‘’Ey bu mukaddes toprakların necip çocukları! Yegâne vazifeniz; yüksek ahlak ve ödünsüz adalet bilincine sahip olmaktır.’’
‘’Yemin ediyorum bu yazıyı hiçbir düşünce müntesibi olarak yazmıyorum sadece ama sadece bir insan olarak yazıyorum. Çünkü hiçbir kimlik sahibi değilken insandım ve bütün kimliklere daha sonra sahip oldum.’’
Dünyaya, yaşanılan zamanlarda, büyük oranda Siyonist yön vermiyor mu? Öyleyse, bütün olanlar, olması gerektiği için öyle olmaktadır ki, Siyonist öyle istemektedir. Çünkü medya onun elinde. Banka onun elinde. Silah onun elinde. Hukuk onun elinde. İstihbaratlar onun elinde. Siyaset onun elinde. Dünyanın durumuna bir göz atmanız kâfi bu gerçeği görmek için. Dünya da ki ne kadar şeytani plan varsa hepsinin altında Siyonist’in imzası olduğu su götürmez bir gereçektir. Bu, asla, Siyonist’i büyütmek ve kâbus gibi göstermek değildir. Ve bu şekilde insanlara korku salmak değildir. Zaten bu yolla korkanda insan değildir. Allah demiyor mu: ‘’benden başkasından korkarsanız korktuklarınızı başınıza bela ederim’’ diye. İşte içinde bulunduğumuz resim budur. Allah’tan gayrisinden korktuğumuz için onların ebedi kölesi olmuşuz. Aslında şeytan Siyonist bir hiçtir ama bizim ödlekliğimiz ve kendi kendimizi yememiz ve aşağılık hırslarımız o alçak Siyonist şeytanı her şey yapamaya yetiyor. Birde kimliklerini açıklamaktan ürktüğümüz devlet içine yuvalanmış hainlerin kurumlarımızdan aldıkları güçleri ihanet yolunda kullanmaları. Hakeza siyaset yapanların ödleklikleri, uşaklıkları. Diplomatların ihanetleri. Tabi burada her tarafın bütün insanlarını itham etmiyoruz tövbe. Medyanın derin ihaneti, ebedi uşaklığı. Ekonomi dünyasındaki bazı simaların krizler yaratarak halkı derin yoksulluğa sürüklemesi ve zenginlerin kazanmalarını sağlamaları. Küresel para babalarına sonsuz sadakatleri ve yaşadıkları ülkeye kahpece ihanetleri siyonistin gücüne güç katıyor, oyunlarını oynamalarına yardım ediyor.
Bakınız ey insanlar! Korku belki ömrü uzatır, belki konforun idamesini temin eder ama adamı hayvanca bir yaşama da mahkum eder ve hayvanca yaşamak ancak hayvanların tıynetidir. Zira herkesin bir seciye üzerine halk edildiği bir hakikattir ve herkes halk edildiği seciye üzerine bir yaşam kurar şayet bir sapma varsa bu seciyeye muhalefet olur. Ve korkaklık seciyeye muhalif bir yaşamı tevlit eder. Ve bu minvalde yaşayanlar izzetsizliğin, şerefsizliğin, hainliğin esiri olmaktan kurutulamazlar. Peki, bu yaşamı tercihe değer mi yaşayacağımız kayıtlı süre?
Şimdi burada şöyle bir giz var: şeytan Siyonist her şeyi zormuş gibi gösteriyor ama aslında her şey kolay, her şeyi karmaşıkmış gibi sunuyor ama özünde her şey basit. Hayatı ve insanı ilgilendiren bütün yaşamsal yönleri bir girdap içine sokuyor. Her şeye gizemli bir yön ekliyor. Sonrada her şeyin karmaşık, zor ve gizemli olarak algılandığı bir düzen yaratıyor, ki yaratmış zaten. Ve bu düzeni zımnen dikte ediyor bütün beyinlere. Sahip olduğu araçlarla bir korku salıyor. Tepedekiler bu düzene adapte olunca ovadakiler haydi haydi oluyorlar. Yapılanlara yaşananlara hemen inanıveriyorlar. Tabi bu duruma muhalif olan az zümreyi geçiyorum. Zaten onlarında başına ne geliyorsa koyunlaşmış çoğunluk yüzünden gelmiyor mu? Biz, toplum kaderine etkide bulunan birine: ya kardeşim şunu niye şöyle yapmıyorsun, bak böyle yap her şey tamam olacak dediğimizde; sizin aklınız ermez, her şeyin o kadar basit olduğunu mu zannediyorsun oğlum, hiçbir şey göründüğü gibi değil diyorlar. Hâlbuki, ulan öyle işte. Yani ne korkuyorsun, kıvırıyorsun? Ha tabi sizde öyle olmasını istiyorsunuz. Yoksa her şeyin alt üst olacağını biliyorsunuz. Basitlik, kolaylık ve sadelik olduğu zaman size açılan yollar açılmayacak, gittiğiniz yerlerde size ikram gibi sunulan koltuklar sunulmayacak, konforunuz gidecek, keyfiniz bozulacak, havanız kalmayacak, tak deyip şak yaptıramayacaksınız, lanet torpil kalkacak, kimse sizin akıllı olduğunuzu sanıp dinlemeyecek, çevrenizden dolanıp duran dalkavuklar savrulacaklar. Hülasa; Muhammedi olmak ağırınıza gidiyor değil mi sahtekârlar?
Bilinmeli ki; giz, zorluk ve karmaşıklık emperyalizmin ekmeğine yağ sürer. Açıklık, sadelik ve kolaylık ise halkın önünü açar ve geleceğini teminat altına alır. İnsanı izzetlice yaşatır. Sömürünün yok olmasını sağlar. Halkın gönencinin garantisidir. Bireyin özgürlüğünün teminatıdır. Toplumsal kalkınmanın sübabıdır.
Şimdi, deseniz ki, bu ülkede soygun yapanların, bile isteye rüşvet alanların ve verenlerin, yetim hakkı yiyenlerin ellerini keseceksiniz kökünden, suçsuz günahsız yere can alanı, öldüreni öldüreceksiniz. Kirli yollarla banka boşaltanı kurşuna dizeceksiniz, devlete ihanet edeni halk meydanında alnının orta yerinden deleceksiniz. Vatana ihanet edenleri halk meydanında sallandıracaksınız. İnsanlara zorla, ölümüne tecavüz edenleri en önemli yerinden keseceksiniz. Bilmem neresini aldırıp arızalı çıkarak rapor alıp bilerek askerden kaçanları sürgün edeceksiniz. Ya da müebbede mahkûm edeceksiniz. Veyahut bir ömür er olarak talim yaptıracaksınız. Ülkede alenen fitne ve fesat peşinde koşanları resmen teşhis ettikten sonra varlığına son vereceksiniz. Küçücük çocuklara tecavüz edeni orasından asacaksınız. Halkı bütün imkânlarını seferber ederek bulabildiği her yoldan ahlaksızlığa teşvik edenin bütün varlığına el koyacaksınız ve ülkeden sürgün edeceksiniz. Halkı kasıtlı olarak uyuşturan, gençleri bataklığın içine çekenlerin alnının ortasına sıkacaksınız. Siyasi gücünü kullanarak efradını zengin etmeye yeltenenin ve bunun için devletin bütün imkânlarını kullanmaktan imtina etmeyenin bütün servetine el koyup don gömlek defedeceksiniz sürgüne. Bile isteye ekonomik krize yol açanları lağım çukuruna gömeceksiniz. Kasten doğayı kirleteni, suyu kirleteni, gasp etmek adına ormanları yakanı yakacaksınız cayır cayır zerre acımadan. Yani bu şerefsiz, soysuz, kanı bozuk, ciğeri çürümüş, namussuz, alçak, pislik, hain, ahlak düşmanı, doğa katili, emek hırsızı, adi, hülasa; insanlık ve doğa düşmanı mahlûkatları mahpushaneye tıkıp gereksiz külfet oluşturmayacaksınız ne devlete ve ne de millete, öyle bedavadan beslemeyeceksiniz, sonra rezil bir afla çıkarıp toplum içinde korkulan sima haline getirmeyeceksiniz, öyle kuru efelenmelere fırsat yaratmayacaksınız.
Hadi bu dediklerimi yapın bakalım, bir daha bu soysuzluklara, kahpeliklere tevessül edecek biri çıkabilecek mi? Şerefsizim kıpırdayamaz bile. Söz söyleyemez olur nutku tutulur. Adım atmakta zorlanır. Nefesi bile kontrollü almaya başlar. Bilin ki, müeyyidesiz kanun kanun değildir ve o hukuk oyuncaktan başka şey olamaz. Ve bu durum bir ülke için karabasandır. Tam bir felakettir. Büyük felaket. Yok edici beladır. Makyavel’in ‘’Siyaset Üzerine Düşünceler’’ isimli kitabını okuyun da görün. Bakınız, bu kitabı harbiden okuyun. Özellikle siyasetle iştigal edenlere, yöneticilere tavsiyemdir. Tabi her şeyi olduğu gibi yutmazsınız değil mi? Zira ayıklanması gerekir. Yani bir meyveyi bile yıkayıp, çöpünü ayıklayıp yiyorsunuz değil mi? Hani hatırlatayım dedim. Ben siyasetçilerin bir bilen olduklarına inanan biri olmadığım için. Ve onları en akıllı varlıklar görmediğim için uyarayım dedim. Tabi istisnalar her zaman vardır. Hakkını verenler.
Şimdi, bunları söylesek kaç kişi tamam der Allah aşkına? Hangi vatanseverlikten dem vuran, hangi emek aşkından bahseden, hangi din ahlakından söz eden kaç kişi gönülden taraf olur bu söylediklerimize? Bence çok çok az. Sana deli derler ki diyorlar. Sana sen ütopik manyaksın derler ki diyorlar. Sana sen faşistsin derler ki diyorlar. Sana sen polis devleti mi istiyorsun derler ki diyorlar. Peki, ulan o zaman niye vatandan, dinden, emekten dem vuruyorsun geri zekâlı. Bu ülkeyi ve dünyayı kasıp kavuran, insanlık şerefini beş para eden, doğayı kirleten bu tefessüh etmiş soysuz zihniyet değil mi? O zaman sen ne adaleti arıyorsun? O zaman sen hangi ahlakın kaybolmasından yakınıyorsun? O zaman sen hangi emeğin gaspından şikâyet ediyorsun? O zaman sen hangi çürümüşlükten şikâyet ediyorsun? Sen katıksız bir sahtekârsın. Aslanım, müeyyidesiz kanunlar, yaptırım gücü olmayan kurallar, korkutmayan yöntemler yok diye bu halde değil miyiz? Ve sen güzel bir dünya istemiyor musun? Eee… O zaman daha ne diye şerefsizlik yapıyorsun? Polis devletiymiş, faşistmiş, ütopyaymış bilmem neymiş diye. Peki, bu durum da ne zarar göreceksin? Ve şimdiki durumda ne kâr görüyorsun? Bunu fark edecek kadar zekân yok mu senin ahmak?
Oysa hayata baksanız herkes bu dediğimiz minvalde bir yaşamı savunur ama işin perde arkası hiçte öyle değil dostlar. Zevahirde size şirin gözüküyorlar, dürüstlük diyorlar, vatan diyorlar, ahlak diyorlar, emek diyorlar, doğa diyorlar ama sürekli herze yiyorlar haysiyetsizler. Yani sizleri aldatıyorlar, uyutuyorlar. Hadi çağırın bakalım şereflice bu minvalde mücadele vermeye, bir teki gelirse namerdim. Öyle değil mi? Bakınız şu yazılı paçavralarda ki bazılarına, doğanın katlinden dem vururlar, hayvanların katlinden dem vururlar ama doğayı katleden bizzat ağababalarıdır, hayvanların yaşama imkanlarını dinamitleyen bizzat kendi ağababalarıdır. Ormanları katledip oralara lüks villalar dikenler kim? Sürekli ahlaksızlıkları toplum beynine enjekte eden kim? Gençliği zehirleyenlere destek çıkanlar kim? Sitelerini fuhuş haneye çevirenler kim? Terörle işbirliği yapan kim? Vatan sevgisini çıkarına hizmet edecek şekilde yorumlayan kim? Din ahlakını değil de kendi ahlakını dikte eden kim? Oysa vatan diyen gerçekten dediğine uygun söz ve eylemde bulunmuş olsa, din diyen gerçekten dediğine uygun söz ve eylemde bulunsa, emek diyen gerçekten dediğine uygun söz ve eylemde bulunsa bu ülke bu halde olur muydu Allah aşkına?
Yalan mı? Menfaatimizi milletimizin huzuruna tercih etmiyor muyuz? Konforumuz için ülkemize ihanet etmiyor muyuz? Saltanatımız sallanmasın diye genç beyinleri düşünmemeleri ve gerçeği idrak etmemeleri için zehirlemiyor muyuz? Hakikati dile getirmekten korkmuyor muyuz yaşamak adına? Oturduğumuz koltuklardan kalkmamak için bin takla atmıyor muyuz ve gerçeği örtmüyor muyuz? Hani nerde namusluca savaşan? Hani nerede bu ülkeyi soyan soysuzları ifşa eden? Hani nerede şu şu şu kişiler sizlere ihanet ediyor ey halkım diyecek kadar mangal yürekliler? Hani nerede ey insanlar yanılıyorsunuz ve yanlış yoldasınız bakınız doğru yol şudur diyenler? Hani nerede malı mülkü şöhreti fırlatıp atan ve ölümüne zalimlerle savaşa çağrı yapan yiğitler? Nerede Allah için nerede? Hadi gösterin bana. Ölmeyecek misiniz? Bütün makamları ele mi geçireceksiniz? Bütün servetlere el mi koyacaksınız? Yapabilecek misiniz sahi bunları? Yazıklar olsun ervahınıza. Hani nerde dürüstçe dövüşen bir siyasetçi? Bir partiye girersiniz, o partinin devrileceğini bildiğiniz an ya da bir bilgi verildiği an hemen tüyersiniz onursuzca. Namusluca olduğunuz yerde dövüşmezsiniz. Her biriniz bir hata yapar ve yollanır. Bu durumda hainlerin işine yarar. Ulan birinizde değişmemek üzere gelin be ve asla ihanete yeltenmeyin. Zaten bu ülkenin en temel sorunu halkın tam manasıyla dört dörtlük güveneceği bir siyasi yapının olmamasıdır. Ölümüne hakikati haykıracağına-haykırdığına inanacağı-inandığı bir âlimin olmamasıdır. Çok mu zor bu söyleyin ne olur? Çıkın her şeyi anlatın ya. Kim kimdir. Sizin hizmetinizi engelleyen kimdir. Hangi oyunlar oynanmaktadır dökün her şeyi ortaya. Zor mu sahi bu dediklerim? Bence olmaması gerekir. Yani hep ölümü erteletme adına yapılıyor bunlar değil mi? Bence öyle. Peki değer mi? Değmez. Şahsen ben siyasetçi olsam ölümüne halkıma saf gerçekleri anlatırdım. Devletim beni koruyacak tabiatıyla ama bunun dışında bir şey olursa da eyvallah çekmesini bilmeliyim. Değil mi ki halk yolunda hak uğruna can vereceğim, ölüm gelmiş hoş gelmiş. Ölümden öte köy mü var? Yani.
Sevgili üstat Yusuf Kaplan’ın şu sözlerini harf harf idrak ederek okuyunuz lütfen: ‘’adaletin, vicdanın, hayânın, hayatın, erdemin, edebin, merhametin, kardeşliğin, insan-ı kâmil tipinin yeşerdiği, neşvi nema bulduğu ve Balkanlara, Kafkaslara, Ortadoğu’ya hayat iksiri sunduğu bu topraklar, cinayetlere, sapıklıklara, sapkınlıklara, ucuz hesaplara, sığ kavgalara, rezil yozlaşmalara, alçakça soysuzlaşmalara kurban gidiyor! İnsanlığın yeniden insanlığını hatırlayacağı derin bir birikime, köklü bir tecrübeye, asil bir ruha ve ahlaka kaynaklık eden bu topraklar, inanılmaz cinayetlerle kirleniyor, kana bulanıyor, ruhunu yitiriyor!’’ Peki bu nasıl iş Allah aşkına ey insanlar!?
Niye bu gidişe dur diyecek iradeyi kuşanmıyoruz? Niye bu toprağın çocuklarını aslına rücu ettirmek için savaşım vermiyoruz? Niye korkusuzca yaşa mıyoruz? Niye hakikat neyse dile getir miyoruz? Niye kurumlarda bir ihanet seziyorsak ifşa etmekten ürküyoruz? Niye devlet teşkilatına sızmış olan ve bildiğimiz bir şerefsiz hain varsa onu deşifre etmiyoruz? Söyleyin niye yapmıyoruz bunu? Yaşatmak adına ölemez miyiz? İlla yaşayacaz diye bir kanun mu var? Oysa bir insan vatan için, din için, millet için gözünü kırpmadan selamlayabilmelidir şahadeti. Bilerek ve gülerek. Ama biz böyle miyiz ya? Neredeee… Yani Allah için nedir bizi bağlayan dünyaya? O kadar insanımız öldürülüyor bir kişi çıkıp tek söz edemiyor. Ne biçim iş anlam veremiyorum. Ya siz bulunduğunuz o koltuklarda niye oturursunuz Allah aşkına? Gösteriş olsun, caka olsun, insanlar önünüzde eğilsin, sizi övgüye boğsun, kendini bişey sanmak olsun diye mi? Ne kadar sefil bir şey bu. Oysa ne kadar tutunursanız tutunun hayata, bir gün elleriniz kendiliğinden düşecektir. Niye bu tarafını düşün müyorsunuz olayın?
Yani ülkemizde ki gelişen şu olaylara bakın ya. Ne iştir bunlar? İnanın hem utanıyorum hem ürküyorum. Düşman gelmiş yatak odanıza kadar girmiş ve siz bakınıyorsunuz ya. Düşmanın sizin bütün hayatınızı kontrol etmediğine emin misiniz? Yani sürünerek yaşamak yaşamaksa gelin hep birlikte sürünelim. Yoksa ayağa kalkıp insanca dövüşelim ya. Yapmayın ne olur. Bu yaşamak değil. Bu insanlık değil. Bunda hürriyetin zerresi söz konusu değil. Kurtlar Vadisi’ndeki Feller tipolojisini göz önüne getirin ve olayı tekrar düşünün.
Bu ülke madden de manen de esir alınmıştır, şeytan ruhlarımızı kontrol etmektedir adeta. Bu ülke Başkanlık Sistemine geçecek muhtemelen ve her şey tek başkanın inisiyatifinde olacak. Peki, bu aşama nasıl olacak? Bu durumda Sayın Recep Tayip Erdoğan’ın fonksiyonu olacağına asla ihtimal vermiyorum bir şekilde ekarte edilecek gibime geliyor. Zira çok güçlü bir lider profili var. Karizması ile yürüyüşü ile hitabeti ile. Etkileyici, vurucu, ikna edici ve kuşatıcı. Kim ne derse desin bu bir gerçek. Dostsanız da düşmansanız da gerçek. Şimdi Tayip Erdoğan bir federasyona izin verir mi bence zor. Deniz Baykal zaten vermez ama onun çevresindekilerden bazılarından pek emin değilim. Devlet Bahçeli böyle bir şeye iki dünya arası kadar mesafelidir. Öyleyse bu durumda Deniz Baykal’dan sonra sıra sanki diğer iki liderde gibi görünüyor. Ne acizlik bu insanlık aşkına. Yani hayatımızı ve kaderimizi Siyonist şeytanın inisiyatifine terk etmişiz adeta. Peki, Siyonist ne istiyor? Derdi ne? Emrine amade olacak, bir dediğini iki etmeyecek, bütün kahpe planları tedricen fark ettirmeden uygulamaya koyacak bir alçak kukla arıyor. Ve biz öyle kuyruğunu kısmış kedi gibi bekleşiyoruz. Öylece kendimize biçilecek kaderi bekliyoruz boynu bükük. Eee… O zaman bu işe evet diyecek bir başkan gerekir. Ayrıca ayrılığı daha da pekiştirecek biri. Bu ülke de bir senaryo sürekli işlemde. PKK’nın siyaseten bu ülkeyi yönetmesine yol açmak. Bu çok derin bir gaye. Bu plan, zevahirde bu ülkeye yönelik siyaset yapan bazıları da işin içine katılarak yapılacak. Nasıl? Şöyle: şimdi bu PKK sözcüsü ve kuyruğu olan güya parti olduğunu iddia eden DTP isimli tabela altında toplanmışlar tefsiye ediliyorlar ya ve demokratik mücadele onlarında hakkı ve silahtan da vazgeçtiler ya öyleyse bu ülkeyi bile yönetmeye hakları vardır ve onlarla ittifak kurulabilinir. Şimdi millet buna hazırlanıyor zihnen. Kanıksandığına inanıldığı an onlarla ittifaka kimse hayır demez artık değil mi? İşte o zaman her şey yerli yerine oturacak ve istenilen tahakkuk etmiş olacak. Ayrıca Kürt kardeşlerimizin nüfusunun artması adına çok tehlikeli planlar yapıldığı ve bunun için el altından çok ciddi finansman temin edildiği de bir gerçek. Yani çok netameli senaryolar var. Silahla yapılacak olanı yaptılar şimdi sıra siyaseten yapılması gerekende. Ve büyük hedef bu ülkede ülkenin kaderini tayin yetkisini ele geçirmek ifade ettiğimiz gibi. Samimi söylüyorum böyle bir derin hedef var. Bu olmazsa da bir iç savaşla bu ülkeyi ayırmayı düşünüyorlar muhtemelen. Ve bizim bir planımız yok. Ne acı bir şey bir devlet ve millet adına.
Bugün zannetmeyin ki, dağdan inenler kaçarak iniyorlar, ya da teslim oluyorlar. Asla asla asla. Kürt kardeşlerimizi zihinsel olarak gelecekte ki soysuz plana hazırlamak için iniyorlar. Onlar hepsi birer zihin kontrol ajanıdırlar. Üstelik size bişey söyleyeyim mi: o inenler muhtemelen Siyonist şeytan tarafından eğitilmiş terörsitlerdir.
Haddizatında 10 yıl önceleri bu konularda çok sık yazmıştım ama dinleyen kim! Şimdi tabi çoğu gitti azı kaldı. Belki, biraz akıl, sorunu çözebilir ama yine de geç oldu gibi. Fakat taşları yerli yerine koyarsanız ve resmi ortaya çıkarıp boyamaya başlarsanız geç olmamış olur, geç kalmamış olununur. Silahla ciddi bir taban oluşturdular ve bazılarına güya illallah ettirdiler ve silahsızlığa ikna olmalarını sağladılar. Bu namussuz bir oyun. Sanki silahlı olunduğunda terörist olunuyor da silahsız olunduğunda vatana sadık olunuyor. Bunları geçiniz. Şimdi siyaset yolu denilecek. Ama onların bir şekilde tepeye oturtulacağı göz ardı ediliyor söylem üretilirken. Her şey verilecek. İnsan hakkı, özgürlük martavalı okunacak. Daha sonra da tepeye gelindiğinde hakkıdır kardeşim denecek. Hatta bendenize göre şu an şok olacağınız, olamaz bu diyeceğiniz bir şey de var: bu işi hiç ummadığınız bazı siyasiler ile ortaklığa giderek kotaracaklar sanki. Olmaz demeyin: dünya değişiyor bayım! Çünkü şartlar oluştuğunda kimse bundan çekinmeyecektir ki zira meşrudur, hak sahibidir! Artık kanıksanmıştır, ağır ağır uyuşma da başladı mı iş tamamdır. Yazık oluyor. Ey bu toprağın çocukları (Türk-Kürt kardeşler) inanmayın bu kahpe planlara, gelmeyin bu zehirli tuzaklara.
Bir komünizm çıkarmış şeytan milleti takmış peşine, bir milliyetçilik çıkarmış milleti takmış peşine, bir İslamcılık çıkarmış milleti takmış peşine. Herkes bulunduğu çemberin içinde dönüp duruyor kime ne faydası var. Dönüp dururken farkında olmadan zaman geçiyor ve elde var sonsuz kayıp. Ne kendine, ne vatanına, ne özgürlüğe bir katkısı oluyor. Birde birbirlerine düşman ediliyorlar. Medya kadıları deseniz; ne milliyetçisi, ne İslamcısı yürekli. Yürekli olan varsa ya etkisiz, ya meydanda değil. Yani öyle bir oyun ki sormayın. Hadi söyleyin bana ortalıkta görünen hangi milliyetçi, hangi İslamcı yeri yerinden oynatacak bir eylemde ya da bir söylemde bulunuyorlar? Hiçbiri. Hepsi hükmettikleri kitleleri oyalayıp duruyorlar. Doğru yer bizim durduğumuz yer diye. Hangisi olacak olanı, olması gerekeni söylemeye cesaret edebiliyor? Hepsi olanları yorumluyor. Ne faydası var olanları yorumlamanın, olan zaten olmuş. Sen olması gerekeni, yapılması gerekeni söyle aslanım yürek varsa. Yani şöyle bir bakın ve söyleyin Allah için, hani nerede ciddi önerileri olan bir kalem? Nerede olması gerekeni erkekçe çıkıp söyleyen bir kalem? Hani nerede insanları ittifaka davet eden ve bu vatan, bu millet için tek fikir, tek can olmaya yönlendiren bir kalem? Hani nerede insanları en doğruya kanalize eden bir kalem? Hani nerede saf hakikati haykıran bir âlim, ilim adamı? Yok, yok, yok. Uyuyorlar. Günü kurtarma peşindeler. Kazandıklarını nasıl elde tutacaklarını düşünüyorlar. Dedikodu yapıyorlar. Bişeyler olsa da üzerine yazsak derdindeler. Yazımızı nasıl birilerine dokunmadan yazabiliriz diye akıl yürütüyorlar.
Burada zamane üstatlarından, düşünürlerinden -gerçekten çok okuyan ve düşünen şerefli bir aydındır zat-ı âlileri- Yusuf Kaplan’ın şu sözünü iktibas yapmadan geçmem sonsuz haksızlık olur. Üstat diyor ki: ‘’hayata aktarılmayan, hayata hayat katamayan, hayatiyet kazandıramayan bir düşüncenin kıymeti harbiyesi yoktur. En derinlikli düşünce, hayattan kopuk olan düşünce değildir; aksine, hayatı, hayatta yaşanan temel sorunları, sıkıntıları, açmazları en derinden kavrayan düşüncedir. Büyük düşünürleri büyük kılan şey, hayatı, hayatta karşılaşılan sorunları başkalarından daha derinlikli, daha sarsıcı, daha çarpıcı, daha kuşatıcı bir şekilde kavrayabilmeleri ve insanların ayaklarını sağlam şekilde basabilecekleri muhkem bir zemin bulabilmeleri ve sunabilmeleridir.’’ Üstat şu an ‘’ozgundurus.com’’ sitesinde yazmaktadır bilgilerinize sunarım sevgili dostlarım. Ayrıca bu sitedeki birbirinden değerli aydınları da takip etmenizi öneririm âcizane.
Evet, söyleyin Allah aşkına, bugün medyada ki hangi yazarımız böyle bir yazı kaleme alabiliyor. Hepside fasaryadan şeyler yazıyor. Hadi malum yazılı paçavraları geçiyorum, zira onlar görevlerini yapıyorlar ama ya bizden dediklerimiz ya da öyle gördüklerimiz. Yani bu vatana, bu millete sahip çıkıyor zannettiklerimiz. Birbirlerini izleyip birbirlerini yazıyorlar aynı magazinciler gibi. Ya da saftirikten şeyler. Hangisi gerçekçi ve sarsıcı bir şey yazdı bugüne kadar? Olan biteni yorumlamaktan başka hangi işleri var? Yapılacak olan ya da yapılması gereken konusunda güçlü bir çözüm önerisi olan kim var ya da bunu yazan kim çıkıyor? Yani boş işlerle iştigal ediyorlar.
Bu toprağın çocuklarının maddi-manevi dinamikler ekseninde yeniden diriliş ve direniş ruhunu kuşanmalarına ihtiyacı var. Vatana sadakatten şaşmadan, ahlak sınırlarını aşmadan, adaletsizliğe bulaşmadan yol almaları ve güçlü bir ittifak cephesi kurmaları iktiza ediyor yekpare olarak. Artık bu toprakların her köşesinde öz evlatlarının seslerinin daha gür çıkacağı bir diriliş ve direniş hareketi gerekiyor. Bütün hain planları deşifre edecek ve yok edecek bir keskin irade gerekiyor. Kimlik bilincinin temiz gövdelerde yeniden yeşertilmesi gerekiyor. Yeniden güçlü bir ahlak aşısının yapılması gerekiyor. Yeniden toplumsal adaleti sağlayacak bir yumruğun ekonomi masasına hâkim olan soysuzların tepesine inmesi gerekiyor. Son tahlilde; yeniden bu toprağın çocuklarının önderliğinde, yerli uşakları tavassutu ile içimize sızmış dış düşmanla ve bizden görünen ama dış düşmanın köpekliğini yapan, sözcülüğünü yapan yerli maskeli düşmana karşı gerçek bir kurtuluş savaşı başlatılması gerekiyor. Öyle değişim, küresellik, dünyaya açılma falan hikâye dostlar. O zaman oldu olacak kökümüze bir balta vuralım ve tam değişelim bari. Böyle şeyler laftır, boştur, safsatadır. Özümüze sadık kalacaz ve öylece kendimizi sunacaz, kabul eden eder etmeyen şerefsiz defolur gider. Kimliğimiz belli, dinimiz belli, yerimiz belli, yurdumuz belli. Biz bin yıllık bir çınarın dalıyız. O çınarı kestiğiniz zaman bu dal nasıl yeşil kalacak, nasıl sağlam kalacak, nasıl ayakta duracak hiç düşündünüz mü Allah aşkına? Herkes haddini bilecek!
Şerefli bir mazinin mirasçılarıyız, necip ecdadın torunlarıyız. Nice zorluklarla, çaresizliklerle savaşmışız ve elimizde kala kala bu vatan kalmış. Nice koçyiğitler toprağa düşmüş, nice analar oğulsuz, nice kadınlar dul kalmış. Ne kanlar akmış uğruna. Ama gelmiş Siyonist şimdi hükmediyor adeta. Bu ne yaman bir çelişkidir aklı alan beri gelsin. Biz ölelim onlar gülsün. Biz savaşalım onlar oynaşsın. Biz bakalım onlar yesin. Allah aşkına bunda ki adaletin zerresini gösterin bana.
Son tahlilde; Bizim gibi, tarihinden gelen çaresizliklerle alacaklı kalmış cemiyetlerde, tarihi ve vatanı kurmuş olan asıl kütlenin, çoğunluğun, siyasetçe, iktisatça, kültürce ön safta bulunmaması, o topluluğu yıkacak, yok edecek şeydir. Bunu asla unutmayın. Bir milleti kuranlar, o millete katılanlar arasında geri, örnek arayan hale düşerse, düşürülürse; o milletten gelen ve onu idare edenlerin ilk işi, bu uygunsuzluğu gidermek, o çoğunluğu ön safa çıkarmak olması çaresizdir. İşte bu çaresizlik, bu toprağın gerçek çocuklarının; ileri ve yeni bir yaşamanın, büyük hamlelerin, yüksek ideallerin, kalıcı başarıların tarafını tutmasını izah eder.
Ey vatan evladı! Ayağa kalk ve diril, geril, diren. Kendini bil, haddini bil, görevini bil.