“AÇILIM” NEDİR ARKADAŞ?
Bir şehit babası; “Oğlumun elbisesini ve silahını bana versinler, askerliğe ben devam
edeyim, katillere cezasını vereyim” diyor.
Diğer bir şehit babası; “Artık bu iş bitsin, kan akmasın, ‘açılım’
devam etsin” diyor.
Birinci babanın öfke ve acıyla söylenmiş,
gerçekleşmesi mümkün olmayan sözlerinin, çözüme de bir katkı sağlamayacağı
ortada. Elbette bu sözlerin milletteki biriken ıstırap ve kızgınlığın bir
yansımasını göstermesi bakımından büyük önemi var.
İkinci baba, evladını kaybettiği halde
gayet soğukkanlı… Sözleri aklı başında olan herkesin his ve düşüncelerine
tercüman oluyor. Bunu güzel bir gelişme olarak görüyoruz.
*
* *
Çarşamba günü öğle saatlerindeyiz.
Ekranın yarısında cenaze töreni canlı olarak verilirken, diğer yarısında AKP’li
sözcü, muhalefeti, “açılım”ın ne olduğunu bilmeden karşı çıkmakla suçluyor.
Tabii AK Parti sözcüsü bu beyanıyla,
kendilerinin de ne olduğu bilinmeyen bir pakete destek istediklerini itiraf
etmiş oluyor.
Tam
6 aydır ağızlarda sakız olan bir “açılım” kelimesi var.
Nedir bu arkadaş? Belli ki siz de
bilmiyorsunuz!
Bilmiyorsanız, bilmediğinizi açıklayın.
Yok, biliyorsanız ne olduğunu halka açıklayın… Herkes duracağı yeri bilsin.
Bu açılım denilen nesne kanı mı
durduracaktı, huzur mu getirecekti, demokrasiyi mi geliştirecekti, millî birlik
ve bütünlüğü mü sağlayacaktı?
Bunların hiçbiri gerçekleşmediği gibi,
son 6 ayda huzurumuz daha da bozuldu… Birliğimiz sarsıntıya uğradı.
*
* *
“Süreç”in başlarında Cumhurbaşkanı Gül
diyordu ki “Her şey çok güzel olacak”!
Ortada “çok”tan ve “her şey”den geçtim,
bir tane “güzel şey” olduğunu göreniniz, duyanınız var mı?
Hani nerede “Güzel şeyler” Sayın Gül?
*
* *
ASKERİYEDE ADALET
TSK sözcüleri “askere alma işlemleri ve dağıtımlarda bilgisayar kullanıldığını ve tam
bir adalet olduğunu” söylüyorlar.
Çeşitli vesilelerle asker aileleri
gündeme geldiğinde görüyoruz ki, dağda-bayırda askerlik yapanlar hep fukara
çocukları… Demek ki bilgisayar böyle münasip görüyor.
Genelkurmay Başkanlığı bedelli askerliğin
adaletsizlik yaratacağını iddia ediyor. Aklımıza şu soru takılıyor: Bedelli
askerlik yapabilecek güçte olanları bilgisayar nerelere dağıtım ediyor?
Dağda-bayırda askerlik yapanlara
baktığımızda hiçbirinin bedelli yapacak gücü olmadığı gibi; aldığı 120TL’lık er
maaşını ailesine gönderecek kadar fakir oldukları ortada!
Demek ki bedelli askerlik uygulansa bile
dağda-bayırda askerlik yapanları hiç etkilemeyecek, oradakileri eksiltmeyecek
dolayısıyla bir adaletsizliğe de yol açmayacak.
Alişan,
Serdar Ortaç, Tümer gibi şöhretleri
futbol sahalarından, şeref tribünlerinden, TV ekranlarından indirip askere alabilmenin
kimsenin haddi olmadığını biliyoruz. Bari şu hali-vakti biraz yerinde olanlar
nerede askerlik ediyor, onu öğrenebilseydik!
*
* *
LAZ KAPİTAL’DEN
Kambur
hep aynı kambur. Halkın sırtındaki yerinde durayi. Hainlerin isimleri değişeyi,
nema savaşlarında birbirlerine saldırıyorlar ama hepsi sonunda gidip ABD’nin
önünde secdeye varayi…
Laz Marks Emmi, Yılmaz Okumuş, Leman Dergisi, 26 Ağustos 2009
* * * * *
BÜYÜK İSTİHBARAT ZAFİYETİ
Tokat-Reşadiye’deki olay Pazartesi günü
öğle saatlerinde meydana geldi. Ne yazıyorlar diye, Salı gününün gazetelerini
taradık. Bir Allah’ın kulu bile “Nasıl
bu kadar kolay yapabiliyorlar?” diye sormuyor! Ne manşetten soran var, ne
köşelerden!
Biz soruyoruz: Silahlı askerlerle dolu olan bir askerî araca nasıl bu kadar kolay
saldırabiliyorlar?
Sormaya devam ediyoruz: Güpegündüz, memleketin orta yerinde,
jandarma karakoluna 1-
*
* *
Deniliyor ki; çok sis vardı, görüş
mesafesi 2 metreye kadar düşmüştü.
Yine deniliyor ki; uzun menzilli
silahlarla uzaktan tarayarak askerlerimiz öldürüldü.
Peki, görüş mesafesinin 2 metreye kadar
düştüğü bir mevkide, uzaktan nasıl bu kadar isabetle atış yapılabiliyor? Görüş
mesafesi 2 metreye kadar düşse bırakın hedefi vurmayı, o kadar uzaktan aracı
bile görmenize imkân yok.
*
* *
Askerî time pusu kuranlar muhakkak ki
günlerce o bölgede araştırmada bulundular, istihbarat topladılar, gözlem ve hazırlık
yaptılar. Uzun menzilli, belki de ağır silahları bir yerlerden taşıdılar,
gizlediler. O civarda bir yerlerde kaldılar.
Onlar
böyle çalışırken bizim istihbarat birimleri ne yaptı? Askerin kendi istihbaratı, MİT’in bölgedeki
birimleri “farklı hareketliliği”
neden fark edemediler? Jandarma karakolunun
*
* *
Bir
ülkeyi büyük ülke yapan istihbaratının kudretidir.
Konuşmaya geldi mi, bizim istihbaratçılar
mangalda kül bırakmıyorlar.
Fakat işe geldi mi, hadiseleri önleyici
haber alma başarılarını ara ki bulasın... İstanbul’da 2003’teki, 2 ayrı canlı
bomba dehşetini, Ankara Ulus’taki, İstanbul Güngören’deki daha çok yeni olan
patlamaları ve can kayıplarını düşünün. Askerî birlik ve araçlara yapılan
yüzlerce saldırıyı hatırlayın. İstihbaratçıların asıl vazifesi bu vukuatlar
meydana gelmeden önce haber alıp, olayın önlenmesini ve bu işe yeltenenlerin
yakalanmasını sağlamak değil midir?
İstihbarat
teşkilatları için devlet hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor. Araçsa araç, gereçse gereç, personelse personel,
eğitimse eğitim… Hiçbir eksikleri yok.
Bu çok gizli çalışan, gayet zekî
personelden oluşan istihbaratçıların icraatları nerede?
*
* *
Tabi bunları yazarken aklımıza, daha
geçen haftalarda gündemi sarsan, aslında yıllardır tartışılan telefon dinlemeleri
geldi.
Yani, ilgili-ilgisiz herkesin konuşması
dinlemeye takılıyor da, şu teröristlerin konuşmaları neden hiç takılmıyor,
anlayan beri gelsin!
Gördüğümüz kadarıyla; teoride istihbarata
önem veriliyor gibiyse de, uygulamada hiç önem ve değer verilmiyor.
İstihbaratçıların çalışmaları kontrol edilmiyor. Denetlenmiyorlar.
Neticede, hiç hesap da sorulmuyor!
Çünkü hesap sorulsaydı, son olay da dâhil
pek çok hadisenin yaşanmaması, bu kadar vatan evladının da toprağa düşmemesi
lâzımdı!
*
* *
SERAP’I DİRİ DİRİ YAKTILAR
Bir ay önce Küçükçekmece’de, bir belediye
otobüsüne “kolayca” atılan, ucu fitilli benzin şişesiyle hem
otobüsü, hem de 17 yaşındaki bir kızı yaktılar.
Serap’ı yakanlar onunla aynı semtte
oturan, memleketin aynı yöresinden İstanbul’a göçen insanlar…
Otobüse zarar verelim, “demokratik
hakkımızı kullanalım” derken hemşerileri gencecik bir kıza kıydılar.
Bu hadisede de büyük istihbarat zafiyeti
var. Bunu yapanlar organize oluyor-ediliyor, benzinleri, şişeleri, fitilleri
hazırlıyor sonra sokağa dökülüyor. MİT ve polis istihbaratı bunları görmüyor,
duymuyor, bilmiyor.
Ülkeye ve insanına yazık oluyor.
*
* *
ÜSTATLARDAN
Bu vatan için neler yaptık neler…
Kimimiz öldük, kimimiz nutuk çektik!
Orhan
Veli KANIK
VALİ YAZICIOĞLU ÖLDÜRÜLDÜ MÜ?
Bu sorunun cevabı araştırılmalı… İyi,
sıkı ve gerçek milliyetçiler tarafından araştırılmalı.
Bundan 1 sene evvel “Vali” isminde bir film gösterime girdi. Seyretmek dün nasip oldu.
Üzerinde çok konuşulması gereken bir eser… Biz şimdilik sadece Yazıcıoğlu’nun
ölümünü son derece şüpheli bulduğumuzu söyleyip, sözü, Özgür Deniz’e bırakacağız. Çünkü olayı muhteşem bir şekilde
anlatmış. Konuya ilk fırsatta dönmeye çalışacağız.
“VALİ… Şu an sinemalarda gösterime girmiş olan taze bir milli
film. Milli. Çünkü bu milletin
içindeki düşmanları ifşa eden bir film. Bu milletin değerlerine sadakatin nasıl
olması gerektiğini gözlere sokan bir film. Bu millete derin darbe vuran
emperyalizm işbirlikçisi fahişeleri ve pezevenkleri açık eden ve bunların kim
olduğuna zımnen vurgu yapan bir film.
Hassaten,
filmdeki emperyalistlerle teşrik-i mesai yapan ve devlet bilgilerini satan süs
bebeği görünümlü, zevahirde devlet görevlisi olan insan suretli fahişeye
dikkat. Sanki orada bana gerçek hayatta yaşayan birine vurgu yapılmış gibi geldi.
Çok güzel bir film. İzlenmeden değil izlenerek üzerine
konuşulan ve tavsiye edilen bir film. Daha bugün izledim. Ve ağladım. Riya olsun istemem ama ruhum daha fazla dayanamadı ve
ağladım. Bu topraklar için çalışan, üreten, dövüşen vatan çocuklarının sonunun
gerçekte de böyle olduğunu hissettiğim için ağladım. Bu derin sancıya bizatihi
tanık olduğum için ağladım. Yerli, tam yerli bilim adamlarının ve
siyasetçilerin nasılda yerli görünen ama görünmez yüzüyle tam bir aşağılık
domuz olanlarca satılışına ve alçakça katledilmesine aracılık edilişine
ekranlardan bitevi tanıklık yaptığım için ağladım. Derin ruhi sarsıntılar
hissederek izledim. Hem yıkıldım hem
dirildim.
Bütün gençliğe bahusus tavsiye ediyorum. Herkesin de
izlemesi gereken bir film. Bir valinin fotoromanı gibi bir şey. Olması gereken
devlet adamı prototipini ifşa eden ve somut olarak örneklendiren bir film. Ruhları ateşe veren bir film. Sözü eylemselleştiren bir film.
Hareketlenmiş
sözü kurşun gibi alçak düşmanların kara kapkara ordusuna yağdıran bir film. Evet, bu film izlenmeli ve bu milletin, bu devletin, bu toprakların öz kültürünün düşmanı olan
yerli görünümlü yabancı ruhlar iyi tanınmalı. Bu milletin ruhuna sızmış, bu
devletin en gizli hücrelerine yerleşmiş emperyalist işbirlikçileri muhakkak iyi
deşifre edilmeli. Ve sıkı takibata
alınmalı. Gerektiğinde de gereken yapılmalıdır.
(Özgür Deniz, 11 Ocak 2009, yazı linki: http://www.genelhaberler.com/yazi_goster.php?id=840)
* * *
YA CENAZE – YA CENAZE Mİ?
Haritaya bir bakın… Tokat nerede, ilçesi
Reşadiye nerede? Terör haberleri almaya alıştığımız Güneydoğu’ya son derece
uzakta, memleketin ortasında…
Hadisenin meydana geldiği tarihteki
gündeme bakın… Amerika Afganistan’a asker
istiyor…
Olayın saatine bakın… Türkiye Başbakanının esas olarak bu konuyu
konuşacağı ABD Başkanıyla buluşmasından 2–3 saat önce…
Afganistan’a “muhrip” asker göndermedeki
en önemli çekince ne? Oradan şehit
cenazesi gelirse bunun hesabını kimse veremez?
Durum böyleyken, Amerika şunu mu
söylemeye çalışıyor?
Evet,
Afganistan’da şu anda muharip birliğiniz yok ama yine de Mehmetçik şehit
oluyor… Hem de kendi ülkenizde… Hem de ülkenizin göbeğinde… Hem de guruplar
halinde, memleketin dört bir yanına şehit cenazesi gidiyor… Bundan kaçış yok,
gel anlaşalım!
Amerika bunu mu demeye getiriyor?
Türkiye bu ketenpereye gelecek mi?
Türkiye, kendisine biçilen bu kefeni
yırtamayacak kadar zayıf mı?
*
* *
ÜSTATLARDAN
ONLAR
Nerde kaldı o çağlar ki / Analar kurt doğururdu,
Hilkat insan çamurunu / Destanlarla yoğururdu.
Nerde o yiğitler ki gür / Sesleri ülkeyi bürür,
“Yürü” dese
dağlar yürür, / “Dur” dese kalpler dururdu!
Arif
Nihat Asya