KARMAKARIŞIK...7...

Özgür DENİZ - 23.04.2010

Önemli bir not başlamadan:

 

Şimdi, Masonizmin, yürekleri kin ve kan dolu, kalemlerinden nefret fışkıran, Türklüğün ve İslamlığın amansız düşmanı, Türk diyenleri Faşist – İslam diyenleri mürteci olarak yaftalamaya yeltenen müptezel uşaklarının pis suratlarına tükürme zamanı değil mi sizce sevgili dostlar? Evet, seveniniz vardır, nefret edeniniz vardır ama gerçekler lal bırakır bazen ve işte o an bu an. Nasılda damgalarken damgalandılar. Asırlık faş olma olayı bence. Bütün kirli tuzakları da açık eden bir durum. Bir Türk kurumunun maharetiyle deşifre oldu ve gerçek katiller, hainler malum oldu. Hem de yekpare şekilde-tümden ifşa oldular. O günkü manşetler nasıldı? O manşetlerin ardından verilen demeçler nasıldı? Şimdi, maskeleri indirdi bir bilgi ve belge. Anlaşılmıştır umarım.

 

Masonizmin beslemelerinin beslemesi olan arsız, hayâsız, soysuz, şerefsiz esfel-i safilin tayfasının yaptıklarını da görüyorsunuz değil mi sevgili insan kardeşlerim Siirt’te? Bu pe…..kleri ne yapmalı sizce?

 

 

MASONİZM:

Ayaktakımı ve beyzadeler diye ikiye ayırır toplumu. Ayaktakımı; savaşır, çalışır, üretir, itaat eder. Beyzadeler; sevişir, yaşar, tüketir ve emreder. Bu, masonizmin yegâne kuralıdır. Ve bu yolla, bütün yüreksizleri, sömürücü pislikleri, müptezelleri, sefil beyinlileri, din ve milliyet düşmanlarını –dini ya da milli görünerek dine ve milliyete ihanet eden kahpeleride- saflarına çeker. Buraya girmenin tek yolu; ihanettir. Köküne ihanet. Varoluş sebeplerine ihanet. Zira bedelini misliyle alacaksındır ihanetin. Fani zevkin yüklü olduğu bir hayat. Şuh kadınlar. Münhal makamlar. Kirli servetler. Sevgili ülkemizi gözünüzün önüne getirin ve sözlerimi tetkik-tahlil edin, şayet yalansam ve yanıltıyorsam şerefsizim. Hani üstat Cemil Meriç diyor ya: okuduklarınızı gerçek hayatla yüzleştirerek okuyun daha kalıcı-öğretici olur diye. İşte böyle yaparak tahlil edin.

 

Son zamanlarda çıkan bir kitap var: ‘’Popüler Masonlar’’ diye. Süleyman Yeşilyurt üstada ait. Allah aşkına, vatanınızı-milletinizi-dininizi-devletinizi seviyorsanız, vatan-ahlak-adalet aşkıyla-özlemiyle yaşıyorsanız bu kitabı mutlaka okuyunuz. Okuyunuz da görünüz kim kimmiş ve bizler nasılda aldatılmışız.

 

Bu toprağın çocukları, artık ayaktakımı olmaktan ve bekçilik yapmaktan vazgeçmeliler. Kendi vatanlarının efendisi olmalılar. Masonizmin baronlarının ve yerli hizmetkârlarının, sosyete bozmalarının ucuz zevklerinin, sefil beyinli kodamanların müptezel veletlerinin kirli ve kof zevklerinin bekçiliğini yapmaktan vazgeçmeliler artık.

 

Bana kızmayın lütfen. Bu toprağın çocuklarının yaptıkları şey bekçilikten başka nedir ki Allah ve insanlık aşkına? Savaşan, çalışan, üreten ve itaat edenler bu vatanın gerçek sahibi olanlar ama sevişen, yaşayan, tüketen ve emreden sonradan türediler, şerefsiz ve soysuz hainler. Bu derin tenakuza son verin Allah, insanlık ve vatan aşkına. Her şeyi yapan bu toprağın çocukları ama her şeye sahip olanlar bu toprağın düşmanları, üstelik bu topraklar üzerinde. Ne büyük bir fecaat ve ne derin bir sızı. Yüreğim kan ağlıyor yemin ediyorum.

 

Söyleyin bana! Sosyete denilen ne idiğü belirsiz ayaktakımının –gerçekte böyle- bu ülkeye gram faydası var mıdır? O bankadaki baba parasının faiziyle asalakça yaşam süren, üretmeden tüketen kodaman züppelerinin bu ülkeye kaç gram hayrı vardır? Ve benzerlerini düşünün. Bu ülkeye gram faydaları olmadığı ve üstelik tonlarca zararları olduğu apaçık ortadayken güzel ve sevgili ülkemi çiftlikleri gibi kullanıyorlar. Fakat bu ülke için canlarını verenler, gece gündüz demeden, uyku nedir bilmeden, yorulmayı aklına getirmeden çalışanlar bir gram fayda görmeden bekçilik yaparlar. Ne acı. Yürek yakan bir durum. Kan ağlatan bir sızı. Uyutmayan bir yara.

 

Yalan mı ulan yalan mı kansızlar, sahtekârlar, ciddiyetsizler, samimiyetsizler? Yalan diyenin o pis suratına tüküreyim emi. Yazıklar olsun! Kimse bana bu ülkede millilikten ve ahlakilikten bahsetmesin. Bu talih tersine dönmeden de benim karşıma çıkmayın, benden oy falan istemeyin. Eğer bu kem talihin terine dönmesi için ciddi-samimi-şerefli mücadele içinde de değilseniz zehir zıkkım olsun her şey size. Bu vatanda yaşamak haram size Allah şahidim olsun ki!

 

Zaman, bu ülkenin sahibi olduğunu hatırlaman ve harekete geçmen zamanıdır ey memleket evladı!

 

Unutma! Sahibi olduğunu bilirsen sahipsin

Bilakis, sahip olduğun yerde bir hiçsin.

           

            ‘’Kör İtaat’’ yazısıyla bağlantı kurunuz lütfen.

 

            Konuyla ilgili bir ayrıntı: bir ara kof-sığ-alelade-gerçek ayaktakımından biri çıkıp attığı şeyin bir çobanın attığıyla bir tutulmasını aklınca tenkit ediyordu. Oysa bir çobanın tırnağı olacak seviyesi yoktu. Çoban et üretir ve bunu toplum damağına sunardı. Yani, besleyip-büyüttüğü etleri bütün bir toplum-onurlu insanlar yerdi. Peki, kör-kof-sıradan ve faydasız cahillerin büyüttüğü etleri kim yiyor? Bir çobanın bütün bir memlekete hayrı var. Peki, bu etten ibaret mahlûkların kime ne faydası var? Ya da memlekete bir gramlık faydası nedir? Vicdanımızla cevap verelim lütfen. Ve bunun keskin bir delilini geçenlerde ‘’Beyaz Şov’’ da bizatihi müşahede etti Türkiye’m. Ve Beyaz Efendi bam telinden yakaladı ve bendenize göre bilinçli bir de soru sordu: ‘’atıyor musun?’’ diye. Ve çoban: ‘’evet atıyorum’’ dedi. Ardından güzel bir hareket: ‘’o temiz ve onurlu alından öpüş’’

 

            Şimdi Masonizmin, yürekleri kin ve kan dolu, kalemlerinden nefret fışkıran, Türklüğün ve İslamlığın amansız düşmanı uşaklarının pis suratlarına tükürme zamanı değil mi sizce sevgili dostlar?

 

 

PEYGAMBER-MÜLK:

Peygamberimiz, önderimiz, niye dünyayı terk etti –tabi bu mücadele olarak değil, meta sahipliği olarak- biliyor musunuz ey ehl-i İslam? Dünyaya meyledeydi, toplumsal önderliğinin ve davasının anlamı kalmazdı. Zira önderler dünyaya meylederse toplumlarda ederler ve uyuşmazlık baş gösterir. Ancak, önderleri ilkelerle yaşayan toplumlar, önderlerinin izini takip ederler. Gerçek önder, ahlak davacısıdır, adalet davacısıdır, hürriyet davacısıdır. Ve davsında kesinlikle tavizsizdir. Bizim önderimizde ahlak-adalet-hürriyet davcısıydı ve güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildiğini buyuruyordu. Ve hiçbir teklife evet demedi davsından vazgeçme önerilerine mukabil. Peki, düşmanlarının dünyaya tapması neyi doğurdu? Hakikati reddetmelerini. Çünkü mülkiyetle hakikat daima çatışma halindedirler. İnsan kazandıkça hırslanır ve daha çok kazanmak ister bunu yaptıkça da kendini kaybeder. Mülke yaklaşan daima hakikatten uzaklaşır. Fark edilmeyecek mesafelerle başlar bu uzaklaşma. Yani uyuşturarak alıştırır ve esir alır dünya malı-mülkü insanı. Mülkle yatmaya başlayan ise saf hakikate amansız düşman olmuştur artık. Hz. Ömer halifemizin bir sözüne mukabil önderimiz: ‘’ya Ömer! Bırak bu dünya onların olsun, ahiret bizim olsun istemez misin?’’ şeklinde buyurması da bunu göstermiyor mu?  

 

PARA-ADALET, BANKA-SAVAŞ:

Dünya mütemadiyen silahlanmaktadır. Kullanmadığı ve muhtemelen kullandığından da fazla silahla donanmaktadır. Paralar küresel tüccarların kasalarına akmaktadır. Silah satışında ki amaç kar elde etmek değildir. Kontrol meselesidir. Zira silahı satan aynı zamanda kontrol mekanizmasına da sahiptir. Çünkü bütün bilgilere sahip olmaktadır. Alıcıya, alıcının hedefine, silahın kullanımına, hedefe vs. üstelik elde ettiği muazzam sermayenin gücünün doğurduğu etki gücüde cabası. Bankaların amacı da; savaşların ürettiği borçları kontrol etmektir. Zira savaş demek silah demektir. Silah demek devasa borç demektir. Ki paralar büyük bankalardan çekilmektedir. Yani hem silah baronları hem de dev bankalar aynı anda kazanmaktadır. Çünkü savaş demek borç demektir. Savaşların gerçek getirisi asıl olan yarattığı borçlanmalardır. Borçları kontrol eden her şeyi kontrol eder. Bankacılığın özü budur işte. Gerek birey olarak gerekse ulus olarak hepimizi borçlandırıp köleler yapmaktır. Gerçekte ise devletleri borçlandırmaktadır. Zaten devletin borçlanması bir yerde bireylerin borçlanması demektir ki devletleri besleyen bireylerin üretimleridir. Ve üretimlerin geri dönüşümünü sağlayan devlettir. Borçlu olan devletin ise geri dönüşümü nasıl olur ona siz karar verin.

 

HAYAT-REALİZM-İDEALİZM:

Hayatın her hücresinde muazzam bir karmaşa-keşmekeş var. Her renk birbirine girmiş durumda. Hakikatin sesi gürültüde kayboluyor. İnsanlar yaşamın ritmine kaptırmışlar gidiyorlar nereye gittiklerinden bihaber. Böyle bir yaşam içinde radikal yönelimler yer bulamıyorlar ve itiliyorlar. İdealizm, realizmin hoyratça saldırısına direnmekte zorlanıyor. Böylece istismara kapı aralanıyor. Realizmin, idealizm maskesi takmış efendileri, idealizmin masum evlatlarının karşılarına çıkarak onları kurban seçiyorlar. Böyle olunca acımasız bir çatışma başlıyor. İdealizm maskesi takarak rant elde etmeye çalışan realist şerefsizler bütün araçlarıyla istismar kapılarının kapanmamsı için realizme tepki modunda yaşamsal gerekliliklere direniyor. İdealizmin masum evlatlarını da bu kirli yolda kullanıyorlar. Bunu kahpece yaptıkları içinde yaşamın tadını kaçırıyorlar. Oysa idealistler realizmi ıskalamamalıdırlar. Böylece kumpasa da gelmezler. Zira güzel bir hayat bu ikisinin –idealizm, realizm- ortalamasından doğacaktır. Mesela, bu derin paradoks, bizde, her yapıda var olmakla birlikte komünist ve cemaat (tabi tüm cemaatler için değil bu sözüm ama ekseriyeti için geçerlidir) yapılanmalarında bariz şekilde görülür. Bu yapıların en üst çatısındaki insanlar idealizm maskesini takarak, gövdesinde idealist duyguları barındıran kitleleri feci şekilde aldatırlar. Oysa kedileri realizmin çatısında yaşarlar. Yani kendileri hayatı olabildiğince yaşarken müntesiplerini idealizm uğruna hayatı yaşamaktan yoksun bırakırlar. Bu meseleyle ilgili olarakta bir önerim var dostlarım; yine ‘’Popüler Masonlar’’ kitabını okumanızı öneriyorum. Orada bu meseleyle ilgili derin ayrıntılar bulacaksınız. Özellikle ‘’Doğan Hızlan’’ bahsinde.

 

‘’Kör İtaat’’ yazısıyla burada da bağlantı kurunuz lütfen.

 

 

DERİN YANILGI:

İdeoloji bütünleştirir yaşam ayrıştırır. Misal; bir tarafa göre, bir taraf,  ideolojik olarak tümden olumsuzdur yok edilmelidir, ama yaşama dalınca, ideolojiye göre olumsuz olan ideolojik tarafın cüzlerinin olumlu olabildikleri görülür. Yani, diyelim ki milliyetçilere yahut İslamcılara göre komünizm ideolojik olarak bir fecaattir, sapmadır, komünistlere göre de milliyetçilik ya da İslamcılık öyledir ve bu yüzden birbirlerini toplu düşman görürler. Ama hayatın içine dalıpta her iki tarafta düşman bellediği taraftan birileriyle karşılaşınca yanıldıklarını anlarlar. Çünkü bir çemberin içindekilerin hepsinin kötü olması imkânsızıdır ve bu ideolojilerin doğurduğu feci bir yanılgıdır. Aynı zamanda yaşamsal zevki mahveden bir yanılgıdır da. Hakeza barışın da düşmanıdır. Aynı hedefe yürüyebilecek insanları da kaybetmektir bu. Düşünmek değil hissetmek çözümü kolay kılar ve zaferi de. Düşünmek, çözüm önerileri sunmaktır ve aklın işidir ama hissetmek, onaylamak-harekete geçmektir ve kalbin işidir.

 

 

SÖZCÜKLER:

Sözcükler! Saf sözcükler! Korkunçtur sözcükler. Berraktır, zalimdir. Kimse kaçamaz onlardan. Onlardan daha gerçek ne var? Ezer. Yönetir. Hüzünlendirir. Neşelendir. Savaşı başlatır. Barışı getirir. Kelle alır kelle kurtarır. Benim aslında tek kavgamda sözcüklerledir filhakika. Çünkü, hayata yön veren, insanların zihinlerini yöneten sözcüklerdir. Sevgiyi doğuranda, nefret ateşi yakanda sözcüklerdir. Sözcüklerin ıslahı, insanın ve hayatın ıslahıdır aslında. Düzenler sözcüklerin çocuğudur. Varlığın itici gücü yine sözcüklerdir. ‘’Önce söz vardı’’ diye boşuna dememişlerdir herhalde. Çünkü her şeyi başlatanda bitirende sözcüklerdir. Sözcüklerin kudretiyle kafa bulmaya yeltenmeyin. Sözcüklere ihanet etmeyin. Sadece anlayın. Son tahlilde: sözcükler tutsak edilemezler ama tutsak ederler.

 

‘’Ağzındaki sözün hâkimi, ağzından çıkan sözün esirisin’’ Hz. Ali (rh)

 

 

 

MHP:

En büyük kuvvet ve cesaret, haklılıktadır. MHP, bugüne kadar gerçekten saf şekilde-su katılmamış şekilde, milli-ahlaki bir politika güdeydi –nasıl İslami tayfaya saf-gerçek İslam’ı yaşayalardı deme hakkımız varsa milliyetçi tayfaya da bunu söyleme hakkımız vardır ve hep olacaktır- ya iki kesimde İslam-Vatan eksenli siyaseti bırakacaklardır ya da tenkitlere tahammül edeceklerdir. Zira, iki yüce değerde, iki tayfanın hegomanyası altında değildir ve iki kesim yüzünden bu iki yüce değerin aşınmasına bütün dünya göz yumsa ben son nefesime kadar Allah şahidim olsun behamahal yummayacağım. Zira bunlar olmazsa ben olmam. Var olmam için bunu yine yapacağım. Şayet, bu yüzden beni, ağır olmaya ve haddimi bilmeye çağırmaya yeltenecek biri olursa, önce bu benim hakkımdır ve ben o şahsı buna davet ediyorum.

 

Eğer, MHP, gençliği şiddetten uzak tutaydı, bünyesindeki çürükleri ataydı, gençliği muazzam şekilde örgütleyeydi ve istikametten sapanı-kirli işlere bulaşanı en şiddetli şekilde tecziye edeydi, gençliği kör kuvvete esir edeceğine ilmin ve irfanın kölesi kılaydı, kurumların hatalarını örtmeyip düzeltilmesi adına çalışaydı ve hatayı yapanın tasfiye edilmesi yönünde hareket edeydi, yolsuzluk yapanı lanetleyip şiddetle tecziye edeydi, vatan-millet-devlet adına yapılan yanlışları lanetleyeydi,  milliliğe ruhuna uygun sahip çıkaydı ve yaşataydı, ülkenin temel dinamiği sayılan kurumların üzerinde titizlikle durup bu toprağın öz evlatlarını üvey evlat yerine koymalarına dimdik direneydi bu ülke vallahi de, billahi de, tallahi de bu hale gelmezdi, getirilemezdi.

 

Bu hale gelmesi için, bu tarafın gençliğinin yozlaştırılması ve gayesinden saptırılması gerekiyordu, bu hareketin şiddetle özdeşleştirilmesi gerekiyordu, mafyavari kof kabadayılıklar yapan yapılarla anılır kılınması gerekiyordu ve bu içerdeki hainlerle dışarıdaki hainlerin el ele vermesiyle başarıldı ne yazık ki. Kahrolası Alçaklar. MHP artık silkinip kendine dönmelidir. Gerçeği görmelidir. Vakit geç olmadan. Ülke elden gitmeden. Millet esir olmadan. Daha güller solmadan. Toprak şehitle dolmadan. Dinini ve töresini terk edenin asaleti, heybeti, cesareti gider. Yapay, soğuk, ruhsuz, donuk, rezil bir çehre kalır geriye. Anlaşılmıştır umarım.

 

Köke küfretmekle iş olmaz. Eskiyi unutan yeniye yol tutamaz. Tecrübe en büyük öğretmendir. Tecrübelilerin peşinden gidenler kurtulur. Evet, eski hal muhal, ya yeni hal ya izmihlal velâkin her yenide eskinin küllerinden doğmaz mı? Eskisiz yeni ne mümkün? Mazin olmasa sen ne olurdun ki beyim? Geçmişe küfredenin geleceği olmaz beyim. Tarihsiz güneş doğmaz beyim. Toprak ne kadar eskiyse o kadar kalitelidir, zira yaşanmışlığı, kavgaları, şehitleri taşır bağrında. Bunlarsız toprak, toprak ola mı ki beyim? Boş konuşmayla bişeyler olsaydı bugüne kadar olması gerekmez miydi beyim? Eskisiz yeniden bişey çıkaydı bugüne kadar çıkmaz mıydı beyim? Bu vatan, zamanda donma ve yanlışları tekrar sonucunda bu hale gelmedi mi beyim?

 

Velhasıl-ı kelam; eskiye saygımız sonsuzdur ve her daim öylede olacaktır. Çünkü bizi yenilik yedi bitirdi. Yenilik beni hayvanlaştırdı oysa ben insandım. Yeni beni güçsüz kıldı oysa ben kuvvetliydim. Yeni beni cahilleştirdi oysa ben ilim-irfan-kültür sahibi idim. Yeni beni mazisiz bıraktı oysa benim bir mazim vardı. Yeni beni kör-sağır-topal-elsiz-dilsiz bıraktı oysa ben bunların hepsine sahiptim ve hepsiyle hepsine-herşeye sahiptim. Yeni beni anlamsızlığın mahkûmu kıldı oysa ben anlamlıydım. Yeni beni kof, rezil, sefil ve müptezellerin esiri kıldı oysa ben şerefli ve ahlaklı insanların yoldaşıydım, dostuydum.

 

Ey tatile çıkan akıl! Allah aşkına dön, ne olur geri dön. Yoksa bizi kuyuya atacaklar.

 

 

HATIRALAR

 

Bir anda uzun yıllar aşar hatıralarla

İnsan ona derler ki yaşar hatıralarla

Mazideki kanlar, düşünüşler ve sadalar

İnsan denilen fertleri insanlığa bağlar

Geçmişle bütün bağları çözmek ne ağırdır

Hayvanların ancak dünü, mazisi sağırdır

 

Maziyi unutsak bile mazi kökümüzdür

En tatlı gülen yüz bile mazideki yüzdür

Geçmişte yatar şanlı zaferler, nice hakla!

Tuğrul Beği, Alp Arslan’ı mazi bize saklar!

Mazideki bir şanlı fasıldır Kılıç Arslan!

Kâfirlere bir sor ki nasıldır Kılıç Arslan!

İnsanları yüksekte tutan: Hatıralardır!

Can verdiğimiz şanlı vatan: Hatıralardır!

Bilmezsen eğer geçmişi, toprakları git, kaz;

Otlarla böceklerde dünün yâdı bulunmaz.

İnsansa bütün asrı aşar hatıralarla,

İnsan ona derler ki yaşar hatıralarla…

 

1941 - Nihal Atsız - Yolların Sonu - Sh: 109-110

 

 

 

 

Tarih: 23.04.2010 Okunma: 660

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?