‘’Herkesin arzusu yönünde konuşup övülmektense, kendi istediğim gibi konuşup yalnızlıkla bedel ödemeyi tercih ederim.’’ ÖZGÜR DENİZ.
‘’Eğer; Allah’ın kanunu ile mahkûm edilmişsem, ben, Hakk’ın hükmüne razıyım. Eğer; batıl kanunlarla mahkûm olmuşsam, ondan çok daha üstün bir düşünceye sahip olduğum için batıldan ve münafıklardan merhamet dileyecek kadar alçalamam. Allah’a şükürler olsun ki, on beş sene cihat ettikten sonra bu mertebeye ulaştım. Ben Allah yolunda yaptığım iş için asla özür dilemem. Namazda Allah’ın birliğine şahadet eden parmağım asla bir tağutun hükmünü onaylayan tek bir harf bile yazmayacaktır.’’ ŞEHİT BİR ÂLİM-SEYYİD KUTUP
Bundan tam 7 yıl önce yazmıştım ‘’BU VE BUNLAR’’ başlıklı yazımı. Şöyle bakıyorum da tam isabet etmişim. Tabi üzgünümde. Geçelim.
‘’Her nefis ölümü tadacaktır.’’ Allah
İnsan her şeyi yudum yudum tadarak tamamlıyor ömrünü. Acıyı da sevinci de vs. yudumlayarak. Ve her insan aynı şeyi tadamıyor, çünkü bu bir imkân gerektiren şeydir. Zaten bu yüzden de mutlak eşitlik imkânsızdır ya bu dünyada. Aynı şeyi bütün canlıların tadacağı yegâne şey ÖLÜM dür. Yani ölüm mutlak eşit olunan şeydir. İnsanlar o eşitlikte birleşerek adım atacaklar ikinci yurda. Bu yüzden Allah bütün canlıların muhakkak ölümle yüzleşeceğini bildiriyor. Düşünsenize soylu bir adalet sistemini: insanlar dışarıda farklı farklıdır ama oraya gidince eşit olurlar. Çünkü hesapta ayrımcılık olamaz ve olmamalı. Ne kadar yaşarsanız yaşayın, sıfatınız ne olursa olsun, rolünüz ve konumunuz ne olursa olsun ölümden kaçış yok diyor Allah. Bu yüzden haddinizi bilin diyor. Bu dünyada kaçtığınız şeyler başınıza muhakkak gelecek diyor. Ve bir de bu dünya sonludur ve ikinci bir dünya muhakkak vardır demek istiyor. Çünkü tadacaktır kavramında sonrası gizli. Yani niye tadacaktır, çünkü ondan sonra farklı âleme geçecektir ve yaşam yeniden başlayacaktır. Bu yüzdende herkes öbür âleme herkesi eşitleyen şeyi tadarak geçecektir zira öbür âleme farklı modada geçiş yoktur çünkü öbür âlemde farklı modlarda hayat yoktur.
Öyleyse insan daima ölümü göz önünde bulundurarak duruşunu belirlemelidir her durum karşısında. Bilakis unutmak zillete mahkûm olmak demektir. Kaybetmek demektir. Ölüm olmasaydı belki istediğimiz biçimde duruş sahibi olabilir ve sıkıntısız rahat olabilirdik. Ama böyle bir şey söz konusu değil. Çünkü dünya da rahatlık diye bir şey yoktur. Varoluş sancılıdır ve varoluşun yasası mücadeledir. Ahlak-adalet-mücadele varoluşun üç büyük yasasıdır.
Dünya hayatı ilahi düzlemde baktığınız zaman bir imtihan ve mücadele yeridir. Profan ideolojiler düzleminde baktığınız zaman sadece bir mücadele yeridir. Dünya da iyi vardır kötü vardır. Adalet vardır zulüm vardır. Mustazaf vardır müstekbir vardır. Hak vardır batıl vardır. Tağut vardır ilah vardır. Resul vardır put vardır. Beşeri kanunlar vardır kitap vardır. Özünde bir seçimdir dünya hayatı. Alırsınız, barksınız, incelersiniz, karar verir seçersiniz ve kaderinizi tayin edersiniz, nihayet sonucuna katlanırsınız. Bunun şakası, aması yoktur. Kaypaklık tanımaz bu yasa. İkiyüzlülük geçerli değildir. İdare etmek gibi rezillik yazmaz bu yasada.
Şimdi bu eksenden baktığımızda bir Müslüman nasıl olmalıdır? İlk evvelde ama’sız Müslüman olmalıdır. Haysiyet sahibi olmalıdır. Yönü Kâbe’ye dönük olmalıdır. Müslümanları savunurken uyarmalıdır da. Ahlaklı olmalıdır. Adaletli olmalıdır. Müslüman’ın ilahı, peygamberi, kitabı vardır ve meçhul değildir. Bu üç yüce hakikati göz ardı ederek bir tavır belirleyemez Müslüman. Hülasa, insan olmalıdır Müslüman.
Diyorlar ki; kardeşim dünya gerçeği diye bir şey var. Eee… ne olmuş varsa? Dünya gerçeği sana ahlakı ve adaleti arkanda bırakmanı mı emrediyor? Dünyanın bütün gerçekliğinin temelinde bu iki ana eksen vardır ve hiçbir dünya gerçeği bunları es geçemez.
Yüce önderimiz demiyor mu: ‘’yer ve gök adalet üzerinde durur’’ ve ‘’ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’’ diye?
Hadi bana şimdi dünya gerçeğinden söz edin!
Geçelim.
Hizmetli bir adam var. Bir şekilde insanın ve insanlığın düşmanı olan şeytanın (siyonistin) adasına düşüyor. Normalde şeytan (siyonist) kendisi ile ‘’uzalaşma’yan’’ birine gülmez asla. Sürekli onu taciz eder. Aldatmaya yönelir. Peşini bırakmaz velhasılı kelam. Şeytan (siyonist) sürekli şans dener. Tutturasıya dener. Tutanı epey kullanır. Tutmaz hale gelince değişime gider. Her şey bir aldatma aracıdır şeytanın (siyonistin) nezdinde. Ta ki Allah’la bile aldatmaya yeltenir. Şimdi şeytan (siyonist) bu hizmetli adamı dünya ile aldatmış ve emrine sokmuştur ve bunun eliyle de insanları Allah ile aldatmıştır. Bu yadsınamaz bir gerçektir. Dünya gerçeği!
Şöyle ki; hüküm sürmekte olan emperyalizm iflas etmiştir. İnsanlığın bütün kinini üzerine çekmiştir. İnsanlık ağır uykudan uyanmaya başlamıştır. Hatta daha da ilginci artık ittifaka yönelmenin gerekliliğini idrak etmiştir. Öyleyse bir çözüm bulunmalıdır. En iyi çözüm nedir? Emperyalizme din maskesi takmak. Bilakis tekrar kabullenilmek imkânsızdır. Peki, dünyada gelişmekte olan ve emperyalizme en dik duruşu sergileyen din hangisidir? Şüphesiz İslam. O zaman bu dini temsil ediyor görünenlerden birini ve en şümullüsünü Truva Atı olarak seçmek en isabetli yol olacaktır. Kimdir bu? Şeytanın adasına düşen hizmetli adam! Zira açıldığı ülkelerde öylesine mi finanse edilmektedir hizmetkâr? Oralara emperyalizmin ‘’gülen’’ yüzünü göstermek ve kabullendirmek için gitmiştir ve kabullendirilmiştir. Yoksa Türkçe falan hikâyedir. Keşke araştırılsa da bir görülse o okullarda kaç tane CIA ajanı, kaç tane papaz görev yapıyor tespit edilse.
Bu hizmetli adam sürekli olarak derinden derine, dini, indi mülahazaları ile tevile yeltenerek beyinleri tesir altına almıştır. Şeytanında müzahereti ile biteviye palazlanmıştır. Tam kıvamına getirmek ve emre amade kılmak için de adaya güya hicret (!) ettirilmiştir. Ama her şey bir oyunun parçasıdır. Parçaları yerli yerine yerleştirin bütünü görürsünüz.
Bugüne kadar onlarca hizmete imza atmıştır hizmet eri adamımız. Güya modernite ile dini imtizaç ettirmiştir. Bilakis din radikalleşecektir. Ve o zaman da hem şeytanın hem de hizmetkârının işleri yolunda gitmeyecektir. Belki biraz ağır oluyor ama birileri bana hizmetlinin yaptıklarını, ettiklerini, tuttuklarını, hareketlerini kitap ve sünnet temelinde destekleyici bir argüman bulsun, göstersin özür dilemeye ve son nefesime kadar hizmetlinin hizmetkarı olmaya söz veriyorum. Ama bunun imkânsız olduğunu da adım gibi biliyorum. Zaten pervasızca konuşmam da bu yüzden. Elhamdülillah. Günahsız olan pervası konuşur ve tanıksız dava utançla biter. Bir yanlışım-yalanım-saptırmam varsa da kanıtlarla çürütülmesi iktiza eder. Bilakis amelsiz söz gevşek dayanaktır.
Hizmetkârın son hizmeti: şeytanın tek otorite olduğunu ittihaz etmesi olmuştur. Bunun tevili yoktur. Otorite ya Allah’tır ya da Şeytan. Amayla mamayla geçiştirilecek, tevile yeltenilecek bir durum söz konusu değildir. Bir kişi korktuğu için İlah değiştiremez. Söz değiştirebilir belki ama İlah asla.
Haddizatında burada ki derin hamle şudur: siyonist, baş hizmetkârın tavassutu ile tabanda ki kendisinin farkında olmayan hizmetkârlarının sadakatlerini denemiştir. Bir nevi doğal seleksiyona gitmiştir. Hizmetkâr müntesiplerini sadakat testine tabi tutmuştur hem de çok ağır bir şekilde. Zira kalan da, gelen de bilerek kalacaktır ve gelecektir artık. Otorite olarak siyoniste evet diyenler bundan gayrı hiçbir şey konusunda gitmeye tevessül etmeyeceklerdir ki bundan ağır bir durum zaten olamaz. Bu hayati bir seçimdir. Tevile tevessül etmek beyhudedir. Her şey bütün sarahatiyle göz önündedir.
Şimdi hizmetkârı yönlendiren kimdir? Şeytan siyonist. Peki, bu ülkede ki siyaseti tayin eden kimdir genel itibariyle? Hizmetkâr ve müntesipleri. Öyleyse siyonist şeytan hizmetkâr eliyle Türkiye’nin siyasi kaderini ellerine almak istiyor. Son hamle buna matuf bir hamledir. Doğal seleksiyon yoluyla artık her söyleneni yapacak kadro kalmıştır elde. Ve zaten bunun incelemesi de yapılacaktır mutlaka. Elde olan görülecek ve ona göre yön tayin edilecektir. Çünkü kalanlar otoriteye evet diyenlerdir, gelenler de aynı olacaktır. Sorun yoktur. Emir siyonistten, iletmek hizmetkârdan, icrası da hizmetlilerden. Acı olsa da gerçek bu. Dünya gerçeği!
Bu arada hizmetkâr da miadını doldurdu muhtemelen. Otoriteyi de ittihaz etmiş ve bunu deklare etmiş oldu. Bundan böyle tehlikeli bir durum vuku bulmadan sonsuz yolculuk vuku bulmalıdır ve yolculuk saati gelmiştir. Ve şeytan mutlaka yolculuğu başlatmak için yol vermiştir. Tıpkı günü geldiğinde başlatılan yolculuklar gibi. Alçak siyonist şeytanın klasik yöntemidir bu ve protokollerinde de ifade edilmiştir. Lakin ne hazin ki izzetsiz bir yolculuk olacak bu. Çok üzücü ama naparsın özgür bir seçim sonucudur. Bundan sonra yeni hizmetkârı tayin etmeye kalıyor iş. O da muhtemel ki malumdur, bizce olmasa da. Nasılsa otoritenin kim olduğu da belirlendi. Bundan sonraki kişinin işi kolay olacak. Çünkü söylenenlere kimse hayır demeyecek-diyemeyecek. Denecekler dendiler. Tek otorite siyonist şeytandır efendiler. Yazık hayatının hatasını yaptı hizmetkâr. Bu dünyanın sonsuz olmadığını, kendisinin ölümsüz olmadığını ve bir hesap gününün olduğunu bilmeliydi oysa. Yemin ediyorum hiçbir argüman bu sözün değdiğini, iyi olduğunu doğrulayamaz. Kur’an ve Sünnet’e ise yüzde yüz muhalif bir sözdür bu.
Yeni emperyalizme yeşil şal örtülmüştür artık. Otorite belirlenmiştir artık. Ve Truva Atı da bellidir artık. Geriye bizlerin uyanmamız, dünya gerçeğini (!) görmemiz ve ittifak etmemiz kalıyor. Yoksa ebedi acıya hazır olmak iktiza ediyor. Vicdan-adalet-ahlak sahibi olan İslamiler, milliler, sollar; vatan-ahlak-adalet temelinde tevhid ederek bu oyunu bozmalıdırlar. İstikbalimizi tehdit eden oyunu, özgürlüğümüzü boğacak olan oyunu, özlenen adalet gününü erteletecek olan oyunu, güzel ahlakı-kitabi ahlakı sıfırlayan oyunu muhakkak bozmalıdırlar. Bilakis ebedi esaret, ebedi karanlık, aydınlık dünyamızın üzerine kara bir kâbus gibi çökecektir. Hepimiz adeta çipli köleler yığınına döneceğiz.
Allah rızası için aşağıdaki ayetleri harf harf idrak ederek, anlayarak, aklederek bir okuyunuz. Bu ayetlerle ağızdan çıkan, yalanlanmayan, ardında durulduğu söylenen sözün çelişmediğini, uyuşabileceğini söyleyin eyvallah çekip susayım.
‘’Oysa izzet, güç, şeref ve üstünlük; Allah’ın, peygamberinin ve müminlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.’’ Münafıkun-8
‘’De ki; size tek bir öğüdüm var. İster tek başınıza olun ister başkalarıyla olun, asla, Allah’a karşı duruşunuzu bozmayın.’’ Allah
AYRINTI:
BİR: Kazakistan’daki soydaşlarımıza gıyaben yürekten büyük geçmiş olsun diyor tüm soydaşlarımızın başların sağolsun diyorum. Sizi şerefimle temin ederim ki; şayet tetkik edilmiş olsa ve ulaşabilme imkânı olsa bu olayın altından şeytan siyonistin çıkacağı yüzde yüzdür. Yani ‘’yegâne otorite’’ olan siyonistin. Bu konularla ilgili ‘’yüce önderimizin’’ bir hadisleri vardı, tam ifadesini bilmiyorum ama dünyada vuku bulan bütün ihtilallerin, akan kanların, anarşilerin ardında Yahudi parmağının olduğunu ifade ediyordu. Yanlış isnadda bulunmak istemiyorum yüce önderimize, lütfen bir bilene sorabilirsiniz. Allah yanıltmasın. Âmin.
İKİ: Dünya hayatının bir gerçeği olan mücadele, özünde ne bir servet, ne bir şöhret, ne bir mevki, ne bir din, ne bir ideoloji, ne bir Doğu, ne bir Batı, ne bir ilerleme, ne bir uygarlaşma mücadelesidir. Kesinlikle değildir. Sadece insanlaşma ve insan gibi yaşama mücadelesidir. Ama tahrif ediyorlar.
ÜÇ: Yine bu arada ülkemizi her yönden yiyip bitiren lanet terörün finansmanı da o alçak, soysuz, vahşi otoritedir ne hazin ki.