‘’KİŞİNİN, BİLMEDİĞİ ŞEYİ BİLDİĞİNİ ZANNETMESİ, ONURSUZ BİR CEHALET DEĞİL MİDİR?’’ SOKRATES.
‘’Sözlerimde, şahsi duygularımdan, çok fazla bir şey, bulmayacaksınız baylar, bayanlar! Şayet, ifadelerim hoşunuza gitmezse, gövdelerinize ağır gelirse, az da olsa acı verirse, şimdiden her birinizden özür diliyorum. Maksadım, asla, hakaret, tahrik, tahkir, tezyif, tezvir, demagoji vs olamaz. Bu, sloganlarla iştigal edenlerin maksadı olabilir ancak ya da papağanların. İyi niyetle söylenen ve söylenmesi zorunlu olan sözlere gücenilmemesi, kırılınmaması, gerektiğine inanıyorum. Düşüncelerimi açıklamam zorunluysa açıklarım ama bunu zorla kabullendirmeye tevessül etmeyecek kadar bilinçliyim ve onurluyum. Teşekkür ederim.’’
Bakınız sevgili dostlarım, burada, yemin ediyorum gizli ya da açık, asla bir parti savunusu yapmıyorum. Sadece, kendimce, gerçekleri ya da doğru bir ifadeyle gördüklerimi ifşa ediyorum. Gerçeğin kime yarayacağı ise umurumda değil. Gerçeğin yanında olanlara yarayacaksa herkes gerçeğin yanında dursun o zaman derim.
Bu ara da HAİT’İ deki depremden dolayı ülkeye, insanlarına ve bütün insanlığa başsağlığı diliyorum. Yüce Allah yardımcıları olsun ve kimseye göstermesin, görenlere de sabır ihsan eylesin.
Bir dakika Türkiye!
Karanlık çatırdadı mı? Evet. Savaşın baronları açık oldu mu? Evet. Her şeye rağmen dirençlerinin kalıntılarıyla hareket halindeler mi? Evet.
Bu ülke, büyük bir devin enkazı üzerine mi müesses? Evet. Peki, o devden kalan ne var? Çoğu gitti azı kaldı. Baharı gitti yazı kaldı. Özü gitti sözü kaldı. Dağı gitti düzü kaldı.
O kalan azları da tüketmeye çalışıyorlar mı? Evet. Ama o azlar yeniden çoğalmaya başladı mı? Evet. Korkuda bundan. Dirençte bundan.
Korkunun derebeyleri, şiirden anlarlar mı? Hayır. Türküden haz alırlar mı? Hayır. Peki, şiir okumayan, türkülere kulakları tıkalı olan, güzelliklere gözleri kör olan azı çoğaltmaya çalışır mı? Tabi ki hayır. Şiir okumayan, türkü dinlemeyen, şarkılara kulak vermeyen tipler, ruhları katı olan, vicdanları kokan, şerefleri çürüyen tiplerdir. Zalimliğe yatkındır bunlar. Barışı sevmezler, özgürlüğe hasret yaşamazlar, sevmeyi beceremezler, düşten nefret ederler, adaletten tiksinirler, köleyle aynı sofrada oturmak rezalettir. Çünkü bu erdemlerle barışık yaşarlarsa çarkları dönmez.
Toprakta yalınayak yürümekten, yağmur altında görkemli mutluluk valsleri yapmaktan, bir çocuğun gözlerinde sevinç pırıltıları görmenin hazzını yaşamaktan, gökyüzüne bakmaktan, her gece yıldızların altında dağlardan kopup gelen tatlı esintiler eşliğinde sevgiliyle sevişmekten çakmaz bu ruhu kokmuşlar, şerefi çürümüşler, sevgileri tükenmişler.
Oyunları, oyun kurucuları çok iyi ihsas etmeliyiz sevgili dostlar. Kişileri çok iyi analiz etmeliyiz. Bize haber getirenleri çok iyi tanımalıyız. Bize karşı konuşanların sözlerini çok dikkatli dinlemeli ve ayrıntısına kadar delik deşik etmeliyiz. Neyi nasıl demek istediğini, ne demek istediğini fark etmeliyiz. Fasıkların, hainlerin getirdiklerine itibar etmemeliyiz. Bu yüce dinin de emri.
Avcı kim? Siyonist. Av kim? Sevgili ülkem, sevgili halkım ve sevgili soydaş ve dindaşlarım ve güzelim maddi-manevi zenginliklerimiz. Hedef ne? Siyonist bir dünya kurmak. Araçlar neler? Siyaset, medya, ideolojiler, TV, kitap vs. avcı av olacak kuşu iyi tanır dostlar ve oyun kar getirmiyorsa oyuncu değiştirilir. Bu Siyonist’in düşüncesinin temelinde vardır.
Şöyle olanlara bir göz atalım bakalım.
Tayip Erdoğan, terbiyesiz ve seviyesiz sefile ‘’one minute’’ dedi ve dünya koptu. Daha önce de değindik. Ne oldu? Birileri gocundu. Yüreği zehirlenmişler tayfası. Görünürde bağımsızlıkçı, gerçekte mandacı olanlar. Halkla asla dostluk kuramayanlar. İnsanların yüreklerine hükmedemeyenler, bedenlerine zorla hükmettiğini sananlar. Peki, kötü bir şey miydi bu? Ne alaka. Bilakis bir olaydı. Büyük bir olay. Dönüşümün kıvılcımı gibi bir şeydi. Siyonist’e ilk başkaldırıydı. İnsanca bir başkaldırı. Onurlu ve cesurca. Heybetli ve asilce. Bunu kim yaparsa yapsın, kim yapmış olursa olsun gerçek buydu. Ama tahammül edemeyenler ya da kendisi yapamadığı için yediremeyenler kıvrım kıvrım kıvrandı. Öldük bittik, Siyonist bizi yok eder mırıltıları terennüm edilmeye başlandı. Tabi ‘’büyük baba’’ya başkaldırmaya kim cesaret edebilirdi!?! Ama zaman tersini gösterdi. Tabi utanmaya yüz gerek. (Yalan mı? Yanlış mı?)
Peki, buna parti gözlüğü ya da ideolojik gözlük ile mi bakılmalıydı yoksa bir ülke siyaseti ekseninde mi? Kuşkusuz ikincisi. Zira, indi değerlendirmeler gerçekleri tersyüz eder. Çıkarcı düşünmek yücelmeyi engeller.
Geçende Kanal D haberlerine bakıyordum. Ekranda Mehmet Ali Birand. Mevzu Davos. Şöyle diyordu. ‘’Tayip Erdoğan yeminine uydu, Davos’a gitmeyecek. Gerçi, gündem de yoğun gidecek vakti de yoktu.’’ Peki, bayım, şayet gideydi ne diyecektin? Namusluca konuş. ‘’Tayip sözüne sadık kalamadı, Davos’un yolunu tuttu.’’ Bak, bir de yemin ediyorum, aynen bunu söyleyecektin. Bu adamın gözlerine çok dikkatli bakınız dostlar. Aynı şekilde Uğur Dündar’ın gözlerine ve Ali Kırca’nın. Gözler kalbin aynasıdır. Siretlerin suretlere aksettiğini gösteren odak noktasıdır. Bu adamın Alman ajanı olduğunu yüzüne şu meşhur haham Tuncay Güney haykırdı dostlar. Bizatihi izledim. Nasıl bir hal aldığını müşahede ettim.
Yine aynı adam, aynı ekran. Bu sefer mevzu, dilendirilen ve dövülen çocuk haberi. Nasıl da iğrenç bir istismar. Neymiş efendim, çocuğun mahallesine gitmişler. Mahalle hepten dileniyormuş. Tabi asıl söylemek istedikleri: güya ülkenin geldiği noktaya dikkat çekmek. Ülkelerini, canlarını feda edecek kadar severler ya! Peki, ülkeyi bu hale kimin getirdiği ima ediliyor zımnen? Tabiî ki Tayip Erdoğan hükümetinin. Ve bu vesileyle halkın hükümete düşman olması sağlanmaya çalışılıyor. Bu işi onurluca, namusluca yapın canımı yiyin ama hayır…
Madem halkınızı bu kadar düşünüyor, ülkenizi bu kadar seviyorsunuz(!), insanların dilenmesini ve açlıktan ölmesini istemiyorsunuz(!), o zaman niye Prof. Dr. Necmeddin Erbakan’ın ‘’Havuz Sistemi’’ ni her türlü alçakça dalaverelerle akim bıraktırdınız. Bıraksaydınız havuz kurumasaydı-kurutulmasaydı da bütün halk hazineden kolektif olarak istifade etseydi olmaz mıydı? İnsanlar dilenmek zorunda kalmasaydı olmaz mıydı? Ama hayır siz paylaşmayı sevmezsiniz. Siz, görünürde karşı çıksanız da, yemin ediyorum, insanların dilenmesini çılgınca arzularsınz. Çünkü bu durumda size muhtaç olacaklardır. Sizin kirli emellerinize uygun hale geleceklerdir. Terörist olmaları daha kolay olacaktır. Hedeflerinize daha kolay kurşun sıktıracaksınızdır. Ama tok olurlarsa, hem kendilerine gelirler, hem oyunu fark ederler hem de sizin kirli oyunlarınızın kurbanı olmazlar. Sizi gidi sahtekârlar sizi. Ve üstelik bu vesilelerle başka hükümetleri yıkmak için sebebiniz hazır olmuş olur değil mi? Zaten şimdi de tam da bunu yapıyorsunuz.
Bir de şu saf hakikat asla göz ardı edilmemelidir bütün insanlar! ‘’insan sadece ekmekle yaşamaz.’’ Hz. İsa (as) Sizi ekmeğe yöneltiyorlar ama bu arada çok yüce değerlerinizi ve o yolda mücadele vermenizi engelliyorlar. Uyanık olun-olalım lütfen.
Tekrar yine aynı adam, yine aynı ekran. Bu sefer mevzu domuz gribi aşısı. Eski Sağlık Bakanı MHP li Sayın Osman Durmuş ve Sağlık Bakanlığı Bürokratlarından Prof. Dr. Levent Akın konuk. İstediği cevapları almaya çalışıyor. Ama nafile. Sayın profesöre soru soruyor ama istediğini alamayınca terbiyesizce Sayın Osman Durmuş’a yöneliyor, tabi Sayın profesör kızgın. Sayın Osman Durmuş’tan da alamıyor ya da çok az alıyor istediğini. Mor oluyor, yüzü kızarıyor. Kıvrım kıvrım kıvranıyor istediğini almak için. İstediği ne hükümetin suçlanması. Yazıklar olsun. Ve biz mutluluklarımıza bile isteye çomak sokan bunlara sevgi besliyoruz ve güveniyoruz. (Yalan mı? Yanlış mı?) Dövüşü erkekçe yapın canım feda olsun.
Ya, sen habercisin, namusluca haberlerini versene. Senin görevin insanları tahrik etmek mi? İnsanları mevcut hükümetlere karşı kışkırtmak mı? Ülkeyi zımnen yönetmeye ortak olmaya çalışmak mı? İnsanları, kurumları birbirine düşürmek mi? Haddini ve hududunu bilsene bayım. İşini insanca yapsan ölür müsün? Tabi aslında bunları öylesine soruyorum. Görevlerinin tam da bu olduğunu adım bildiğim gibi biliyorum. Lenin’in ‘’Ne Yapmalı?’’ isimli eserini okursanız sizde görüsünüz gerçeği. Ve Stalin’in ‘’strateji ve taktik’’ini.
Senin görevin namusluca haber vermek. Olayları yalan yanlış aksettirmemek. Neyse olanı sunmak. Her lidere eşit süre tanımak ekranlarında. Her liderin yaptıkları hizmetleri halka sunmak ve insanların özgür karar vermelerini sağlamak. Her şey güzel olsun istiyorsanız şerefli olmalısınız. Namuslu ve ahlaklı olmalısınız. Siz bunu yapın bırakın kararı halk versin. Zaten demokrasi demiyor musunuz? Eee işte demokrasi. (Tabi bunu söylerken, bendeniz, bu laneti, Allah’ın cezasını kabul ediyor değilim) Siz görevinizi yapın gerisini halka bırakın. Ve herkes (parti-lider) erkekçe meydana çıksın. Hiçbir kuruma kuruluşa vs güvenmeden siyasetini yapsın, hizmetlerini anlatsın oy istesin. Ne güzel olmaz mı?
Yine şu ‘’çingene olayı’’malumunuz. Nasılda tahrik ediliyor ekranlardan. Nasılda fitne peşinde koşuluyor. Nasılda abartılarak sunuluyor her şey. Halk galeyana gelsin, vursun, kırsın, dağıtsın. Sokaklar ayaklansın, kan gövdeyi götürsün. Görev tamamdır değil mi? Yazıklar olsun ervahınıza. Vatanınızı ne de çok seviyorsunuz bayım sonsuz teşekkürler sizlere!!!
Peki, koçum, bazı köle ağalar (halkına efendilik taslayan köle ağalar- siyonistin kölesi olan modern ağalar, kravatlı ağalar) vergilerini tam vereydi, yolsuzluk, usülsüzlük yapmayaydı, ihalelere fesat karıştırmayaydı, bu ülkenin kanını emen PKK olayının üstüne medya gücüyle olabildiğince samimi olarak gideydi, bu ülkeye ihanet edenleri ifşa edeydi, İsrail’in bekası adına çalışacağına yemin edelerle ortaklık kurmayaydı, çalanlara, soyanlara karşı ciddiyetle mücadele edeydi, her türlü baronlarla derin ilişki kuracağına onlarla mücadele edeydi, kriz zamanlarında fırsattan istifade banka soygunlarına çanak tutmayaydı, halkın ortak içeceği havuzu kurutmayaydı bu ülke bu hale gelir miydi? Asla.
Ama halk sömürülmesi, ezilmesi, işsiz kalması nedense hep hükümetlere sorulur. Bizim bazı ahmaklarımızda hemen bunlara inanıverir. Niye? Çünkü olaylara parti gözlüğüyle bakar. Değil miki kendi muhalifine vuruluyor. Niye engel olayım diye düşünür. Oysa olan ülkeye oluyordur. Halka oluyordur. Hatta kendine oluyordur. Ama particilik bizimkinin gözlerini kör, kulaklarını sağır etmiştir. Kalbini katılaştırmış, aklını kilitlemiştir.
Bir zamanların başörtüsü savunucusu meşhur Nuray Mert hanfendi konuşuyor. Ülke de sessizce ‘’sivil darbe’’ oluyormuş. Vay vay vay. Nelerde bilirmiş bizim hanfendi?!? Ne çabukta çark edivermiş. Herhalde eski mücadelesinin kendisini haklı çıkaracağını zannediyor. Nasılsa onurluca savunu yaptım, insanlar bana inanırlar diye düşünüyordur. Biz aptal mıyız be kadın? Sen o zaman böyle bir şey yaptın. Kim bilir ne beklentilerin vardı. Tıpkı AHC gibi (gerçi bu senin ayağının tozu olamaz, çap yok, kalite yok, bilgi yok,) Ama baktın oralı olan yok. Hemen karşı saflarda yerini alıverdin. Yani onuru çiğnedin. Yazık değil mi? Bir aydına küçük hesaplar peşinde koşmak yakışır mı? Sen çıkarın peşinde değil onurun peşinde olmalısın bayan. Gerçi özyapı sağlam olmadıktan sonra her denize yelken açılır. Her havuca koşulur. Peki, ciddi bir emare gösterebiliyor mu hanfendi? Hayır. Güya değerli bir aydınya varsayımlarına halkın inanacağını sanıyor. Bir atasözümüz vardır hani, ortaya söyleyelim gitsin: ‘’gâvurun ekmeğini yiyen kılıcını da kuşanır.’’
Dostlar, servet azalıyor, güç tükeniyor, saltanatlar sallanıyor. Azgınlıklar bu yüzden. Halkın omuzlarına basarak yükselenler, halkın alın terini ortakça paylaşanlar yapılanlardan rahatsızlar. Halkı düşünüyor görünüp halkı galeyana getiriyorlar. Her yönden saldırıyorlar, kitaplarla, basınla, TV ile vs. Ama asla halkı düşünmüyorlar. Kayıplarını düşünüyorlar. Ve nasıl geri alacaklarını. Bütün yollar tıkandı. Şimdi çok tehlikeli oyunların sahaya sürülmesi zamanı. Çok dikkatli olmalıyız. En düşman olduklarını bile seviyor görünüyorlar.
Çok önemli bir örnek: MHP yi geçen seçimlerden önce övüp yücelten Cumhuriyet (cumhuriyete ne kadar sadakatliyse) isimli gazete değil miydi? Evet. Peki, MHP Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli istedikleri gibi çıkmayınca, aynı gazetede Nuri Kurtcebe isimli karikatürist MHP yi köpek olarak çizmedi mi? Maalesef. Bunların hepsi böyledir sevgili dostlar. Çıkarına çomak sokarsan lanetlenirsin. Ya çarkı döndürmeye yardım edeceksin ya da haddini bilip(!) sessiz kalacaksın yoksa belalar akın eder üzerinize. Yani, hülasa, ya bendensin ya da düşmanımsın.
Eczacıların ve doktorların düşmanı değilim. Ama adaletten yanayım. Eşitlikten yanayım. Bu ülkede bu kesimler maalesef derebeylik taslayan kesimlerdir. Lobileri güçlü olan kesimlerdir. Ekonomileri güçlü olan kesimlerdir. Bu yüzden kendilerini biraz daha eşit görürler. Ve öyle de olması için inat ederler. Toplum içinde bunları doğal gözleme tabi tutun isterseniz. Kendilerini bir halt sanırlar. Parayla adam oldukları vehmiyle yaşarlar. Sermayenin kuludurlar. Güç karşısında eğilirler. Para için şereflerinden, yeminlerinden ödün vermekten çekinmezler. Tabi bu hepsi için geçerli değil ama ekseriyeti için geçerlidir. Şimdi hadleri bildiriliyor. Ve ben bunlara hadlerini bildirip, bunları diğer insanlarla eşit kategoriye sokan ve hizaya getiren Sayın Başbakanımız Tayip Erdoğan’a sonsuz hürmetlerimi ve saygılarımı sunuyorum. (Başkası yapsaydı ona da aynı saygıyı sunardım, partici-lider tapıcısı değilim ve söylediklerim yalan mı? Yanlış mı?) Uygulamalardan asla vazgeçilmemelidir. Devletin gerekirse eczane açmasından yanayım hala. Bunu bir şekilde başarmalıdır. Ayrıca, doktorlar, eğer ücreti düşük görüyorlarsa açarlar kendi yazanelerini götürler paraları. Ama bunlar devleti emmeye alışmışlar. Yine bu ülkede ki en etkili fitneci başına da haddi bildirildi. İnşallah bu olanlarda samimidirler yapanlar. Yoksa ihanet olur ve gün gelir saçılır ortaya. Yine ülkemin yollarının durumu da malum. Yemin ediyorum Doğu tarafına ve İstanbul tarafına bir yolculuk yapınız göreceksiniz. Yol medeniyetin mihenk taşıdır sevgili dostlar. Bu ülkeye Tayip’in 10 yılda yaptığını yemin ediyorum 40 yılda yapamayanlar var maalesef. Ve şimdi konuşuyorlar. Hangi yüzle konuşuyorlarsa? Bir de şu alçak örgüt tamamen ve gereğine uygun şekilde itlaf edilirse ve bu konuda Kürt kardeşlerimiz bilinçlendirilirse her şey muhteşem olacak. Ama teröre giden paraları bu sefer başka baronlara yedirmemelisiniz. Tamamen halk hizmetine sarf etmelisiniz. Ayrıca, köklü ve ortak temel değerlere asla dokunmadan yapınız yapacaklarınızı.
Burada şakşakçılık yapmıyorum. Gördüklerimi söylüyorum. Yalansam yüzüme vurursunuz. Yalan dersiniz. Böyle değil dersiniz. Tekrar konuşuruz, tartışırız. Belki bilmediklerim, görmediklerim vardı ki olabilir. İşsizlik deniyor, PKK deniyor. Peki, Allah aşkına işsizlik sadece hükümetle alakalı bir şey mi? Öyleyse niye bu zamana kadar gelenler bitiremedi? PKK yı bu hükümet mi çıkardı, korudu, kolladı, palazlandırdı. Lütfen namuslu olalım. Dürüst konuşalım. Gerçeği örtmeyelim. Gerçek bizi vuracak olsa da. Bu ülkeyi ve halkı düşünelim. Tayip bugün var yarın yok. Ama bu ülke ve halk her zaman var. Bu hükümetin hiç suçu, kusuru, eksiği yok mu? Şüphesiz var. Peki diğerlerinin yok mu? Milyonlarca. Saymakla bitiremezsiniz. Tayip yalancı, kötü, hain. Peki diğerleri? Biraz kıyaslamacı (senkronize) düşünün lütfen dostlar. Bu çok önemli bir yöntemdir gerçeği bulmada. (Galiba, bendenize, Cemil Meriç ya da Ali Şeraiti üstatlardan birinin aziz tavsiyesiydi bu düşünme metodu, mutlaka deneyin derim âcizane.) Peki, Tayip’in yapmamakla suçlandığı şeyleri, suçlayanlar kendileri niye yapamadılar? Yoksa onlar zamanında her şey mükemmel miydi? İşsizlik yoktu, dilencilik yoktu, bazı insanların sokak çatışması yoktu, PKK diye bir alçak örgüt yoktu, her şey güllük gülistanlıktı öyle mi?
ONE MİNUTE TÜRKİYE...1...
Özgür DENİZ - 03.04.2010
Tarih: 03.04.2010
Okunma: 633
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.
SERKAN YAMAN
20.10.2009 - 21:42
EVET HOCAM,NEREDEN NEREYE GELDİK.GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ AMA BEN YİNE DE HAYIRLISI OLSUN İNŞALLAH DİYECEĞİM.
SERKAN YAMAN
20.10.2009 - 21:42
EVET HOCAM,NEREDEN NEREYE GELDİK.GÖRÜNEN KÖY KILAVUZ İSTEMEZ AMA BEN YİNE DE HAYIRLISI OLSUN İNŞALLAH DİYECEĞİM.