Oy gizli, haber kutsal, yorum hürdür.
Bundan 10 sene evvel olsaydı şu
açılımlar, Azerbaycan bayrağını yasaklamalar, domuz gribi aşısının bütün
millete vurdurmak, GDO’lu ürünlerin halka yutturulması ne kadar kolay ve sessiz
olurdu.
Hele, 20 sene evvel olsaydı, tekel olan
devlet televizyonu sayesinde bütün bunların ne muhteşem yararları olduğu
ballandıra ballandıra anlatılır, düğün-bayram havasında de iş bitirilirdi.
Artık öyle olmuyor… Yine düğün-bayram
şeklinde başlıyor, “çok güzel şeyler
olacak” diye halka narkoz veriliyor lâkin vatandaş kısa sürede uyanıyor. Medya yüzde 90’lara varan bir oranda
iktidarın kontrolüne girdiği halde halk uyanıyor.
Bu süratli uyanışta iletişimin büyük payı
olmakla birlikte aslan payının internette olduğunu görüyoruz. Artık internetten
alınan haberlerin diğer vasıtalarla alınan haber sayısını geçtiği anlaşılıyor.
Ve internette sansür yok. İnternetin
sahibi yok… Ki kontrol altına alabilesiniz.
Şunu da söyleyelim; televizyonların
verdiği haberlerin pek çoğu daha önceden internete düşmüş oluyor. Yani son
dakika haberleri hariç TV’ler habercilikte internetin gerisinden geliyor. Son
dakika haberleri bile aynı anda internette yayınlanıyor. Tabii bazı internet haberleri asla ekranlara gelmiyor.
İnternetin oluşturduğu kamuoyu o kadar
güçlü ki; gelen tepkiler üzerine, Cumhurbaşkanına, maçtan 15 gün sonra, “Ermenistan maçına giderken çantamda
Azerbaycan bayrağı vardı” gibi manasız ama halka şirin gözükecek
açıklamalar yaptırabiliyor.
Başbakan’a; Sağlık Bakanıyla ters düşmesi
pahasına “Ben domuz gribi aşısı
olmayacağım” dedirtebiliyor.
Tabii bu arada komik işler de oluyor:
Kuzu kuzu aşılarını vurdurmak için sıraya geçen hacı adayları, Başbakanın
açıklamasını duyunca, aşı vurdurmaktan vazgeçiyorlar.
İnternet haberciliği herkesi hizaya
sokacak gibi gözüküyor.
* * *
LİBOŞ VE DİN TACİRİ HABERCİLİĞİ
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 03 Kasım
Salı günü, Alb. Dursun Çiçek’in ifadeye çağrılmadığını açıkladı.
Bu açıklamayı neden yaptı?
İki haftadır, kendilerini demokrat,
kendileri gibi düşünmeyen herkesi darbeci sayan; yine kendilerini Müslüman,
kendileri gibi düşünmeyenleri de kâfir sayan medyacıların yaptığı yayın ve
yayım üzerine…
Bunlar önce; “Dursun Çiçek’e 30 Ekim Cuma’ya kadar süre verildi, ifadeye gelmezse
zorla getirilecek!” dediler.
30 Ekim geçti…
Bu sefer yine hepsi birden; “Dursun Çiçek’e 6 Kasım Cuma’ya kadar süre
verildi, ifadeye gelmezse zorla getirilecek!” dediler.
Haberin yalan olduğu ortada… Fakat nasıl
oluyor da hepsi birden aynı yalan tarihleri “isabetle” değişik gazete ve televizyonlarda yazıp
söyleyebiliyorlar? Yahu, hiç olmazsa
biriniz de 5 Kasım Perşembe’ye kadar süre verin! Bu yalan haber, bunların
aynı merkezden yönlendirildiklerine dair açık bir kanıt değil mi?
Burada iyi niyet aranabilir mi?
Yine bu haberler yargıyı baskı altına
alma kastı taşımıyor mu?
Ayrıca sosyal bir vahamete de işaret
değil mi?
Israrla yalan haber yapanlarda din, iman,
izan, vicdan aranabilir mi?
Hatta bunlarda bir utanma duygusunun
olduğundan söz edilebilir mi?
* * *
ÜSTATLARDAN
Aslı yok, astarı yok, esteri yok, kervanı var,
Aklı yok, rehberi yok, varlığı yok, şeytanı var.
Neyzen Tevfik
* * *
Not: Dünkü sorumuzun cevabı; “a” şıkkı, yani Aziz Nesin’dir.
Önceki yazılar