Oy gizli, haber
kutsal, yorum hürdür.
Devlet görevlileri ne içindir?
Her ne kadar bizdeki yaygın anlayış saltanat sürmek içinse de, devlet görevlileri halka hizmet içindir.
Eğer bu görev Dışişlerindeyse, öncelikle dışarıda ülkenin, milletin menfaatlerini korumak ve eğer ülkene, milletine, değerlerine, menfaatlerine saldırı varsa, ona karşı koymaktır.
Sınırdaki askerin görevi nedir? Sınırlardan içeriye silahlı bir tecavüz olursa, millet adına, millet için o saldırıya karşı silahını kullanmak, ülkeye taarruzu her hal ve şartta püskürtmektir.
Saldıran düşmana karşı askerin, “Arkadaş benim ülkeme karşı kullandığın silahın menzili pek kısa, al ben sana daha uzun menzilli silah vereyim de daha içerideki hedefleri de vur!” diye cevap vermesini aklınız alır mı?
Almaz, değil mi?
Asker böyle bir şey yaparsa, yaptığı eylemin adı ne olur?
Tek kelimeyle ihanet… İki kelimeyle vatana ihanet olur, öyle değil mi?
Ama verdiğimiz örnekten bin beterini bir Dışişleri Bakanı yaparsa hiçbir şey olmaz. Çünkü öylelerinin doğuştan getirdiklerini zannettiğimiz zırhları, dokunulmazlıkları vardır. Onlara kimse dokunamaz.
Bu dokunulmazlara ancak kalemimizle dokunabiliyoruz. Ve diyoruz ki; Avrupalıların “Türkiye’deki azınlığın dinî özgürlükleri yetersizdir” sözüne karşılık, Babacan’ın “Türkiye’de sadece azınlıkların değil, yüzde 99’u Müslüman olan halkın da dinî özgürlüğü kısıtlıdır.” cevabı, ihanet tanımının içine girmiyorsa Müslüman(!) diliyle Müslüman’a eziyettir.
Neden eziyettir?
Kendisine de “dindar” sıfatını yakıştıran Babacan, 6 yıldır bu ülkede bakandır. Çarşamba’dan Çankaya’ya, Edirne’den Şemdinli’ye kadar ne kadar yetkili ve etkili kadro varsa “dindar(!)larla” doldurulmuştur.
İşte bu şartlar altında ülkemin dışişleri bakanının Avrupa’nın kısa menzilli silahına karşı, düşmanın elline uzun menzilli bir silah vermesi, Müslünman(!)!ın Müslüman’a zulmü değil de nedir?
Öyle
bir ortamda Türkiye Cumhuriyeti’nin dışişleri bakanından beklenen, düşmanın
ekmeğine yağ sürmek değil; Türkiye’deki
azınlığın tam bir serbestlikle inanç ve ibadetlerini yaşadıklarını
anlattıktan sonra, meselâ, AB üyesi Yunanistan’daki
Müslümanların dinî haklarından söz etmek olmalıydı. Oradaki Müslümanlara yapılan zulümleri dile getirmek olmalıydı.
Batı Trakya’daki Müslümanların yıllardır müftülerini seçemediklerini, herhangi
bir Türkçe dersi ve dinî eğitim alamadıklarını, yıkılan evlerinden geçtim, yıkılan camilerini bile tamir ettiremediklerini
dile getirmek olmalıydı.
Fakat bunları dile getirebilmek için millî ve dinî şuura sahip olmak gerek, değil mi?
ODTÜ’den 4 ortalamayla mezun olmak, iktidar
partisinin prensi olmak, yıllardır bakan, hatta dışişleri bakanı olmak şuurlu
olmaya, millî ve dinî şuur ve tarih bilinci kazanmaya yetmiyor, demek ki!
Sayın Babacan, sizden her iki cihanda şikâyetçiyim.
* * *
Dadaşlar
Diyarından
Dünya Ters
mi Dönüyor?
Cadde, sokak sağlı sollu gâvurcayla
dolmuşlar,
Şimdilerde koyunalar mı kovalıyor koçları?
Cenazeler, alkışlarla uğurlanır olmuşlar,
Papazları aratmıyor Müslüman’ın haçları.
Bilinmeyen gizli bir güç, ters mi çevirmiş çarkı?
Sanki her yan mezbahane, olmuş gösteri parkı,
Eşitlik bu mu acep, kalmamış cinsiyet farkı,
Kadınları çoktan geçmiş erkeklerin saçları.
Ters dönüşü anlamadık, Allah’ım bu ne işti?
Biz mi göç eyledik, yoksa gezegen mi değişti?
Kıyamet mi koptu birden, hangi afet erişti?
Sihirli bir el mi bilmem, karıştırmış burçları.
Alaturka elbiseye tutmaz Avrupa yama,
Çağdaşlığa uyamadım diye beni kınama,
Birbiriyle karşılaşan iki takım var ama,
Yine de bak, ponpon kızlar kazanıyor
maçları.
8 Şubat 2007 Seyfeddin Karahocagil
Önceki yazıları görmek için aşağıdaki
kutuya tıklayın