KARMAKARIŞIK...4...

Özgür DENİZ - 14.04.2010

FELSEFE:

Felsefesiz bir toplumda yaşamak kadar acı veren bir şey yok ruhuma. Gerçekten bu böyle. Boğuluyorum böyle toplumda. Zira, yaşamın bütün yönlerinde; sığlık, basitlik, yozluk, saçmalık ve ahmaklık hâkim oluyor. Anlam ve derinlik hak getire.  İnsan, felsefi bakışa sahip olabilse özgürlük yolunda çok önemli bir merhale kat etmiş olacaktır. Adalete bakışı değişecek, mutlak mülkiyeti lanetleyecek ve sömürü çarkının nasıl döndüğünü ve nasıl dönülmez hale getirilebileceğini idrak edecektir. Üzerine oynanan oyunları sezmede fevkalade merhale kat edecektir. İdeal düzeni bulmada ciddi mesafe alacaktır. Hatta, çoğu zaruret gibi görünen yapıları bile reddedebilecektir ideal bazda. Devrimsel dönüşümün olmazsa olmazlığını kabullenecektir. Benim ideolojim böyle sapıklıklara(!) müsaade etmez gibi safsataları terk edecektir ve hayatın değişimi için devrimin kesinlikle ve kesinlikle şart olduğunu sezecektir. Vuku bulan olayları bile iki dakikada şıppadak çözecektir. Misal: yaşanmakta olan olayları.

 

 

 

ASLAN-OYUN:

Türkiye’ye derin oyun oynanıyor gibi. Ki uzun zamandır dillendiriyoruz bunu. Taraf bilinçli büyütülüyor. Tüsiad ve malum medya işin içinde. İslamcılar ve milliyetçiler saf dışı edilecek dikkatli olunuz. Bu oyunun içinde hiç ummadığımız yerler var gibi. Hem de hiç umulmadık ve biliniz ki; ummadık taş baş yarar derler atalar. Emniyete dikkat edin diyoruz ama olmuyor. Beyler teşkilatta sanki köstebek var gibi. Teşkilata sürekli kan kaybettiriliyor. Birileri illa yanlış yapmasını arzular gibi. Bazı odaklar, teşkilata derin kin duyuyorlar, çarklarına çomak sokacağını bildikleri ve bu yüzden kurmak istedikleri tuzakları kuramadıkları için.

 

 

Aslanın avından asıl olarak çakallar yararlanır.  Yaralı aslan ve kirli çakallar: Türkiye ve Batı dünyası. Ülkenin geleceğine sol kumpaslar kuruluyor. Halka şirin gözükülerek, orduya salvolara destek sağlanıyor. Dine saygı seremonisiyle dine olan gerçek muhalefet gizleniyor. Dünyanın İslam’a koşacağı bir zamanda ve ülkemin dünya da yükseldiği bir zamanda oluyor bunlar. Manidar!

 

 

Ulan, sanki, şu Vadi’deki Feller denilen tip hortlamış ve senaryo üstüne senaryo yazıyor. Ki filmdeki uygulanan yöntemin gerçek hayatta yansıması varsa ve izleme yöntemi şayet gerçekse ve ülkemde böyle bir şey varsa bu çok utanç verici bir durumdur. Bunu yapanlar tespit edilip infaz edilmelidir. Ben izlerken bile utanıyorum yemin ediyorum. Sanki varmış gibi acı çekiyorum. Kurulmasını önerdiğimiz tim bu tiplerle mücadele etmelidir. Ve, ülkemdeki, CIA ve MOSSAD ajanları derhal bu topraklardan kovulmalıdır. Uyarı verilmelidir 24 saatliğine. Gitmeyenler infaz edilmelidir. Kim bilir, belki bu infazlar ve infazlar üzerine vuku bulacak infialler, bu toplumda birlik sağlayabilecek ve bağımsızlığa doğru ilk adım atılacaktır. Hani, halka çevrilen oklar, halkın ittifakını zorunlu kılarda. Bu kutsal bir görevdir. Kendinizden kendinizedir. Tanrı ve Halk böyle istiyor zira. Ülkem, kendini kirleten pisliklerden arındırılmalıdır. Hem pisliklerden hem de o pisliği üreten bataklıktan. Yetmedi mi artık?

 

 

Her şey çok derinden ve ağır ağır işleniyor. Vatan yurda dönüşmemelidir. Yurt vatana dönüştürülmelidir mümkünse. Vatan, vatan gibi olmalıdır. Kendini korumalıdır. Orduyu, emniyeti, istihbaratı, hukuku, eğitimi kendine layık hale getirmelidir. Ve bu yolda din ile ittifak etmelidir. Zira vatan ile din kardeştir. Tabi kendiside vatan gibi olmalıdır. Temiz ve güzel, adil ve cesur, ahlaklı ve kararlı. İşler göründüğü gibi değil. Derinler kaynıyor. Hesaplaşma günü beklentisi içinde olanlar var. Türk Milleti ve devleti üzerinde kahpece planlar yapılıyor. Kardeşler –Türk,Kürt- sürekli kinle dolduruluyor. Bunun için görevlendirilmiş borazanlar en ufak kıvılcımda öttürülüyor.

 

 

Bir şeyi yok etmek için, o şeyi zararlı hale getirin ya da zararlıymış gibi gösterin, öyle algılanmasını sağlayın. Yok edemezseniz bile tehlikeli damgası vurursunuz. İşte vatana ve dine oynanan oyun budur. Vatan ve din bu tuzağa düşmüşlerdir. Ya da düşürülmüşlerdir. Ama din kurtulmuş vatan kurtulamamıştır. Kurtulmalıdır.

 

 

BÜTÜN-PARÇA:

Bakınız beyler! Nasıl PKK yüzünden bütün Kürt kardeşlerimizi itham etmek şerefsizlik ve itlikse, münferit olaylarda ya da Türk Milleti ile bağı olmayan bir iki çakalın yönlendirmesiyle vuku bulan olaylarda da bütün bir milleti, itham etmek o kadar şerefsizlik, kansızlık ve itliktir. Türk Milleti malum ithamı bugüne kadar kesinlikle yapmamıştır ama Kürt kardeşlerimizin içinden çıkan –kardeşlerimizle bağı olduğu konusunda şüpheliyim bu haysiyet yoksunu tiplerin- bazı hainler bu ithamı sürekli yapıyorlar. Aynı şekilde aydın(!) geçinen bazı şerefsizlerde yapıyorlar bunu. Oysa, her provakatif olayda -son olayda olduğu gibi- bu milletin tümü olanları telin etmektedir. Peki, bütün milletin telin ettiği bir olaydan nasıl bütün millet sorumlu tutulabilir ve suçlanabilir? Allah ve halk aşkına vicdanınızda cevap arayın buna. Ve bulduğunuz cevabı namusluca haykırın. Ve, bendenizde, şiddetle kınıyorum son olayı buradan.

 

Ayrıca ve ayrıca, malum son olayda DTP lilerin de parmağı olduğu kanaatindeyim. Zira, benzeri olaylarda, ani tepkiler gösterilmiş ve saldırgana karşı hedefin çevresi atak tavırlarla dikkat çekmiştir hep ve engellemiştir de saldırıyı. En basit misal; yakın zamandaki papa olayı. Ama bu olayda pasif kalınmıştır ve sanki bilerek göz yumulmuştur. Olay anını çok dikkatli izlemenizi öneririm. Ahmet Türk çevresini iyi tanımalıdır kanaatimce. Aynı şekilde yine bir borazanın ortamı gerginleştirecek ötüşü de dikkat çekicidir. Her olayda olduğu gibi. Sanki birileri o geri zekalıyı-Kürt kardeşlerimizi de töhmet altında bırakmaya yeltenen saf haini- öttürmek için provokasyon yaptırıyor. Verilen rolüde iyi oynuyor kuşkusuz. Kürt kardeşlerimiz bu borazanlara kulak vermemelidir. Kendinden görüp aldanmamalıdır, ki kesinlikle kendinden değildir.

 

 

 

VATAN-KADIN:

Vatan mı? Kadın mı? Diye sorulsa, tereddütsüz vatan derim. Zira, kadınsız, vatanda yaşanır ama vatan yoksa kadın anlamsızdır. Binaenaleyh, özgür ve bağımsız bir vatanda kadınsız yaşamayı, esir bir vatanda kadınla yaşamaya tercih ederim. Bu, aynı şekilde, zevk içinde, bir makam içinde geçerli bir kıstastır. Hülasa; özgür vatanda yoksul yaşamak, esir vatanda kral yaşamaktan muteberdir.

 

 

 

DİN-İDEOLOJİ:

İdeolojiler, ihtirasları kamçılar ama din, dizginler. İdeolojiler, sürekli dünya hâkimiyeti için savaşı esas aldıklarından insanları savaşa çağırırlar. Ama, dinde, ille de dünya hâkimiyeti gibi bir hedef yoktur. Dinde sefer vardır ama erkekçe bir sefer. Din, ıslah için çalışır. Gerçek gaye; ikinci dünyada ki mutluluktur. Ama, bu dünyada da adaletin gerçekleşmesini emreder. Hak olanın yerini bulmasını emreder. Her şeyde. Dinde-mülkte-iktidarda. Bu üç ana yapıda, Allah’ın hâkimiyetini esas alır ve gerçekleşmesi için mücadele verir. En yüce fark budur işte. Eğitim farklılığı da buradadır. İdeolojiler, sürekli nefret ve düşmanlık öğretirken, din dostluk, paylaşım, barış ve sevgi öğretir. İdeolojiler nefisleri azdırır, din ise terbiye eder. Bu yüzden, insanların, dinin gösterdiği yoldan gitmesinden başkaca kurtuluşu yoktur. Ne burada ne orada.

 

 

 

STİL:

Her terzinin stili farklıdır. Her ideolojinin farklı yöntemi olduğu gibi. Her terzi elinde ki kumaşı işler. Her ideolojinin hükmettiği halkı işlediği gibi. Bir sürü farklı tarz da ve çeşitte ürün yaratır. Tıpkı ideolojilerin farklı farklı tipler meydana getirdiği gibi. Her terzinin ürünü kullanılır. Her ideolojinin ürettiği toplum bir şekilde var olur. Ama kimisi uzun süreli, kimisi kısa süreli olabilir. Tıpkı toplumlarında kimisinin uzun ömürlü kimisinin kısa ömürlü olduğu gibi. Bunda kumaşın kalitesinin etkisi olduğu gibi, kumaşın nasıl işlendiğinin etkisi de vardır. Toplumların yapısının kalitesi gibi işlenme kıvamı da mühimdir. Ama kaliteli ürün kaliteli kumaşın sonucudur. Kaliteli düzenin kaliteli-bilinçli halkın ürünü olduğu gibi. Toplum kaliteli ise, kaliteli olanı-dini- seçer ve kaliteli bir düzen ihdas eder yaşamın tadını almak için. Toplum kalitesiz ise kalitesiz bir ideoloji seçer. Yaşamı ıskalamak için. Ki biz yaşamı ıskalayan bir toplumuz uzun süredir.

 

 

 

SADAKAT:

Bir ajan, öldürülen arkadaşı için, diğer arkadaşına, katile yönelik: ‘’o hergeleyi bulun, ortağımın boş yere ölmüş olmasına izin vermeyin’’ der. İşte, inanılmış davanın gizi burada gizlidir. Sadakatle mücadele etmek ve ölüme sadakatli kalarak intikamı unutmamak. Yaşarken de, öldükten sonrada, dava arkadaşına sadakat esas olursa ve bu davranışlarda somutlaşırsa, o dava muhakkak zafere müyesser olur. Ve herkes, büyük bir iştiyakla görevini yerine getirir. Acı duysa da. Zorluklarla karşılaşsa da. Bu davalar asla ölmez. Ama bu bir tekrarı gerektirir. Ve, her eleman, süreç içerisinde, bu asil duruşa tanıklık etmelidir. Ki gülerek ölebilsin.

 

 

 

İKİ YÜZ:

İnsan kendi olma yolunda savaşır. Ama çıkarları insanı kendine yabancılaştırır. Sürekli bir savaşıma iter. Ve bir türlü kendi olmasına izin vermez. Zira gerçek yüzle çıkar elde edilmez. Ama, insan, bıkmadan, yorulmadan bu yoldaki engellerle mücadele eder ve etmelidir. Kendi olması ve kendi kalması için. Maymun soylular istisna. Misal; insan bir şeyler elde etmek ister ama bunu kendisi olarak gerçekleştiremeyeceğini bildiği anda ikinci yüzünü gösterir. Kendisi olmayan yapay-sahte-maskeli yüzünü. Hemen olmadığı gibi görünür. Bu aslında bir toplum dayatmasıdır da. Çünkü toplum, gerçek yüzüyle davranana itibar etmez, onu basit görür. Yani, toplum, çıkar toplumu olmuşsa insana başka seçenek kalmamaktadır zevahirde ama insan yine de direnmelidir şerefi için ve şerefli bir toplum oluşması için.

 

 

 

İKİ SEÇENEK:

İnsanın iki seçenekten başka şansı yoktur. Ya Hakkın-Hakikatin askeri olacaktır. Ya da şeytanın askeri. Hakkın askeri ise, tek bir şey için savaşacaktır. Adalet. Gerekirse bu uğurda şehit olacaktır ve cenneti alacaktır. Şeytanın askeri ise, çok şey için savaşacaktır. Geberecektir. Ateşi tadacaktır. İnsan seçimini çok iyi yapmalıdır. Çok derin düşünmelidir. İlahını, önderini, pusulasını, istikametini çok iyi tespit etmelidir. Hayatın dayattığı en zor seçimdir bu. Mutlak kurtuluşu ya da mutlak kaybedişi tescilleyecektir. Her seçimin bedeli vardır ve mutlaka bir gün ödenecektir. Seçimi yaparken bedelini düşünerek yapmalısınız.

 

 

 

MÜSLÜMANLAR-AYDINLIK:

Müslümanlar vurgun yemiş insanlardır. İhanetlerin kıskacında büyüdüler ama ihanete yeltendiler kendi kendilerine. Her şeyi çabuk unuttular ve çabuk adapte oldular kof yeniye. İhanetin zincirini kırmaları gerekirdi oysa. Yokluklarında ortalığı kaplayan karanlığın perdesini aralayıp dünyayı aydınlatmaları gerekirdi. Zira, İslam, toplum dışına itilip, Müslümanlarda zımnen metazori olarak etkisiz hale getirilince ortamı bilgisizliğin karanlığı kaplamıştı.

 

Yemin ediyorum, bu dünyanın ve insanlığın varlığını koruması için, Müslüman’a ihtiyacı var. Dünyayı çeteler sarmış. Çok kirli ve bir o kadar tehlikeli dolaplar dönüyor. Ürpertici tuzaklar kuruluyor. İhtirasların cehenneme çevirmekte kademe kaydettiğine tanıklık ediyoruz sürekli. Son tahlilde; Müslüman vicdana ihtiyacı var, zerreden zerrata bütün varlık âleminin. Gerçek sıcaklığı ve saf aydınlığı hissetmesi ve varlığını idame ettirmesi için.

 

 

YAPMAMIZ GEREKEN:

İslam’ı beynimizden kalbimize indirmemizdir. Zira, beynimiz İslam bilgisiyle doludur ama kalbimiz İslam bilinç, duygu ve sevgisinden mahrumdur. Ali Şeriati’nin muazzam bir yorumu vardır; ‘’beyni kâfir ama gönlü mümin olanlar, gönlü kâfir ama beyni mümin olanlardan daha insaflıdırlar, insanlık davasına daha çok alaka duyarlar’’ diyor ve burada Sartre’yi örnek veriyor ki haklıdır. Çünkü bunu bizzat yaşamaktayız. Kafası İslam bilgisiyle dolu olup ta gönlü İslam’ın değerlerinden yana boş olanların acımazsıca tavırlarına, ahlaksızca hareketlerine tanıklık ediyoruz.

 

İman akılda değil kalpte gerçekleşir. Akıl düşüncenin, kalp duygunun merkezidir. Akıl düşünür, kalp karar verir. İmana salt akılla gitmek mümkün değildir. Duygudan nasip varsa gidilir. Bu yüzden inandıklarımız akıldan kalbe inmelidir. Yoksa kalıcı tesiri olmaz. Değişme gücü olmaz. İşte bu yüzden dini beynimizden kalbimize indirmeliyiz.

 

 

 

HÜKÜM-MÜLK-DİN:

Şu üç yüce söz sizi tam kalbinizin ortasından vurmuyorsa ve sarsıp kendinize getirmiyorsa istediğiniz gibi eğlenip oynayıp oyalanın.

 

Hüküm Allah’ındır.

Mülk Allah’ındır.

Din Allah’ındır. Ali Şeriati

 

Burada dolaylı olarak insana şu ikaz yapılmaktadır. Hüküm de, mülk te, din de sahiplik iddiasında bulunanlar a boyun eğme. Bunların sahibi bellidir. Şayet boyun eğersen zillet zincirini boynuna geçirmiş olursun kendi ellerinle. Boyun eğmezsen de özgür bir kuş gibi olursun. Yaşamın tadına varırsın. İnsan gibi yaşarsın.

 

Velhasıl-ı kelam sevgili dostlarım; iktidar Allah’ındır demedikçe ezileceksiniz. Mülk Allah’ındır demedikçe sömürüleceksiniz. Din Allah’ındır demedikçe aldatılacaksınız. Ve bu kabuller istikametinde amel etmedikçe asla felaha eremeyeceksiniz.

 

 

 

DİYALOG:

Gözleri olup gören, kulakları olup duyan, kalbi olup hisseden ve beyni olup düşünen muhataplarla olur. Yoksa gözleri olup görmeyen, kulakları olup duymayan, kalbi olup hissetmeyen ve beyni olup düşünmeyen tiplerle olmaz tamam mı diyalog sapıkları.

 

 

 

HOŞGÖRÜ:

Benim, halkımın, ülkemin, bile isteye varlığını tehdit eden, beni ben yapan değerlere karşı düşmanla işbirliği içinde olan, istikbalime, huzuruma, hürriyetime suikast tertip eden, gençliğimi sonu belirsiz yollara sürükleyen soysuzlara karşı değildir asla tamam mı hoşgörü manyakları. Benden olan ama hataya düşen kardeşlerime karşı olur.

 

Yapacağınız şeyi adam gibi yapın. Rezilleşerek değil. Haysiyetsizleşerek yapılandan hayır murad etmeyin emi. İşte, şehit üstat Ali Şeriati’nin tarif ettiği tipler bu tiplerdir: beyni mümin ama gönlü kâfir. Histen, sezgiden,erdemden mahrum asalaklar.

Tarih: 14.04.2010 Okunma: 659

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?