‘’Allah’ın peygamberine diğer memleketlerden savaşsız ele geçirmesini sağladığı o gelirler, içinizden sadece ZENGİNLER ARASINDA DÖNÜP DOLAŞAN BİR DEVLETE dönüşmesin diye, Allah’a, peygamberine, muhtaç yakınlarına, öksüzlere, yoksullara ve yolu kesilmişlere aittir. Peygamber size ne emrederse tutun, yasakladığından da sakının. Allah’ın öfkesini çekmekten sakının. Allah’ın tokadı çok çetindir; bundan hiç şüpheniz olmasın.’’ Haşr–7 Şimdi, bu ayet, sosyal adalet konusunda muhteşem bir yol gösteriyor. Ve ayrıca, dünya bazında ve yerel bazda da, bir kirli ve alçak oyunu da açık ediyor. Zira, demokrasi denilen illetin sayesinde, iktidarın belli ellerde dönüp durduğu ve iktidarla birlikte servetinde dönüp durduğu malumdur. Ezeli ve ebedi bilen Allah, bugünlere böyle sesleniyor işte. Yalan mı? İktidarlar, hep, her kesimi memnun etmek ve yekpare bir isyanı önlemek adına herkese belli aralıklarla koklatılmıyor mu? Ve iktidar kimdeyse, kasaya da o hükmetmiyor mu? Ve kasaya hükmeden istediği gibi paylaşım yapmıyor mu? Şimdi, mustazaflar-yoksullar, tek can ve tek fikir olup, yeryüzünün en yüce ve en adil devrimini gerçekleştiren yegâne yüce önderin izini takip edeceklerine ve muazzam bir isyanı alevlendireceklerine, paramparça olup kendilerini sömürenlerin ya da sömürülmelerine aracılık edenlerin peşlerine takılıp avunuyorlar. Sonra da cayırtı koparıyorlar. Birileri, din nedir? Bilmeden, bu minvalde konuşanların peşine takılıyor. Birileri, vatan nedir ve nasıl sevilir? Bilmeden, bu minvalde konuşanların peşine takılıyor. Birileri de özgürlük nedir? Adalet nedir ve bu yüce değerler gerçekte nasıl yaşanılır? Bilmeden bu değerleri sömürenlerin peşlerine takılıyor. Peki, bu durumda kazanan kim oluyor? Tabiî ki yüce değerleri istismar ederek aldatanlar ve sömürenler. Ama ezilenlerinde bunu bilip, öğrenmeye yanaşmaları gerekmez mi? Elbette ki, ama yapmıyorlar sonra da eziliyoruz cayırtıları. Ezileceksin kardeşim sonsuza kadar ezileceksin. Ezilmek istemiyorsan; birleşeceksin yüce önderin izinde. Ahlak-adalet-vatan temelinde bulaşacaksın. Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. Vatan sevgisi imandandır. Yer ve gök adalet üzerinde durur. İşçinin ücretini alnının teri kurumadan veriniz. Yukarıdaki sözlerin hepsi yüce öndere aittir. Bulundukları siyasetin içinde yoksulların yüzde biri kadar bile etkisi olmayan, hatta, belki de dahil olduğu siyasetin içinde konjonktür gereği bulunan ve belki de kim bilir içinde bulunduğu siyasete düşman bile olan zengin bozmaları, burjuva bozuntuları kazanıyorlar her daim siyaset arenasında. Ezilenlerin bahtına ise her daim sefaletin şarkısını terennüm etmek çıkıyor. Eee… Öyleyse! Niye birleşmez bu yoksullar? Çünkü neyin ne olduğunu ve işlerin nasıl yürüdüğünü bilmiyorlar. Güzel duyguları yanlış anlıyorlar ve aldatılıyorlar. Şimdi bu yöndeki sömürü nasıl oluyor: İslamcılar, milliyetçiler, solcular aldanıyorlar. Aldatılıyorlar. Allah servet ve malın zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir güç-devlet olmamasını emrederken maalesef bu oluyor. Kirli bir oyunla. Solcular iktidar oluyor, servet ve mal onların hâkimiyetine geçiyor. İstedikleri gibi tasarrufta bulunuyorlar. İktidarda değilken yoksulluk adına dem vuruyorlar ama iktidarlarında yoksullar zırnık koklayamıyorlar. Güya birde iktidarda en büyük pay yoksullar olduğu halde. Zira zengin bozmalarının sayısı kaç malum. Bu iktidar el değiştirilesiye kadar devam ediyor. Sonra iktidar milliyetçilere devrediliyor. Dolayısıyla servet ve malda onların tasarrufuna devrediliyor. Onlarda aynı şekilde kendi zenginleri arasında pay ediyorlar. Zira iktidara en çok katkısı bulunan yoksullar yine sefaleti görüyor. İslamcı geçinenlerde aynı şekilde. İktidarı devralıyorlar ve birlikte servet ve malıda. İktidara en çok katkısı olan yoksul zümre aynı kaderi yaşıyor ve zenginler malı götürüyor. Bu olmuyor demeyin, yemin ediyorum en kötü küfrü ederim. Biraz insanlık ve şeref sahibi olalım lütfen. Yoksullar hep idealist oldular ve kullanıldılar ama zenginler hep realist oldular ve yediler hayvanca. Oysa yaratan-büyüten-besleyen-acıyan-yöneten yüce Rabb’imiz, mal ve servetin yoksulların olduğunu söylüyor. Ey her hizbin yoksulları birleşin! Gerçek ve yegâne yüce önderin izinde saf tutun ve isyan ahlakını kuşanın. Bundan başkaca çareniz yok yemin ediyorum. İstediğiniz en güzel ahlakta, istediğiniz gerçek özgürlük ve adalette, en saf vatan sevgisi de onun izinde, yolunda yemin ediyorum. Allah’ın gönderdiği ve yeryüzü tarihinin en görkemli devrimini yapmakta zafere erdirdiği, bütün insanlığın yegâne yüce önderi olan o mübarek Elçi’nin izini takipten başka felah şansınız yok. O’nun izinde, bir tarağın dişleri gibi saf tutunuz. Ve haklarınızı gasp eden hainlerden, işbirlikçilerden hesap sorunuz. Güç birliği ediniz. Yumruklarınızı sıklaştırınız. Adımlarınızı pekleştiriniz. Ellerinizi birleştiriniz. Bin türlü argümanlarla sizleri aldatıyorlar. Aldanmayınız. Bu kirli ve karanlık oyunu sonlandırınız. Neyin ne olduğunu gerçek kaynağından öğreniniz. ‘’Fakirin aç kalışı zenginin refahı yüzündendir.’’ Hz. Ali (ranh) Evet, ey yoksullar! Sefaletinizin baş müsebbibi; alın terinizi çalan, lüks içinde yaşayan, israf eden, her durumda iktidarı ve birlikte serveti tekelinde tutan zengin sefillerdir. Ve sizleri de, demokrasi oyunu ile avutuyorlar. Sizi demokrasiye inandırıp, içinizde kor halinde bulunan yüce ve ahlaklı isyanınızı küle döndürmek istiyorlar. Bu oyunlara gelmeyin insanlar! Sevgili kardeşlerim! Servetin belli bir zümrenin elinde toplanmasını sağlayan ve bir kısır döngü gibi sürekli aynı merkezde dönüp duran bu oyunu bitirin. Bu demokratik seçim oyununa son verin. Servet, her insanın bütün meşru ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde toplumun bütün üyelerine dengeli bir şekilde dağıtılmalıdır. Buna karşı çıkmaya çalışan en gerçek, en büyük ve en alçak haindir. Bunda kıvırtmaya giden şerefsizdir. Bu söylediklerimin bir izm’le, bir ideolojiyle alakası yoktur. Bu insan olmakla alakalıdır. Zaten bünyesinde bu yüce değeri taşımayan ne olursa olsun lanetliktir. Savunulmaya ve dahi peşinden gidilmeye layık değildir. Zira bu değişken değerlere yön verici, hedef gösterici, sabit-temel-kök ilkedir. Tekelciliği, zulmü, ribayı-faizi, israfı, emek gaspını, rantı ve ihtikârı önleyici yüce ve devrimci bir ilkedir. Bir devlet yöneticisinin-emirinin en temel ve ilk görevide budur. Çünkü bu ilke adaletin sübabıdır. Adalet ise, insanlık adına var olan her şeyin alt yapısıdır. Yüce önderin yukarıdaki sözünü tekrar okuyun. Adalet yoksa, ne saygılı bir hayat vardır ne de sağlıklı bir beslenme ortamı. Bunlarda yoksa köküne kibrit çal gitsin. Zaten yaşamın da anlamı kalmamıştır. Bu yön tayin edici, insanlara anlamlı bir hayat vaat edici ilkeyi hayatın temeli kılmayı da, ancak ve ancak, zihnini ve kalbini vahyin inşa ettiği, İslam olan- teslim olan- insan olan bir kişilik ve bir toplum, ortak vicdan ekseninde ve isyan ahlakı temelinde görkemli bir insanlık-adalet-hakikat devrimi ile başarabilir. ‘’SİZDEN önce nice hayatlar yaşandı, ne olaylar oldu. Yeryüzünde dolaşın da peygamberlere yalan diyenlerin sonu ne olmuş bir görün.’’ Al-i İmran–137 Evet, yüce Rabbimiz, burada, tarihten ders alınması ve sonunda pişman olunmaması gerektiğini biz kullarına öğütlüyor. Evet, hem toplumsal, hem devletsel hem de bireysel tarihlerimizden ders çıkarmasını bilmeliyiz. Tarihi hafızamızı hep diri tutmalıyız. Ve aynı yanlışlıkları tekrar etmemeliyiz. Zaten bizler, kendi ülkemiz adına söyleyeyim, siyasi tarihimizi hep hafızamızda tutsak, unutmasak hiç bu halde olur muyduk? Bizi aldatanları mütemadiyen başımıza getirir miydik? Her sakala tarak olanlara itibar eder miydik? Bukalemun karakterlilere inanır mıydık? Baskıyı görünce kuş olup uçuvereme haysiyetsizliğine soyunanlara taparcasına bağlanır mıydık? Lütfen akıllı hareket edelim ve hiçbir şeyi unutmayalım. ‘’Senden önce, birtakım beldelere, kendi içlerinden, vahyettiğimiz kimi adamlardan başkasını göndermedik. O beldelerde dolaşarak sonlarının nasıl olduğuna neden bakmıyorlar? Ahiret yurdu ise Allah bilinciyle yaşayanlar için daha hayırlıdır. Bu akıl tutulması neden?’’ Yusuf–109 Evet, yukarıdaki ayetin muhtevasına yakın bir muhtevaya sahip bir ayet. Ama şu söz tamlamalarına dikkatinizi çekerim: ‘’Allah bilinciyle yaşayanlar’’ ve ‘’akıl tutulması’’ bu sözler üzerinde ne kadar derin düşünürsek yeridir dostlar. Evet, maalesef, ‘’Allah bilinciyle’’ yaşamıyoruz ve her türlü belayı üzerimize çekiyoruz sonra da başkalarını suçluyoruz. Ne yazık ki, ‘’parti-lider bilinciyle’’ yaşıyoruz. Her şeyimizi ‘’parti-lider bilinci’’ tayin ediyor. Tam bir ‘’akıl tutulması’’ içindeyiz. Sakın değiliz demeyelim. Zira yaşadığımız bir tarih bir. Şahitlik ettiğimiz dönemler var. Zaten bu yüzden de hiç nesnel olamıyoruz ya. İslam ekseninden, yüce önder ekseninden bakamıyoruz ya olaylara. İlla liderimizin gözüyle bakacağız, illa partimizin ilkeleri bazında değerlendirme yapacağız. Bu insanlığa yakışır mı? Bu haysiyetli bir kula yakışır mı? Ve böyle bir çürük ve rezil zihniyetle erdemli insanlar topluluğu oluşturulabilir mi? Güçlü hedeflere kilitlenilebilir mi? Zor zamanlarda ayakta kalınabilir mi? Ki zaten manzara açık. Hepte bu söylediklerimizin tersi oldu. Ve baskıyı görünce dağılınıldı. Kaçışıldı. Görkemli sofralarda yer kapılmaya gidildi. İçi çürük ama dışı görkemli topluluklar arasında koltuk kapama yarışına gidildi. Hasbilik ve harbilik terk edildi yerini fayda ve kahpelik aldı. Yazık. İman insan içindir ve insan iman içindir sevgili dostlar! İnsanı bir kalıp-beden olarak tasavvur edersek o kalıba-bedene can katan imandır. İmansız beden leş gibidir. Kokar. Ama bizler akıl tutulması içinde olduğumuz için bunu fark ve idrak edemeyiz. Ödevimiz; insanı ve imanı savunmaktır. Bilmeliyiz ki, insanlığın ilk kuralı: insanlığını korumaktır. Dünya insan için, insan da iman içindir. Ve insanlığı koruyan yegâne yapı taşı: imandır. Ve bu istikamette, okumak, düşünmek, bilmek, anlamak en önemli ve öncelikli sorumluluğumuzdur. Sevgili ve basiretli dostlar, şayet: ölüm yoksa, diriliş yoksa, hesap yoksa, ödül ve ceza yoksa insanı ve imanı savunmaktan hemen vazgeçebilirsiniz. İşte o zaman, bu sonsuz(!) olarak tasavvur ettiğiniz dünyada faşist olabilirsiniz. Komünist olabilirsiniz. Demokrasi meftunu olabilirsiniz. Liberalist olabilirsiniz. Kapitalist olabilirsiniz ki en akıllıcası da budur. Ve en karlısı. Zaten bu durumda İslam-insan olmanız akılsızlık ve ahmaklıktır. Zira sonsuz addedilen-seküler bir anlayışa göre bu din bir şey kazandırmaz, bilakis kaybettirir. Çünkü ahlakı ve adaleti öğütler. Sizde ahlaklı ve adaletli olduğunuz müddetçe seküler zihniyete göre kurgulanmış bir dünya âleminde asla kazananlardan olamazsınız. Fakat dediklerimiz (ölüm-diriliş-hesap-ödül ve ceza) varsa ki, kesinlikle var, ve inkârı, varlığının ispatı ne kadar kolaysa o kadar zordur. Öyleyse, haddimizi ve sınırlarımız bilmeliyiz. Ne sapmalıyız ne de saptırmalıyız. İnsan-İslam olmalıyız. İnsanca-İslamca yaşamalıyız. O kadar. Anlaşılmıştır. Geçelim. | ||
|
KARAR-SEÇİM-KADER...6...
Özgür DENİZ - 03.04.2010
Tarih: 03.04.2010
Okunma: 693
YORUMLAR
Yorumunuzu ekleyin.