İktidar
kanadı, 12 Eylül’deki halkoylamasını, Adalet Bakanının deyişiyle “10 seçimden daha önemli” addediyor.
Konuyu
bu kadar önemseyen AKP yönetimi, sandıktan “EVET”
çıkması için, bütün hükümet gücünü kullanır, elinden gelen her şeyi yapar mı?
Yapar!
Hatta ileri bile geçip, elinden gelmeyenleri bile yapmaya çabalar.
Mahkemeleri,
görülmekte olan kimi “dava”ları da
siyasete alet etmeye çalışır mı?
Çalışır!
Edebilir
mi?
* * *
İktidarın,
yargı erki üzerinde bir etkisi oluyor mu?
Olmaması
lâzım!
Yargı “bağımsız” ve
tarafsız”dır!
Lâkin
sürmekte olan bir davaya ilişkin olarak “ben
bu davanın savcısıyım” diyen bir Başbakan’ın hükümet ve iktidarından söz
ediyoruz.
* * *
Ayrıca,
sandık ve yargıyla ilgili bir hususu daha hatırlayalım: 29 Mart 2009 mahallî
seçimlerinden 2 ay kadar önceydi… Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkan adayı Mehmet Bekaroğlu ortaya bir iddia atmış ve demişti ki; “Seçimlere çok kısa bir süre kala, 28
Şubat’ın kudretli generalleri gözaltına alınacak ve olayı iktidar seçim
malzemesi olarak kullanacak!”
Bu
iddia gerçekleşmedi. Acaba, haftalar öncesinden ifşa edildiği için mi
gerçekleşmedi?
Bilmiyoruz!
Fakat
Bekaroğlu’nun beyanatından anlıyoruz ki, iktidar, mümkün olursa yargı
aşamasında yaşanan hadiseleri seçim malzemesi olarak kullanabilir.
Şimdi,
referanduma birkaç hafta kala, 25’i muvazzaf, 42 general ve 60 subayın; 2 kere
toplu tutuklama ve toplu serbest bırakmanın gerçekleştiği “balyoz” davası kapsamında tutuklanması, insanın aklına Bekaroğlu’nun yerel seçimlerden önceki
iddiasını getiriyor.
Zamanlamanın
diğer ilginç bir özelliği ise, MHP lideri Bahçeli’nin de meydanlarda dikkat
çektiği gibi; general ve albayların terfilerinin görüşüleceği Yüksek Askerî Şura toplantısından 1
hafta öncesine denk gelmesi…
İyimser
düşünmeye çalışıyor, yargının bağımsız olduğuna, bütün bunların “tesadüfen” rast geldiğine inanmak
istiyoruz.
Öte
yandan; CHP lideri Kılıçdaroğlu, yakalama kararı üzerine; “Dava siyasîdir, karar bizi şaşırtmadı!” dedi.
Peki,
bu “siyasî dava” referandum sürecini
ve oyların rengini etkiler mi?
Bu
kadar çok general ve subayın tutuklanması elbette günler boyu “birinci haber” ve “manşet” olacaktır. Dolayısıyla, en azından bu süre zarfında
halkoylamasının özüne ilişkin tartışmalar 2’nci planda kalacaktır.
Daha mühimi…
Bu
hadise “birinci haber” olma
özelliğini kaybettikten sonra, gündemi değiştirecek yeni “büyük” olaylarla karşılaşacak mıyız?
Bilemiyoruz!
Fakat muhalefet ne
yaptığını iyi bilmeli!
Referandum
gününe kadar meydana gelebilecek yönlendirmelere karşı son derede uyanık olmalı
halkı da uyanık tutmalıdır.
Sandığa
odaklanmalı, halkoylaması kampanyasını;
İşsizliğe,
Yoksulluğa,
Yolsuzluğa
hayır…
Kısaca,
AKP’ye “EVET” mi, “HAYIR” mı şekline sokmalı ve bu
çizgisini 12 Eylül gününe kadar sürdürmelidir.
* * * * *
Değerli okurlar uzun süredir bu siteye giremiyorduk. Şimdi 3 günlük yazıyla size merhaba diyoruz. Saygılarımızla...
İşte 2’nci yazı
DEMOKRAT DARBECİLER
Başbakan’a
göre; referandumda “EVET” derseniz
demokratsınız. Kazara “HAYIR” derseniz
darbeci yaftasını yediğinizin resmidir.
Eflatun, “DEVLET”
adlı eserinde, bundan 2.400 sene evvel der ki; “Devleti ya filozoflar yönetmeli veya yöneticiler filozof olmalıdır.”
Yani
devleti yönetenler düşünmeyi sevmeli, düşünceye ziyade değer vermeli ve çoook
düşünerek konuşmalıdırlar.
Bizi
yönetenler düşünceyi seviyor, ona değer veriyor, düşünerek konuşuyor mu?
Bakalım:
Sandık
neyin simgesi, neyin olmazsa olmazı?
Seçimin…
Yani demokrasinin!
Eğer
ortaya bir sandık konmuşsa, orada birden fazla seçenek var demektir.
Halkoylaması yapılıyorsa, malûm, sadece 2 seçenek mevcuttur. Vatandaş ya “EVET”
veya HAYIR” diyebilecektir. İkisinden
birini tercih etmek nasıl antidemokratik kabul edilebilir?
Üstelik
bu sandığı halkın önüne kim getiriyor?
Başbakan Erdoğan!
Millete
ne soruyor?
“Bir Anayasa değişikliği
yaptık, senin hakemliğine muhtacız… Ey millet, sen bu değişikliğe ne diyorsun?”
Ne
kadar demokratik bir tavır değil mi?
O
halde; halkın önüne sandığı koyan irade,
halkın tercihini sorarken, sandıktan ne çıkarsa çıksın; neticenin demokratik
bir tercih olduğunu baştan kabullenmiş ve “Milletin kararı ne olursa olsun başımızın üstünde yeri var” görüşünde
olmalı değil midir?
Hayır!
Bizim Başbakan’a göre değildir.
Ona
göre…
Eğer
“EVET” diyerek, kendi yaptığı değişikliklere
“onay” verirseniz demokratça bir
tercih yapmış olursunuz!
Yok,
“HAYIR” diyerek, onun istediğini “ret” ederseniz, darbe yanlısı bir oy
kullanmış olursunuz!
Demokrasi anlayışı bu! Sayın Başbakan;
istediği sonucu almak için, halkın kafasını karıştıracak sakat bir mantık
yürütmeye çalışıyor. Fakat bu mantıkla
dehşetli tehlikeler yarattığını göremiyor.
Bir
kere, “benim istediğim yönde oy
kullanmayanlar darbecidir” anlayışının, antidemokratik bir kafa yapısının
ürünü olduğunu idrak edemiyor. Böylece demokrasiyi benimsemediğini zımnen
ortaya koyuyor.
İkincisi
ve daha vahimi; milyonlarca kişinin “HAYIR”
oyu kullanacağı kesin olduğuna göre, sonuç ne çıkarsa çıksın bu milyonlarca kişi darbe yanlısı mı
sayılacak?
Hele,
şu andaki anketlerde olduğu gibi, % 67
“HAYIR” çıkarsa, halkın büyük bir çoğunluğu darbe mi istiyor diyeceğiz?
O
vakit, yani sandıktan “HAYIR” çıkarsa, artık darbeleri ve gelecekte darbe
yapılmasını meşru mu kabul edeceksiniz?
On
milyonlarla ifade edileceği şimdiden belli olan “HAYIR” oyu kullanacakları
“darbeci” diye etiketlemek ne kadar korkunç bir tehlikelidir?
Sayın
Başbakan;
“EVET”i tercih edenlere demokrat,
“HAYIR”ı tercih edenlere darbeci derken bunları düşündünüz mü?
Hiç
düşündünüz mü?
* *
* * *
3’ncü yazı
HÜRRİYETLER GENİŞLEDİ Mİ, DARALDI MI?
*
* *
Hürriyetlerin genişlediği bir yer
biliyoruz; Güneydoğu Anadolu Bölgesi…
Ecevit başkanlığındaki 3’lü koalisyon, son dönemlerinde Olağanüstü Hal’i
kaldırma kararı almıştı. Kararın uygulamaya geçmesi de tam 2002 Kasım ayı
sonlarına, AKP hükümetinin kurulduğu günlere denk gelmişti.
İşte, o günlerden bugüne kadar, o
bölgedeki hürriyetler gittikçe genişledi. Kürtçe
TV açıldı, yerleşim yerlerine Kürtçe isimler verildi, üniversitelerde Kürt Dili
kürsüleri açıldı. Bölgede yetişkinler ve çocuklar daha kolay eylem
yapabiliyorlar. Nihayet, polise-askere taş atan çocukların daha az ceza alması da
kabul edildi.
*
* *
Peki, ülkenin 7’de 1’nde hürriyetler
alabildiğine genişlerken geriye kalan büyük bölümde vaziyet ne merkezde?
*
* *
AKP döneminde yaşananlar; yandaş
yazar-çizerler tarafından bile 12 Eylül,
12 Mart, 27 Mayıs, hatta 1920’lerdeki İstiklal Mahkemesi dönemleriyle, yani
sıkıyönetim zamanlarıyla mukayese ediliyor.