‘’Sevgili ülkemin sorunu kesinlikle bir zihniyet sorunudur. Ve bütün musibetlerin kaynağı bu zihniyettir yani Darvinizm’dir. Çünkü bütün eylemlerin kaynağı teoridir, teoriyse bir düşüncenin-zihniyetin sistemleşmiş halidir.’’
Yoksulluğun kaynağı nedir? Ahlaksızlık yani Dinsizlik. Şöyle ki; dine inanmayan insan ahirete de inanmaz, ahirete inanmayan hesaba da inanmaz ve böylece varı da yoğu da dünya olur ve hayatını dünyaya harcar. Sadece kendi faydasını, keyfini, yaşamını düşünür. Hülasa; idealle işi olmaz ve reel olana teslim olur. Böyle olunca da paylaşmayı sevmez. Üretmekten fazla hazzetmez. Yorulmaktan hoşlanmaz çünkü üretmesi ve yorulması gerekenlerin olduğunu düşünür. Hep benim olsun der. Ve kendisini finanse edenlerin peşinden gider. Değer tanımaz. Bir şeyler söylerken aslında hiçbir şey söylemez. Yani insanlığın mutluluğu için kalıcı çözümler öneremez. İstisnalar çıkabilir mi, bence milyonda bir belki. Ya da şöyle, çok idealist görünür, gerçekten insanlık adına çalışıyormuş görünür ve insanları peşine takar ama huzur, kurtuluş limanına değil farklı limanlara taşır. Yani aldatır. Ve biz bunu, maske, yüze tam oturduğu için fark edemeyiz. Ha dindar olduklarını söyleyenler bunları mükemmel mi yapıyorlar? Hayır, onlarda kâmil imana ermediklerinden bunları tam olarak yapmıyorlar. Zaten çıkmaz sokakta burası. Dinsiz kötü dindar kötü ve bu halkı çıkmaza sokuyor. Allah’ın da ‘’ey iman edenler iman ediniz’’ uyarısı da bunlaradır. Gerçi dindar kimliğine sahip olupta bu yol üzere olanlar gerçek dindar değillerdir dincidirler. Yani din tüccarları. Ama biz din tüccarlarına bakarak dinin kurtuluş olamayacağını düşünemeyiz. Kurtuluş yine dindedir. Biz doğru dindarlar olacağız. Namuslu dindarlar. İnsan dindarlar. Hayata bakınız!
Yolsuzluğun kaynağı nedir? Ahlaksızlık yani Dinsizlik? Şöyle ki; dine inanmayan dinle ilgili hiçbir şeye inanmayacağına göre dinin emrettiklerine de inanmaz. Yani hak yeme diyen dinin aksine yer. Alın terini çalma diyen dinin aksine çalar. Stoku yasaklayan dinin aksine stok yapar ve malın fiyatlanmasına yol açar. Ayrıca o aralıkta aç kalanlar cabasıdır. Emanet edilen makamı çıkarı için kullanmaktan imtina etmez. Halkın malını düşük fiyatlarla kodamanlara peşkeş çeker kendine pay almak için. Ve aldığı bir ihalede namuslu davranması gerekirken namussuz davranır, kaliteli ve bol mal yerine ucuz ve gereğinden az mal kullanarak yapılan işin hakka uygun yapılmasının önüne geçer. Az fiyata aldığını çok fiyata almış gibi gösterir. Hatta menfaati mukabilinde devleti bile satar. Bir ihalede, işin ehli olmadığını bilse bile, yandaşını kayırır. Hülasa; yolsuzluklara yol açar. Buna birde dindar geçinen dinciler eklendi mi insanlar çıkmaza düşerler. Ama bunu, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, yolsuzluğu yok edecek olan yegâne yolun, din ahlakı ve bu ahlaktan doğacak yüce adalet düşüncesi olduğuna inanmalıyız. Ve dincilerin varlığına inat yine dinin saflarında yer almalıyız. Dincilerde bozuk diye dinsizlerin saflarına sürüklenmemeliyiz. Ki bu yine bizim zararımıza olacaktır. Hayata bakınız!
Terörün kaynağı nedir? Ahlaksızlık yani Dinsizlik. Terörü yaratan da terörü yapanda dinsizdir. Bu kesinlikle böyledir. Eğer bu işe ortak olan Müslüman kimlikli birileri varsa o şerefsiz bir münafıktır. Hak aramak başkadır teröristlik yapmak başka. Ki ‘’bir insanı öldüren insanlığı öldürmüş gibidir, bir insanı dirilten insanlığı diriltmiş gibidir’’ diyen bir dinin müntesibi asla terörist olamaz. Ha burada bazı kendini kurnaz sanalar çıkıp bazı örneklerle durumu sabote etmeye yeltenebilir ama bilelim ki teröristlik başkadır bağımsızlığı için savaşmak başkadır. Velhasılıkelam; Çeçenler, Filistinliler, Doğu Türkistanlılar vb asla terörist olarak addedilemez addeden şerefsiz bir teröristtir. Ha PKK ya gelelim: bu kansız örgüt kesinlikle bir terörist örgüttür hem de adi ve vahşi bir terörist örgüttür. Çünkü bunların ne şerefli Müslüman Kürt kardeşlerimizle, ne de bağımsızlık gibi bir şeyle alakaları yoktur. Bunlar siyonist beslemeleridir. Müslüman Kürt kardeşlerimizle alakaları yoktur çünkü dinsizdirler, değersizdirler dolayısıyla ahlaksız ve adaletsizdirler. Bağımsızlıkla bağları yoktur çünkü bağımsız olmak gibi ne dertleri ne de hakları olabilir. Hangi vatandan ayrılacaklar? Hangi vatanı kuracaklar? Bir vatanları mı var ki ve bu vatan işgal mi edilmiş ki bağımsızlık davası verecekler?
Peki, bir sorun o sorunu yaratanla ya da yaratan yolla çözülebilir mi? Asla. Bir sorunu yaratan zihniyetle o sorunu çözmeye çalışmak ahmaklıktır, sekterliktir. Bu kesinlikle görülmelidir. Türkiye’nin sorunu zihniyet sorunudur. Kurumlarımızın sorunu zihniyet sorunudur. Türkiye’yi yönlendiren zihniyet maalesef Darvinist zihniyettir. Yani dinsiz zihniyet. Daha doğru tabirler müşrik zihniyet. Şirk koşan zihniyet. Darvinist zihniyet güçlüyü yücelten zihniyettir. Parayı yücelten zihniyettir. Maddeyi yücelten zihniyettir. Zayıfın gebermesini isteyen zihniyettir. Ki doğal seleksiyona inanır. Şöyle ki; ‘’çevresiyle uyumsuzluğa düşenler yok olur, uyum gösterenler ise ayakta kalır. Doğal seleksiyon, evrimin itici gücü, ilerlemenin temel yapısıdır’’ der. Aslında doğaya baktığınız da bu kuralın geçerliliğini görürsünüz ama bu bizleri yanıltmamalıdır. Fakat din, zayıflara, düşkünlere yardımı emreder, sahip olunanları onlarla paylaşmayı emreder. Ama burada ki durumda böyle bir şey asla söz konusu değildir. Bilakis zayıfsa bırakacaksın yok olacak der. Yani hayatın bir savaş olduğuna ve bu savaşta galip gelenin ayakta kalmaya hakkı olduğuna inanır. Bu ise dinin özüne muhaliftir, mugayirdir. Güçlünün biraz daha eşit olduğunu söyleyen zihniyettir. Terörü yaratan ve yaşatan zihniyettir. Zenginlerin çıkarları uğruna zayıf addedilen insanların öldürülmesini hak gören zihniyettir.
Evet sevgili dostlar, bütün insan ve insani erdemlerin düşmanı düşüncelerin en temelinde bu zihniyet vardır. Bu zihniyet bu yüce vatanın damarlarından çıkıp, defolup gitmeden bu ülkede milim gram ilerleme kaydedin alnıma namert diye yazdırmazsam namerdim. Ama biz görmek istemiyoruz. Gerçek’ten son sürat kaçıyoruz. Dünyanın fani zevklerine aldanıyoruz. Ve dinin zevklerimizi çalacağını düşünüyoruz. Ne de aldanıyoruz. Oysa din, bilakis zevkleri çoğaltan ve daha güzel yaşanmasını sağlayan yüce bir yoldur. İnsanın tek kurtuluş yolu. Oysa her şey ayan beyan ortada. Bu ülke Müslüman Türk’ün ülkesi ise Müslüman Türk’ün zihniyetini kuran düşünce hâkim olmalıdır. O zaman görünüz bakalım nasıl uçuyoruz. O zaman yüce ordumdan bu vatanın sadakatli çocukları hariçte tutulamaz. Ve vatana ihanet edenler dâhilde kalamaz. Şehitlerimin şerefli anaları, şehitliğe hazırlanan oğullarının törenlerini tel örgü dışından izlemek zorunda kalmaz. Şehitlerin onurlu bacıları ilim ocaklarının haricinde bırakılamaz. Terör beslenmez, kollanmaz iki günde it gibi gebertilir. Hukukumuz ayaklar altına düşmez. Dinliye ayrı dinsize ayrı işlemez. Tam adil hareket eder. Birileri biraz daha eşit olarak görülemez. Güçlüye yolgeçen hanı, zayıfa hayatının zindanı olamaz. Sol tandanslı olanların ayaklarına kırmızı halı, sağ tandanslı olanların sırtlarında kavak dalı olamaz. Hayata bakınız!
Son tahlilde; yaşamlarımızı ve eylemlerimizi belirleyen, karakterimizi biçimleyen zihniyet yok olmadıkça ve kurumlarımız bu zihniyetten arındırılmadıkça bu ülkenin ne bağımsızlığı ne de özgürlüğü garanti altında olamaz. Ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin izmihlali mutlak kader olur. Bu ülkeyi, bu milleti ve bu devleti kurtarmak için bu zihniyetten kurtulmak kesinlikle şarttır. Bilakis, yemin ediyorum, ne ilerleme, ne kalkınma ne de güçlenme mümkün değildir.
AYRINTILAR:
İHANET: eğer söylenen iddialar yalansa o yalanı savuranı ve toplumu kavuranı alnından kurşunlayınız. En ufak vicdani sızı duymaksızın. Zira böyle alçakça bir yalan olamaz. Şayet dile getirilen iddialar doğruysa o iddialara muhatap olanları alnından kurşunlayınız. Zira böyle alçakça bir ihanet olamaz. Ki bu derinlere uzar gider. Bitmeyenin niye bitmediğini gösterir, ölenlerin boşuna öldüğünün düşünülmesine yol açar. En vahimi de, yüce ordumun tahrip olmasını, zayıflamasını, mahvını doğurur. Aziz ordumun bilerek zayıflatıldığının keskin vesikası olur. Bu ise asla affedilemeyecek suçtur. Ve en ağır cezaya müstahaktır. Herkes haddini-hududunu bilmelidir. Sorumluluğunun gereğini yapması gerektiği gibi yapmalıdır. İhanetin bedeli, her zamanda, zeminde ve şartta gebermektir.
SARKIK BIYIK: eğer bu sözün aslı varsa, bu çok tehlikeli bir durumdur. İnsanlar suç işleyebilirler ama bu suçu işleten, onların karakaşı, karagözü, sarkık bıyığı değildir. Tıpkı günah işleyen bir insana, o günahı, inandığı kitabın işletmediği gibi. Ve bir suç asla genellenemez ve bir topluluk töhmet altında bırakılmaz. Söz söylemek ve sözü öz söylemek toplumsal barışın garantisidir, insanlığın belirtisidir. Birliğe giden yolun tuğlasıdır her sözümüz. Ama söz söylüyoruz zannıyla hakarete tevessül etmek birliğinde, dirliğinde, barışında dinamitidir. Hassas bir yolda yürünürken, hassasiyetler nazar-ı dikkate alınmalıdır. Hassasiyetlerin gözetilmesi ittifakın zaruretindendir. Şayet bu zaruretler göz ardı ediliyor ve yürekler yaralanıyorsa bu çok tehlikelidir. Ama bu tehlikeyi yaratan tehlikenin kendisinden de tehlikelidir. Dikkat edilmelidir. Bir yerlere bağlı olanlar aranıyorsa sözlerine dikkat kesilmelidir. Sözler detayları açığa vurur. Ve bazı yıkımlar çok inceden kotarılır. Sayın başbakanımızın dikkatlerine sunarım hassaten! Ayrıca bu bıyık şekli kadim bir sembolik değerdir. Tarihe bakınız gözünüz görüyorsa! Aslında, gerçeğe bakılırsa, insanları şekilleriyle, şemalleriyle değerlendirmek ilkelcedir. Yüreklerine ve beyinlerine bakacaksınız. İşlerini yapışlarına bakacaksınız.
TÜRK-İSLAM: eğer Türk-İslam ülkeleri tam bağımsız olmak istiyorlarsa, kaynaklarını kendileri için kullanmak istiyorlarsa, şerefli bir hayat yaşamak istiyorlarsa, kendi türkülerini söylemek istiyorlarsa akıllanmalarının vakti gelmiştir. Zaman birleşmek zamanıdır. İki dünyanın da değerleri birbirlerine yabancı değildir. Tarihleri yabancı değildir. Kültürleri yabancı değildir. Peki, bir Türk-İslam İmparatorluğu kurmanın önünde ki engel nedir Allah aşkına? Ahmaklığı, tefrikayı terk etmenin zamanı gelmiş ve geçmektedir. Küfür parça parçaymış gibi gözükse de gerçekte bir bütünken, hakk niçin parçalanmışlığının ardında bir bütünlüğe sahip olamasın. Ve bu bütünlükten devasa bir güç üretemesin ve bu güçle küfür milletine meydan okuyamasın? Yüksek ideallerde birleşmek vaktidir vakit. Niye ince ve ucuz çıkar hesaplarını bir kenara bırakıp birlikte çoğalmanın yollarını aramıyoruz? Niye küfrün bizi tanımlamasına müsaade ediyoruz? Niye kaynaklarımızı dilediğince talan etmesine fırsat veriyoruz? Niye soydaşlarımızın-dindaşlarımızın mezalimler altında acı çekmesine seyirci kalıyoruz? Niye sistemlerimizin ne olacağını onların inisiyatiflerine terk ediyoruz? Bölündük zayıfladık, bütünleşelim güçlenelim. Eğer bütünlüğe karşı çıkan varsa da onu lanetleyelim. Son tahlilde; özümüze dönme, kendimiz olma ve küfre karşı büyük birliği gerçekleştirme vakti gelmiştir!
ÖZEL HAREKÂT BİRİMİ: eğer böyle bir birim teşekkülünü düşünüyorsak ki düşünülüyor, daha önceden de bahsetmiştik haddizatında bazı yazılarımızda, kesinlikle bir zihniyetin birimi olarak algılanmasına asla meydan verilmemelidir. Siyasetten sonsuz uzak olmalıdırlar. Vatan ve millet sevgisiyle dolu bir göğse sahip olmaları kâfidir. Çok düzenli, istikrarlı ve disiplinli bir eğitim sürecine tabi tutulmalıdırlar. Yönlendirici konumda olacakların şahsiyetlerine çok dikkat edilmelidir. Maaşlar en az 10 bin tele olmalıdır. Şayet şehit düşerlerse ailelerine en az 250 bin tele verilmelidir. Bu birim hem dağlarda hem de ovalarda görev almalıdır. Son teknolojilerle teçhiz edilmelidirler. İletişim mutlaka çok sağlam olmalıdır. Bir zorluk anında merkeze hemen ulaşılabilmelidir. Merkezde hemen yardımını ulaştırabilmelidir. Yanlış oynayanlara, ihaneti sezilenlere asla acınmamalıdır anında infaz edilmelidir. Girmek isteyenlerle konuşulmalıdır. Zor olmamalıdır.
YAŞ: işler yaş olmasın lütfen. Kesinleşen bir ihanet varsa asla affedilmesin lütfen. Yüce ocağım olması gereken duruma getirilsin. Artık kucaklaşma sağlansın. Duvarlar yıkılsın. Çıkarılanlar girsin. Besleyenlerin vicdanları kanatılmasın. Yanlış iş peşinde koşanlar atılsın. Sınırları ihlal edenlere istirahat izni verilsin. Olması gerektiği gibi olanlar, kalması gerektiği gibi kalanlar dursun. Liderlik vasfına sahip olmayanlar üst mevkilere getirilmesin. Sun Tzu diyor: ‘’liderlik, zekâ, cesaret, güvenirlilik, insanlık ve kararlılık işidir.’’
TEŞKİLAT: teşkilatın üyelerine eğitim süreci içerisinde mutlaka çok ileri düzeyde dövüş sanatı öğretilmelidir, ünlü dövüş ustalarınca. Özellikle operasyonel amaçla göreve çıkanlara. Bunun yapılması hayatidir bence. Teşkilat dâhil bütün yapılarımız tahkim etme zamanı gelmiştir artık. Bütün yapıların tel tel dökülmesi bunun zaruretini göstermiştir. Devletin güvenliği, kurumların sağlamlığıyla doğru orantılıdır kesinlikle. Kurumların sağlamlığı da üyelerin sağlamlığıyla doğru orantılıdır. Adolf Hitler diyor: ‘’bir teşkilatın ancak sağlam, kararlı, kahraman ve mücadeleci insanlarla yürümesi kabil-i mümkündür.’’
ÇOCUK: çocuklarımıza sahip çıkalım lütfen. Onları koruyalım. Onları takip edelim. Başıboş bırakmayalım. Arkadaşlarını bilelim. Çocukluklarını yaşamalarına imkân sağlayalım. Hemen büyütmeyelim. Onları terbiye ile yoğuralım. Şahsiyet olmalarını sağlayalım. Bugünleri kuranlar nasıl çocuklarımız olduysa, yarınlarımızı kuracak olanlarda çocuklarımızdır bilelim. Ve kesinlikle onları kendi çağlarına göre yetiştirelim. Çocuklarımıza kurulan tuzakları onlara iyi anlatalım. Bugünlerimizin zindan olmasını sağlayanlar dünkü çocuklarımızsa, yarınlarımızın güzel olmasını sağlayacak olanlar da bugünkü çocuklarımızdır. Sizler temeli iyi atmazsanız bina gün gelir başınıza yıkılır. Onları sevgi suyu ile yıkayalım, ahlak boyası ile boyayalım. İlim mayası ile mayalayalım. Yıkanlar değil yapanlar olmasını sağlayalım. Hülasa; onları insan olarak yetiştirelim. Allah’ın ahlakı ile ahlaklanan, boyası ile boyanan, nuru ile nurlanan bir insan.
SAHİPLİK: ‘’birilerince yapılanlar, birilerince yükseltilmek zorundadırlar, bilakis yıkılmaya mahkûmdurlar. Hayatta hiçbir şey olduğu gibi kalamaz.’’ Sahip olma içgüdüsü insanı kahreden bir durumdur. Çırpınır durursunuz sahip olmak için. Bütün değerlerinizden vaz bile geçebilirsiniz. En yakın dostlarınızı harcamaktan çekinmezsiniz. İnsanlığın faydasını teğet geçersiniz. Kendi faydanızı ve çevrenizin faydasını düşünürsünüz. Etrafınızdakiler de sizin yanınıza daha çok sokulmaya çalışırlar. Sizi hep tahrik etmeye gayret ederler. Yanlışınıza doğru, doğrunuza yanlış derler. Bir kere sahip oldunuz mu da asla bırakmak istemezsiniz. Kendi düzeninizi ikame ve tahkim etmişsinizdir. Harcadığınız emek aklınıza gelir. Yürüdüğünüz yol ve o yolda çektiğiniz çileleri hatırlar durursunuz. Artık sahip olduğunuz şeyi kendiniz kıldığınız için kendinizden birinin devralmasını istersiniz. Tek hüküm sahibinin kendiniz olmasını istersiniz. Allah’ın yegâne hüküm sahibi olduğunu nisyana terk ederek. Peygamberin yegâne önder olduğu hakikatini sarf-ı nazar eyleyerek. Sizsiz hareketi ihanet telakki eder ve şiddetle tecziye edersiniz. Onların düşmanla ortak hareket ettiklerini duyurursunuz. Vicdanı tam kalbinden vurursunuz. Onların sapıttıklarını haykırırsınız. Şeytanın dümenine girdiklerini varsayarsınız. Oysa bir düşünseniz, size saygısızlık asla yoktur, ihanetin i’sini bulamazsınız. Başlattığınız yoldan milim sapma göremezsiniz. Düşmanla tek kelimelik anlaşma göremezsiniz. Ne size ne taşıdığınız değerlere zerre sadakatsizlik bulamazsınız. Ama siz yine de her şeyin sizinle başladığını sanırsınız. Sadece kendinizin başarabileceğini, diğerlerinin aklının ermediğini ve size yol, yön sorması gerektiğini düşünürsünüz. İnsanların kendilerine mahsus kişilikleri olduğu gerçeğini, insanların bir robot olmadığı hakikatini es geçersiniz. Çünkü buna inanmak onların bir şeyler yapabileceğine inanmaktır ve siz buna inanmazsınız. Çünkü ilk yapan, taşıyan, başlatan sizsiniz. Oysa taşıdığınızın ve başlattığınızın insanlığın varlığıyla başladığını unutursunuz. Ve yıkarsınız, dağıtırsınız, tüketirsiniz bir ömür verdiğiniz her şeyi. Umut olmanız gerekirken umutsuzluk olursunuz. Ve yıktığınızda gösterdiğiniz başarıyı, bir daha yapmakta asla gösteremezsiniz. Oysa yapılan içten, samimi ve ilkeli bir duruştur ve davanın neşv-ü nema bulması adına masumane gayrettir. Ama siz bilirsiniz! Zaten hep siz bilmiştiniz!