,
susuz mu, ekmeksiz mi kimse ilgilenmiyor…
Tartışılan nesne “belge” olsa ne çıkar,
“kâğıt parçası” olsa ne çıkar?
Bu nesneler aş olup tencereye girer mi?
İş olup vatandaşı istihdam eder mi?
Para olup insanların cebine girer, borçlarını
öder mi?
Halkın geçim sıkıntısına bir nebze çare olur
mu?
Hayır!
Ne işe yarar?
İşte bu soruları unutturmaya yarar.
Halkın bunları düşünmesini, konuşmasını, tartışmasını engellemeye yarar. Halkın
isyan duygularını “nesne”ye yöneltir. Bu sorunların bunaltacağı bir iktidarı
rahatlatır, ona derin bir nefes aldırır.
Hele bu sorunların yanında iktidar bir de
Ermeni ve Kürt açılımı dolayısıyla köşeye sıkışmışsa, halkın öfkesi sokaklara
taşmışsa iktidar için, bu “nesne” kaymaklı kadayıf olur ki hem altı, hem de
üstü kızarmışından!
*
* *
O üst subayın(!) iddiasına göre; “nesne”,
en azından Haziran ayından beri elinde…
Bütün millet, savcılar, hâkimler, medya o
günlerde fellik fellik “belge”nin aslını ararken; üsteğmenlerden sivil memurlara
kadar herkesin adını ortaya atıp, kendi
adını saklayan bu kahraman subay(!)
nerelerdeymiş, acaba? Neden o günlerde “belge”yi vermemiş? “Belge”yi saklamak
suç olmuyor mu? Adaletin gecikmesine sebep olmak suç değil mi?
Bu hadisenin neresinde iyi niyet mevcut?
Bu hadise AKP’ye komplo değil, AKP’yi
kurtarma planıdır.
Bu hadise AKP’yi değil, TSK’ni bitirme
planıdır.
Daha doğrusu, dün de yazdığımız gibi
teslim alma planıdır.
*
* *
BİLİRKİŞİ HİLMİ ÖZKÖK OLMALI
Ortada Genelkurmayda hazırlandığı iddia
edilen ve sonuçlarının gayet vahim olacağı anlaşılan bir metin var.
Medyaya yansıdığı kadarıyla; metnin üslubu, kısaltmaların ekleri,
gizlilik derecesi, hedefin açık olarak belirtilmesi gibi hususlardan dolayı
bu metnin askerî bir metin olmasının imkânsız olduğunu düşünüyorum.
İmzanın taklit edilmesinin de, ıslak hale
getirilmesinin de bugünkü teknolojiyle çocuk oyuncağı olduğunu herkes biliyor.
Üstelik adli tıpa güvenmek de zor.
O vakit, herkesin güveneceği bir hakeme
müracaat etmekten başka çare kalmıyor. Bu işleri eski bir genelkurmay
başkanından daha iyi kim bilebilir? Söz konusu kişi E. Org. Hilmi Özkök’tür. Üstelik
Hilmi Paşa’nın vereceği rapora savcıların da itimat edeceğine eminim.
*
* *
ÜSTATLARDAN
Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanındır!
NEYZEN TEVFİK
Önceki yazılar