İSLAM'I YIKIN, MÜSLÜMANLARI MAHVEDİN...2...

Özgür DENİZ - 03.04.2010

Peki, bizler ne yapıyoruz ey her kategoriden Müslümanlar? Niçin korkuyoruz, tereddüt ediyoruz? Oysa, içimizde var olan, ama, keşfedemediğimiz ya da keşfetmeye yanaşmak istemediğimiz gücümüzle, bütün âleme hâkim olma şansımız vardır. İzzet ve şeref için dinimize sarılmalıyız. Dinin emirlerini idrak etmeliyiz, karşı koymamalıyız. Yapmamak için değil yapmak için direnç göstermeliyiz. Mutlak zafer, Allah’ın vadiyse ve İslam’ınsa dolayısıyla Müslümanların olacaksa, bu gevşeklik niye? Buyurun yüce önderin buyruğunu okuyalım:



‘’Allah’ın dilediği vakte kadar nübüvvet devam eder ve onun takdir ettiği vakitte sona erer. Sonra, peygamberlik metodu üzerine, Hilafeti Raşîde devri başlar ve Allah’ın murat ettiği kadar devam ettikten sonra o da sona erer. Ondan sonra, veraset usulü meliklik devri başlar ve dilenen vakte kadar devam eder. Daha sonra da, diktatörlük devri başlar ve murat edilen zamanda son bulur. Sonunda, bütün yeryüzünü kaplayan peygamberlik metodu üzere dört başı mamur hilafet devri gelir.’’



Bizler burada kesinlikle etkisiz eleman değiliz. Yanlış anlaşılmamalıdır. Her şey bizim gayretimize göredir. Mücadelemizdeki gayretimize, samimiyetimize göre uzamakta ya da yakınlaşmaktadır. Ama, nihayetinde bizim ellerimizle olmaktadır. Gayret bizden, takdir Allah’tandır. İslam’ın yardımcıları olmalıyız, düşmanlarımızın değil. Yardımcı olmalıyız ki, Allah’ın rızasını, halkımızın ve insanlığın rızasını kazanalım. Dostlarımız bize dayanıp güvenecek irade bulsun, insanlarımız ve insanlık etrafımızda içtima etsin. Cihanın görüp görebileceği en güzel, en adil ve en yüce inkılâpla sallayalım arşı alayı. Ve melekler seyretsin, varlık âlemi bize hizmetkâr olsun.



Liderlikte ikbal arayanlar;



Yüce önder, Kureyş’i imana davet ediyordu. İslam’a sahip çıktıkları takdirde, yeryüzüne hâkim olacaklarını, Kureyş’in ileri gelenlerine vaat ediyordu. Onlardan birçoğu çekindi ve iman etmedi. O muannitler, İslam’ın muzaffer kumandanlarının ve aziz erlerinin ayakları altında ezildiler. Tarih, onları, en kötü mevkide ebedileştirdi. İnsanların kıyamete kadar telin edeceği sayfalarda. Onlara vaat edilen cehennem azabı, ne çetindir bilir misiniz?



Bize yeryüzünün hâkimliği vaat edildi ve bu gerçekleşecek. Kâfirler, fasıklar, münafıklar, işbirlikçiler istemese de, sürekli engellemeye çalışsalar da. Tarihe lanetliler sınıfında geçmek ne büyük azaptır, muzafferler sınıfında geçmek bahtiyarlığı elimizde iken. Allah mutlak galiptir ama insanların çoğu cahildir bilmezler bunu.



Hilal ve Haç mücadelesinin gizli ya da açık tarihini inceleyenler kesinlikle görecek ve idrak edeceklerdir ki, Haçlı’nın göğsü cinnet derecesinde kinle doludur Hilal’e karşı. Ruhlarını saran şiddetli korkuda bu kinle kardeştir. Bu kin ve korku, mücerret şahsi duygulardan ibaret değildir dostlar. Garp uygarlığının, iktisadi, siyasi tutumunu mutlak olarak belirleyen en güçlü amillerdir. Tavrımız buna göre olmalıdır. Onların tavırları, asla değişmeyecektir. Kin korkuyu besleyecek, korku kini büyütecektir. İslam’ı yıkmak ve Müslümanları ezmek onların kadim arzularıdır. Ya direkt düşman olarak ya da dost görünümlü düşman olarak yapmaya çalışacaklardır bunu, tabi, İslam’ın, içimize sızmış ve yerli görünen kahpe düşmanlarının zımni müzaheretleriyle.



Asırlar süren kanlı haçlı savaşlarıyla, İslam’ı yok etmeye ve Müslümanları ezmeye çabaladılar ama başarılı olamadılar. Bütün güçleriyle yüklendiler bu emellerini gerçekleştirmek adına. Lakin her seferinde hezimetle karşılaştılar. Hüsrana uğradılar. Bu durum, kinlerini ve korkularını daha da bileyledi. Orduları hüsran oldukça, yeni ordularla çıkıp geldiler. Projeleri iflas ettikçe, yeni projeler hazırladılar. Yegâne gaye; İslam’ı yıkmak Müslüman’ı ezmek, zenginlikleri yağmalamaktı. Haçlı zihniyetiyle yoğrulmuş sefil orduların askerleri, İslam ülkelerini sömürmek, İslam’ı yıkmak ve Müslümanları ezmek gayesiyle, savaş elbiselerini giyiyor, silahını kuşanıyor, harbe çıkıyor ve şöyle höykürüyordu:
 


‘’Anacığım tamamla duanı, asla ağlama. Ümitlen ve gülümse. Ben gidiyorum Trablus’a, sevinç ve sürurla. Dökeceğim kanını, yok etmek için, melun milletin. Harbedeceğim İslam’la, korkusuz. Savaşacağım bütün kuvvet ve kudretimle, mahvetmek için Kur’an-ı.’’




Evet, savaşlarda asla galip olamadılar hiçbir zaman, ama, masada kazandılar hep. Tarihin tanıdığı en alçak kumandanlar aracılığı ile İslam milletine galip geldiler. Zulmettiler Müslümanlara. Yok edinceye, sindirinceye kadar. Kumandanlara baş eğdirdikten sonra askerlere ve halklara baş eğdirmek kolaydı ve önce alçak kumandanları kafeslediler. Müslüman kanı dökmek helal kılındı. Eziyet ve işkence, metot olarak benimsendi. Mescitler yıkıldı. İbadetler yasaklandı. Kütüphaneler yakıldı. Her şey Hıristiyanlaştırılmaya çalışıldı. İlim merkezleri talan edildi. Müslümanlar diri diri yakıldı. Gerçek tarih silindi. En ağır işkence seansları icra edildi. Her ülkede ayrı ayrı metotlar icra edildi, halkların durumlarına göre. Kimisinde hemen uygulamaya konuldu, kimisinde tedricen uygulandı dönüştürme eylemi.



Doktor Zeigrit Hounke diyor ki:



‘’2 Ocak 1942 tarihinde Kardinal Debider, Nasıri ailesinin meliklik kalesine haç dikti. Bu Müslümanların ispanyadaki hâkimiyetinin sona erdiğini gösteriyor ve ilan ediyordu. İslam hâkimiyetinin sona ermesiyle orta çağ boyunca Avrupa üzerinde güneş gibi parlayan o büyük İslam medeniyeti de kayboldu. Hıristiyanlar, kısa zaman içinde, Müslümanlarla yapmış oldukları anlaşmalara riayet ettilerse de, İslam kültür ve medeniyetini imha etmeye başladılar. Kendi dinleri kendilerine yasaklanan Müslümanlar İslam’ı terke zorlandılar. İslami isimler değiştirildi. İslami kıyafetler yasaklandı. Kur’an dili yasaklandı. Yasaklara uymayanlar en ağır işkencelerden geçirildiler.  Sonrada diri diri yakıldılar. Böylece, ispanyadaki milyonlarca Müslüman halkı, azap ve işkence ile katlettiler. İspanya da dinini açığa vuran tek bir Müslüman kalmadı.’’



Asıl azap, Engizisyon Mahkemelerince yapıldı. Hem kendi halkına hem de Müslüman halka karşı.



İşkence gören zavallı bir insanın şu sözleri çok manidardır: ‘’bilmeniz gereken bir şey kaldı ki, o da, işkence gördüğümüz hapishanenin müdürünün Yahudi ve işkence mesul müdürünün ise bir Nazi Almanı olduğudur. O devlet bu zalimleri İslam âlim ve mücahitlerine zulüm, işkence ve acı çektirmek hususunda serbest bırakmış. İstedikleri gibi hareket ediyorlar.’’ Nasıl? Tıpkı günümüz Mısır firavunu gibi değil mi? Mısır’da ki vs. cezaevlerini de araştırsanız, müdürlerin ve cellâtların kimliği kime ait çıkar kim bilir?



Yine, Habeşliler, İngiltere ve Fransa’nın müzahereti ile Müslüman Eritre’yi istila ettiler. Toprakların büyük bir kısmını müsadere ettiler. Arazileri ağalara ve kâhinlere peşkeş çektiler. Bu ağalar ve kâhinler sorgusuz sualsiz ve izinsiz, Müslüman birini katletmekte, serbest idiler. Köylülere işkence ediyorlar, mallarını yağmalıyorlardı. Topluca hapsediliyorlardı bu köylüleri. Elleri ayaklarına bağlı şekilde, yay vaziyetinde zindanlara atılıyorlar yıllarca öylece bekletiliyorlardı. Çıktıklarında ise iyice eğilip yay gibi oldukları için ayakta yaşamaları imkânsızlaşıyordu. Bütün bunlar Haile Selasiye’nin sultayı teslim almasından önce olanlardı. Bu alçağın sultasıyla birlikte imha politikasına geçildi. Amerikan Kongresi önünde yaptığı konuşmada, uyguladığı politikalarından, iftiharla bahsediyordu. Müslümanları tahkir ve tezyif etmek için aldığı kararlardan birisi şöyledir ki: ‘’bir Müslüman’ın bir devlet memuru ile karşılaşması halinde, ona rükû etmesi, önünde eğilmesi, bunu yapmayanların derhal katledilmesidir.’’ Müslüman kanı akıtmanın en basit sebeplerle de olsa, akıtılmasının, mubah olduğu ilan edildi.



Bu zulümlere tahammül edemeyen, ulemadan Şeyh Abdulkadir, hesap sormak için, Müslümanları etrafında toplayarak dağa çıktı. Bunun üzerine hükümet, ailelerini ve çocuklarını meydana toplattı, ottan ve kamıştan kulübelere doldurup, diri diri yaktı. Müslüman medreseleri kapatıldı ve Müslüman çocuklar kiliseye gönderilmeye zorlandı.
Tarih: 03.04.2010 Okunma: 773

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?