BALYOZ VE REFERANDUM

İsmail Hakkı CENGİZ - 27.07.2010


İktidar kanadı, 12 Eylül’deki halkoylamasını, Adalet Bakanının deyişiyle “10 seçimden daha önemli” addediyor.

Konuyu bu kadar önemseyen AKP yönetimi, sandıktan “EVET” çıkması için, bütün hükümet gücünü kullanır, elinden gelen her şeyi yapar mı?

Yapar! Hatta ileri bile geçip, elinden gelmeyenleri bile yapmaya çabalar.

Mahkemeleri, görülmekte olan kimi “dava”ları da siyasete alet etmeye çalışır mı?

Çalışır!

Edebilir mi?

*   *   *

İktidarın, yargı erki üzerinde bir etkisi oluyor mu?

Olmaması lâzım!

Yargı “bağımsız” ve tarafsız”dır!

Lâkin sürmekte olan bir davaya ilişkin olarak “ben bu davanın savcısıyım” diyen bir Başbakan’ın hükümet ve iktidarından söz ediyoruz.

*   *   *

Ayrıca, sandık ve yargıyla ilgili bir hususu daha hatırlayalım: 29 Mart 2009 mahallî seçimlerinden 2 ay kadar önceydi… Saadet Partisi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet Bekaroğlu ortaya bir iddia atmış ve demişti ki; “Seçimlere çok kısa bir süre kala, 28 Şubat’ın kudretli generalleri gözaltına alınacak ve olayı iktidar seçim malzemesi olarak kullanacak!”

Bu iddia gerçekleşmedi. Acaba, haftalar öncesinden ifşa edildiği için mi gerçekleşmedi?

Bilmiyoruz!

Fakat Bekaroğlu’nun beyanatından anlıyoruz ki, iktidar, mümkün olursa yargı aşamasında yaşanan hadiseleri seçim malzemesi olarak kullanabilir.

Şimdi, referanduma birkaç hafta kala, 25’i muvazzaf, 42 general ve 60 subayın; 2 kere toplu tutuklama ve toplu serbest bırakmanın gerçekleştiği “balyoz” davası kapsamında tutuklanması, insanın aklına Bekaroğlu’nun yerel seçimlerden önceki iddiasını getiriyor.

Zamanlamanın diğer ilginç bir özelliği ise, MHP lideri Bahçeli’nin de meydanlarda dikkat çektiği gibi; general ve albayların terfilerinin görüşüleceği Yüksek Askerî Şura toplantısından 1 hafta öncesine denk gelmesi…

İyimser düşünmeye çalışıyor, yargının bağımsız olduğuna, bütün bunların “tesadüfen” rast geldiğine inanmak istiyoruz.

Öte yandan; CHP lideri Kılıçdaroğlu, yakalama kararı üzerine; “Dava siyasîdir, karar bizi şaşırtmadı!” dedi.

Peki, bu “siyasî dava” referandum sürecini ve oyların rengini etkiler mi?

Bu kadar çok general ve subayın tutuklanması elbette günler boyu “birinci haber” ve “manşet” olacaktır. Dolayısıyla, en azından bu süre zarfında halkoylamasının özüne ilişkin tartışmalar 2’nci planda kalacaktır.

Daha mühimi…

Bu hadise “birinci haber” olma özelliğini kaybettikten sonra, gündemi değiştirecek yeni “büyük” olaylarla karşılaşacak mıyız?

Bilemiyoruz!

Fakat muhalefet ne yaptığını iyi bilmeli!

Referandum gününe kadar meydana gelebilecek yönlendirmelere karşı son derede uyanık olmalı halkı da uyanık tutmalıdır.

Sandığa odaklanmalı, halkoylaması kampanyasını;

İşsizliğe,

Yoksulluğa,

Yolsuzluğa hayır…

Kısaca, AKP’ye “EVET” mi, “HAYIR” mı şekline sokmalı ve bu çizgisini 12 Eylül gününe kadar sürdürmelidir.

 *   *   *   *   *

Değerli okurlar uzun süredir bu siteye giremiyorduk. Şimdi 3 günlük yazıyla size merhaba diyoruz. Saygılarımızla...

 

İşte 2’nci yazı

DEMOKRAT DARBECİLER

Başbakan’a göre; referandumda “EVET” derseniz demokratsınız. Kazara “HAYIR” derseniz darbeci yaftasını yediğinizin resmidir.

Eflatun, “DEVLET” adlı eserinde, bundan 2.400 sene evvel der ki; “Devleti ya filozoflar yönetmeli veya yöneticiler filozof olmalıdır.”

Yani devleti yönetenler düşünmeyi sevmeli, düşünceye ziyade değer vermeli ve çoook düşünerek konuşmalıdırlar.

Bizi yönetenler düşünceyi seviyor, ona değer veriyor, düşünerek konuşuyor mu?

Bakalım:

Sandık neyin simgesi, neyin olmazsa olmazı?

Seçimin… Yani demokrasinin!

Eğer ortaya bir sandık konmuşsa, orada birden fazla seçenek var demektir. Halkoylaması yapılıyorsa, malûm, sadece 2 seçenek mevcuttur. Vatandaş ya “EVET” veya HAYIR” diyebilecektir. İkisinden birini tercih etmek nasıl antidemokratik kabul edilebilir?

Üstelik bu sandığı halkın önüne kim getiriyor?

Başbakan Erdoğan!

Millete ne soruyor?

“Bir Anayasa değişikliği yaptık, senin hakemliğine muhtacız… Ey millet, sen bu değişikliğe ne diyorsun?”

Ne kadar demokratik bir tavır değil mi?

O halde; halkın önüne sandığı koyan irade, halkın tercihini sorarken, sandıktan ne çıkarsa çıksın; neticenin demokratik bir tercih olduğunu baştan kabullenmiş ve “Milletin kararı ne olursa olsun başımızın üstünde yeri var” görüşünde olmalı değil midir? 

Hayır! Bizim Başbakan’a göre değildir.

Ona göre…

Eğer “EVET” diyerek, kendi yaptığı değişikliklere “onay” verirseniz demokratça bir tercih yapmış olursunuz!

Yok, “HAYIR” diyerek, onun istediğini “ret” ederseniz, darbe yanlısı bir oy kullanmış olursunuz!

  Demokrasi anlayışı bu! Sayın Başbakan; istediği sonucu almak için, halkın kafasını karıştıracak sakat bir mantık yürütmeye çalışıyor. Fakat bu mantıkla dehşetli tehlikeler yarattığını göremiyor.

Bir kere, “benim istediğim yönde oy kullanmayanlar darbecidir” anlayışının, antidemokratik bir kafa yapısının ürünü olduğunu idrak edemiyor. Böylece demokrasiyi benimsemediğini zımnen ortaya koyuyor.

İkincisi ve daha vahimi; milyonlarca kişinin “HAYIR” oyu kullanacağı kesin olduğuna göre, sonuç ne çıkarsa çıksın bu milyonlarca kişi darbe yanlısı mı sayılacak?

Hele, şu andaki anketlerde olduğu gibi, % 67 “HAYIR” çıkarsa, halkın büyük bir çoğunluğu darbe mi istiyor diyeceğiz?

O vakit, yani sandıktan “HAYIR” çıkarsa, artık darbeleri ve gelecekte darbe yapılmasını meşru mu kabul edeceksiniz?

On milyonlarla ifade edileceği şimdiden belli olan “HAYIR” oyu kullanacakları “darbeci” diye etiketlemek ne kadar korkunç bir tehlikelidir?

Sayın Başbakan;

“EVET”i tercih edenlere demokrat, “HAYIR”ı tercih edenlere darbeci derken bunları düşündünüz mü?

Hiç düşündünüz mü?

*   *   *   *   *

 

3’ncü yazı

 

HÜRRİYETLER GENİŞLEDİ Mİ, DARALDI MI?

 Son 8 yılda, hürriyetler genişledi mi, daraldı mı?

 Nerelerde, hangi alanlarda genişledi; nerelerde daraldı?

 Kendinizi 8 sene öncesine göre daha mı özgür, daha mı kısıtlanmış hissediyorsunuz? İçinizde ferahlama mı var, daral mı geliyor?

 Memleket bir hürriyetler vatanı haline mi geldi; yoksa yasaklar, sınırlamalar, kuşkular, korkular imparatorluğuna mı dönüştü?

 Birey ve toplum 8 yıl öncesine göre daha mı özgür, siyasete, eylemlere, örgütlenmeye daha mı kolay katılabiliyor?

 Basın hür mü, sansür veya müdahale var mı?

*   *   *

Hürriyetlerin genişlediği bir yer biliyoruz; Güneydoğu Anadolu Bölgesi… Ecevit başkanlığındaki 3’lü koalisyon, son dönemlerinde Olağanüstü Hal’i kaldırma kararı almıştı. Kararın uygulamaya geçmesi de tam 2002 Kasım ayı sonlarına, AKP hükümetinin kurulduğu günlere denk gelmişti.

İşte, o günlerden bugüne kadar, o bölgedeki hürriyetler gittikçe genişledi. Kürtçe TV açıldı, yerleşim yerlerine Kürtçe isimler verildi, üniversitelerde Kürt Dili kürsüleri açıldı. Bölgede yetişkinler ve çocuklar daha kolay eylem yapabiliyorlar. Nihayet, polise-askere taş atan çocukların daha az ceza alması da kabul edildi.

 Yine Güneydoğu’daki hürriyetlerin genişlemesi kapsamında, dağdaki teröristlerin düze indirilmesi sağlandı. Fakat bu hürriyetin devamı gelmedi.

*   *   *

Peki, ülkenin 7’de 1’nde hürriyetler alabildiğine genişlerken geriye kalan büyük bölümde vaziyet ne merkezde?

 Şu merkezde:

 Yüksek yargıçlar dâhil on binlerce kişinin telefonlarının hukuksuz dinlendiği ortaya çıktı. Herkes dinlenildiği kuşkusu içinde!

 Hizaya gelmeyen medya “maliye”nin cezalarıyla hizaya sokuldu. Yetmedi. Patronlara, iktidarı eleştiren yazarların kapı önüne konması talimatı verildi. Üstelik bu gizli kapaklı yapılmadı. Bizzat Başbakan tarafından mikrofonlar ve televizyonlar aracılığıyla, alenen yapıldı.

 Neredeyse bütün medya yandaş hale getirildi… 25 Temmuz Pazar akşamı, Erdoğan’ın güya kavgalı olduğu Doğan medyasının, Star TV ana haberlerini izliyoruz… Tam 15 dakika, sesiyle, görüntüsüyle Erdoğan ekranlarda... Buna karşılık 2 dakika Kılıçdaroğlu’na ve 1 dakika kadar Bahçeli’ye yer veriliyor.

 Basın özgürlüğü ortada… İktidarı övmek, muhalefeti yermek hususunda sınırsız hürriyetlere sahipsiniz. Lâkin muhalefetten tarafsız haber vermek, onun sesini duyurmak söz konusu olunca…

 “Van minut!”

*   *   *

AKP döneminde yaşananlar; yandaş yazar-çizerler tarafından bile 12 Eylül, 12 Mart, 27 Mayıs, hatta 1920’lerdeki İstiklal Mahkemesi dönemleriyle, yani sıkıyönetim zamanlarıyla mukayese ediliyor.

 Aslında, tek başına bu mukayese bile özgürlükler konusunda her şeyi açıklıyor.

 Ülkede sıkıyönetim veya olağanüstü hal yok!

 Ne var?

 Özgürlükçü, istikrarlı bir tek parti hükümeti var!

Tarih: 27.07.2010 Okunma: 719

YORUMLAR

Yorumunuzu ekleyin.

İsim: *

E-posta Adresiniz: *

* (E-posta adresiniz paylaşılmayacaktır.)

Yorum: *

Güvenlik Sorusu:
Türkiye'nin başkenti neresidir?